İddiasız, sıradan, kendi halinde Müslümanlardaki bazı kusurlar ancak kendilerine, ailelerine zarar verir, Ümmet’i fazla etkilemez. Lakin temsilci, önder, hoca, hocaefendi, şeyh, mürşid, rehber, kılavuz, reis, lider durumunda bulunan Müslümanlardaki bazı kusurlar sadece kendilerine değil, Ümmet-i Muhammed’e büyük zarar verir.

Adam büyük iddialarla ortaya çıkıyor, Müslümanları kendisine itaat etmeye, kendisini maddeten ve mânen desteklemeye çağırıyor ve bu adamda bir sürü vahim noksan, kusur, günah, fısk, fücur görülüyor. Böyle bir kişiye bağlanan, onu destekleyen, onun peşinden giden zavallı, saf, temiz kalpli Müslümanların vay haline.

İslâm nefs-i emmâreye savaş açmıştır. Yükseklik, kemal (olgunluk), ahlâk, fazilet kişinin nefsini yenmesiyle, dizginlemesiyle elde edilir. Benlik, nefs, enâniyet esiri adam asla büyük bir adam değildir. Böyle bir adamdan Müslümanlara ne reis olur, ne şeyh, ne de mürşid.

İslâm maddeye, paraya, zenginliğe, servete düşkünlüğü kötü görmektedir. Bu konuda en büyük örnek Hazret-i Peygamber’dir (sallallahu aleyhi vesellem). Bugün öyle İslâm büyükleri görülüyor ki, onlar Karun kadar zengin olmuşlardır, yine doymamaktadırlar. Kendilerine inananlardan mütemâdiyen (devamlı olarak) para toplamaktadırlar. Böyle adamlardan Ümmet-i Muhammed’e ne hayır gelir?

İslâm temsilcilerinin kesinlikle yalan söylememeleri, Müslümanları asla aldatmamaları gerekir. Yalan zina etmek, hırsızlık yapmak, ırza ve namusa tecavüz etmek gibi çok çirkin, çok ağır, çok büyük bir günahtır. Müslümanlara yalan söyleyen, Müslümanları aldatan, onları oyalayıp afyonlayan adamların verdiği zararı kâfir veremez. Yalancılık münafıklık alametlerindendir.

Dinimiz emanetlerin ehline verilmesini emrediyor. Kur’an, Sünnet, Şeriat ve hikmet bu konuda kesin kurallar koymuştur. İslâm’a hizmet etmek için gazete mi çıkardın, onun başına ehlini getireceksin. Televizyon mu kurdun, onun başına da ehil olan kişiyi bulup koyacaksın. Nerede, hangi konuda bir hizmet ve iş varsa bunun başına mutlaka ehliyetli ve liyakatli kişilerin getirilmesi gereklidir. İşlerin, hizmetlerin başına ehil ve layık olanları değil de, kendi bendelerini, kendi yetersiz adamlarını, kendi zombilerini getiren bazı din baronları emanete hıyanet etmiş olmuyorlar mı? Böyle baronlardan İslâm’a, Ümmet’e, mukaddes dâvamıza ne hayır gelir?

İslâm temsilcilerinin, Müslümanlara reis ve önder olacak kişilerin ahlâkî faziletlere sahip olmaları, birtakım alçaklıklardan ve faziletsizliklerden uzak bulunmaları gerekir. Yüce dinimiz hubb-i riyaseti, övgü ve alkışlara meftuniyeti (düşkünlüğü) kötü görmektedir. Bir hadîs-i şerifte “Meddahların (övücülerin) suratlarına toprak saçınız” buyuruluyor. Diğer bir hadîs’te ise “Din kardeşini gıyabında (bulunmadığı bir mecliste) medh eden kişi, sanki onun boynuna keskin bir bıçak çalmış gibi olur” denilmektedir. Din baronları ise yalan da olsa övgülere bayılıyor, kendi reklamlarını yaptırıyor. Bunlar baron olmasına barondur ama asla din büyüğü değildir.

İlim, irfan, ahlâk, karakter, fazilet, hikmet, feraset, fetanet, ehliyet, liyakat bakımından temsilci olamayacak kimselerin İslâm temsilciliklerini elde etmeleri ve etraflarına bir sürü saf Müslümanı toplamaları işte bugünkü felaketlere sebebiyet vermiştir. Onlar İslâm dâvasını mıncıkladılar, Müslümanları perişan ettiler.

Namuslu Olmak

Ben Müslüman kesime mensup bir vatandaşım. Bazen bir kısım Müslümanları da müsbet şekilde tenkit ediyor, uyarıyorum. “İslâmî hareketin içine birtakım arivist, sahtekâr, ajan, demagog, dini imanı para ve şöhret olan adamlar sızmıştır, bunları tasfiye etmek gerekir” diyorum.

Maalasef Türkiye’de her kesimin, her hareketin içine böyle adamlar girmiştir. Atatürkçülük de, milliyetçilik de, demokrasi de, laiklik de, çağdaşlık da istismar edilmektedir. Her kesimdeki birtakım gazetecilerin, kalem sahiplerinin, fikir adamlarının benim gibi yapmalarını tavsiye ederim.

Namuslu solcular, solculuk sömürüsü ve ticareti yapan namussuzları tenkit etmeli, saflarından uzaklaştırmalıdır. “Solcuların içinde solculuk bezirgânlığı yapan tek adam yoktur, hepsi de direk gibi doğrudur” diyecek olan varsa, onun bu hezeyanına kahkaha ile gülmek gerekir.

Laikler, çağdaşlar için de aynı tavsiye geçerlidir. Laikliği, çağdaşlığı kendi şahsî veya siyasî menfaati veya nüfuzu uğrunda âlet ve istismar eden sahtekârların dışlanması gerekir.

Maalesef milliyetçi, Türkçü geçinen bazı sahtekârlar da vardır. Onlar, asıl ismi “Moiz Kohen”i gizleyip, “Tekin Alp” takma adıyla Türkçülük kitapları yazan Yahudinin peşinden gidiyorlar. Ben, Osmanlı toleransına sahip bir Müslüman olarak antisemitizm yapmam; başka dinlere mensup olan vatandaşlarımın din, inanç, inandıkları gibi yaşamak hürriyetlerine saygı duyarım. Ama, sahte isimle Türkçülük kitabı yazıp da, bunun bir bölümüne “Kahrolsun Şeriat!” başlığını koyan iki yüzlü kimseyi elbette tel’in ve takbih ederim (lanetler ve kötülerim).

Milliyetçi ve Türkçü vatandaşlardan ve gençlerden nicesi, 70’li yıllardaki anarşi ve fesat havası içinde büyük fedakarlıklar yapmış, kimisi şehid olmuş, kimisi yaralanmıştır. Yediği hain kurşunlarla vücudu felç olan, hayatı sönen, perişan duruma düşen nice Türkçü ve milliyetçi genç vardır. Onları takdirle, hayır dua ile anıyorum. Ancak bir kısım sahtekarlar da milliyetçiliğin, Türkçülüğün bezirganlığını ve mafyacılığını yapmışlardır. Bunu da millet biliyor.

Gerçek milliyetçi ve Türkçüler yüce İslâm dinine asla saygısızlık etmezler. Kendileri dindar olmasalar da, dine hürmet ederler, dindarları incitecek ve üzecek hareketlerden kaçınırlar.

Bundan birkaç sene önce Ankara’da yayınlanan, sözde milliyetçi ve Türkçü bir gazete, birinci sayfasına uyduruk bir belgenin resmini koyarak benim Fransa’da bir mason locasına kayıtlı olduğumu iddia etmiş, aslı esası olmayan iftiralarda bulunmuştu. Türk milliyetçiliğinin, Türkçülüğün ana prensiplerinden biri de dürüstlüktür. Düşman bile olsa ona iftira edilmez. Yazık ki, milliyetçiliği ve Türkçülüğü kimseye bırakmayan bazı sahte milliyetçiler ve Türkçüler benim gibi, masonlukla mücadele eden Müslüman bir vatandaşa bu iftirayı yapmışlardır.

Sözü uzatmayayım. Bu ülkedeki her kesim kendi yolunda, kendi dünya görüşünde samimî, doğru, dürüst, namuslu, ahlâklı, karakterli temsilcilerin peşinden gitsin; namussuz sahtekârlardan yüz çevirsin. 29 Haziran 1999