İslâm ve Helâl Kazanç
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Tâhîrülmevlevî merhum, “Mesnevî Dersleri” adlı Mesnevî şerhinde “967’nci beyit” şöyle diyor: “Enbiyâ ve evliyâ hazerâtının mesleği çalışmak yoludur. Bu çalışmak da hem maddî, hem mânevidir. Peygamberlerin çoğunun çalışmak suretiyle helâl nafaka tedarik ettiğini biliyoruz. Meselâ onların çoğunun koyunları, sığırları vardı. Onların eti ve sütü ile geçinip yaşarlardı. Yününden, derisinden yararlanırlardı. Bunları ya kendileri idare ederler, yahut adam tutup baktırırlardı. İbrahim, İshak,Yâkub, Şuayb aleyhimüsselam işte bunlardandı. Dâvud aleyhisselâm zırh yapar, Süleyman aleyhisselâm zenbil örerdi. Halbuki ikisi de hükümdar idi. İlk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselâm çiftçilik etmiş, yiyeceğini ekip biçerek elde etmiştir. Peygamberimiz aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz’in, çocukluğunda ve gençliğinde ticaret için sefere gittiği, delikanlı bulunduğu sıralarda koyun güttüğü siyer kitaplarında yazılıdır. Son zamanlarda ise Hayber ve Fedek’teki arazisinden alınan mahsul ile geçinir, onları ektirip biçtirmek suretiyle çalışırdı, hattâ hâne-i saâdetindeki bazı işleri bizzat görürdü. Maddî mesâisi böyleydi. Mânevî çalışması ise mâsum (günahtan korunmuş) bir nebi olduğu, kendisinden günah sudûru gayr-i mümkün bulunduğu halde hergün müteaddit istiğfar okur, mertebe ve makamların en yükseği olan “makam-ı mahmud” kendisine vaad edilmiş iken, geceleri sabahlara kadar namazda kaaim olmaktan mübârek ayakları şişerdi. Şu halin, mazhar olduğu mâsumiyyet nimetine amelî bir şükran olduğunu beyan buyururdu. İşte o yüce Peygamber’in Şeriati de s’ay ü amel ve cehd ü iktisab üzerine müessestir. Açıkçası Müslümanlık, tembelliği değil, çalışkanlığı âmirdir. Müslümanlar hiç ölmeyecekmiş gibi çalışmaya, fakat yarın ölecekmiş gibi ölüme hazır bulunmaya memurdur. Eski Müslümanlar böyle yaparlardı. Uleması olsun, meşâyihi olsun geçimini çalışıp kazanmakla temin ederdi. Kimsenin boynuna yük olmaz, kimsenin minnet yükü altında kalmazdı. Tabakat ve terâcim kitapları tedkik edilsin, büyük bildiğimiz zevâtın şuna buna avuç açmak, ötekinin berikinin iânesine göz dikmek küçüklüğünü gösterdikleri görülemez. Başlangıçta medrese de yoktu, tekke de mevcut değildi. Öyle iken âlim de yetişirdi, ârif de. O âlimlerin, o âriflerin kendilerini geçindirebilecek sanatları vardı, yahut ticaret ederlerdi veyahut ziraatle meşgul olurlardı. İlm ü irfan ise mâye-i faziletleri (faziletlerinin esası) idi, medar-ı maişetleri (geçim yolları) değildi. Onlar öyle oldukları için medreselerin ve tekkelerin kapanması vaktine yetişselerdi telâşa düşmezlerdi.” (Mesnevî Dersleri, Cilt 1, Kısım 2, S. 498-500, İstanbul 1949)
Bundan önce birkaç defa zikrettim, tekrarlayacağım. Biz Müslümanlar öyle bir Peygamber’in (Salât ve selâm olsun ona) ümmetiyiz ki, Âdem oğlunun seyyidi, insanların en yücesi olan o zat öldüğünde, zırhı birkaç ölçek buğday mukabilinde bir Yahudi’de rehin bulunuyordu. İslâm’da asalaklık, tembellik yoktur. Her Müslümanın helâl nafaka temin etmek için bir sanatı, zenaati, mesleği, işi bulunmalıdır. “Ben mücâhim, ben İslâmcı yazarım, ben şeyhim, ben hocayım, ben dâvâ adamıyım” diyen birtakım kimseler normal ve meşru bir ticaret yapmadıkları halde sıfırdan başlayıp kısa zamanda büyük zengin olmuşlardır. Onlar bilmelidir ki, din ve mukaddesat sömürüsü yaparak elde ettikleri gayr-i meşru servetler kendileri için bir ateşten ibarettir. Son yıllarda saf, câhil Müslümanları kolayca kandıran bazı üçkâğıtçılar, Titancılar gibi hareket ederek milyonlarca dolar ve mark vurmuşlardır. Söylemeye hâcet yok ki, ben normal ticaret yapanlara, usûlüne uygun olarak şirket kurarak sermâye toplayanlara, bu konularda fıkhın hükümlerine, mütedâvil kanunlara riayet edenlere hiçbir târizde bulunmuyorum. Tenkitlerim üçkağıtçılara yöneliktir.
İslâmî kesimde çok güzel, çok helâl ticaret, üretim, faaliyet yapan şahıslar ve şirketler mevcuttur. Onlar medar-ı iftiharımızdır. Onlara hayır dua ediyoruz, onları tebrik ve tahsin ediyoruz. Lâkin üçkağıtçı, tokatlayıcı, hortumlayıcı sahtekârlara karşı saf Müslümanları uyarıyorum. İleride pişman olmamak için hukukçu, maliyeci, uzman kişilere danışmadan kimseye para vermesinler. Ortalıkta henüz ayyuka çıkmamış bulunan, kulaktan kulağa söylenen bazı rivayetler dolaşıyor. İleride büyük skandallar patlak verdiği zaman iş işten geçmiş olacaktır. Müslümanların güçlenmesi için normal, helâl, tecrübeye ve ihtisasa dayanan ticaret, finans, üretim, sanayi işleri yapılması, sermâye toplanması, şirketler ve holdingler kurulması elbette tavsiyeye şayan, istenilen, alkışlanılacak bir iştir. Saadet zinciri metoduyla, Titancılık usûlüyle para toplanırsa, sonunda kurulan müesseseler gümbür gümbür yıkılır, para verenler hava alır, birkaç hinoğlu hin Karun gibi zengin olur. Gerçi onlar topladıkları haram paraları afiyetle yiyemezler ama yine de olan olmuş olur.
Sosyal ilimlerin ve kültürün öğrenilmesinde en büyük âlet ve vasıta lisandır. Doğru dürüst lisan bilmeden âlim ve ârif olmak mümkün değildir. Zamanımızda Arapça bilmeyen kimseler kendilerini ilâhiyatçı, din âlimi sanıyorlar. Ne büyük gaflet!.. İyi Türkçe bilmeden aydın, seçkin, okumuş olmanın da imkânı yoktur. Yüksek tahsil yapan ve gerçekten aydın olmak isteyen Müslüman gençlere zengin Türkçe’yi öğrenmelerini tavsiye ederim. Osmanlıca bilmeden iyi ve zengin Türkçe anlaşılamaz, konuşulamaz, yazılamaz. Zengin ve yüksek Türkçe için yeterli derecede Arapça ve Farsça bilmek gerekir. Gençlerimiz bunları öğrenmelidir. Müslümanlardan İslâm’a hizmet maksadıyla milyarlarca dolar yardım, bağış parası toplayanlar istidatlı ve kabiliyetli gençlerimiz için kurslar açmalıdır. İlâhiyatçılar için Arapça şarttır. Bu zamanın aydını olmak için İngilizce bilmek de gereklidir. Din baronları, cemaatler, hazretler Müslüman gençliği harcıyor. Onlara ilim, irfan, kültür, sanat öğreteceklerine, kendilerine hizip ve fırka asabiyeti, hazret bendeliği, cemaat robotluğu, zombilik aşılıyorlar. Bunların dünyaya da, âhirete de faydası yoktur. Dünyanın bütün ileri ülkelerinin liselerinde esaslı ve güçlü bir mantık eğitimi verilmektedir. Bizde lise mezunu olup da, uluslararası lise seviyesinde mantık imtihanı verebilecek ve geçer not alabilecek kaç genç çıkar? Yine Müslüman nesilleri mantıksız yetiştirenler, İslâm’a mı, yoksa farkında olmadan küfre mi hizmet etmiş oluyorlar? “Filan cemaatin çok sadık bir taraftarıymış…” Bunun, bir Müslümana, bir gence ne yararı vardır? Gençler! Harcanmayınız, ilim, irfan, kültür sahibi olmanın çarelerini arayınız. Robot, zombi, beyinsiz bir bende, baron kulu olmamak için direniniz. 19 Ağustos 1998 Çarşamba