PazarİSLÂM dini kin, husumet, şiddet dini değildir. Dinimiz bütün insanlığı Rasûlullah’ın ümmeti olarak kabul eder. Ezelde, “Kaalû belâ” bezminde Allah ile yapmış oldukları ahd ü misakı hatırlayıp da mü’min olanlar, yâni Müslümanlar “Ümmet-i icâbet”; bu ahd ü misaklarını hatırlamayıp da iman etmeyenler ise “Ümmet-i dâvet” adını alır.

Kur’ân, bütün mü’minleri kardeş ilân etmektedir. Bu kardeşlik, talâkı olmayan bir nikâh gibidir. Kalplerinde iman olan iki kişi, aralarında ne kadar niza ve çekişme olursa olsun, iman kardeşliğini bozamaz. Bozarlarsa büyük günaha girmiş olurlar.

İslâm akaidinin (inanç bilgisi) prensiplerinden biri (mü’mini tekfir edenin kendisi kâfir olur”dur.

Müslümanlar, henüz İslâm’ı kabul etmemiş kavim ve milletlere en güzel ve hikmetli yollarla İslâm’ı tebliğ etmek vazifesiyle mükelleftir. Bu tebliğin birinci maddesi de dâvetçilerin, tebliğ yapanların yüce İslâm dinini hakkıyla hayatlarına uygulamaları, kalden önce hâl ile örnek ve model olmalarıdır.

Şiddet ve savaş militan, harbî, saldırgan kâfirlere karşı olabilir.

İslâm dini, prensip itibarıyla Müslümanlar arasında sevgi, kardeşlik, barış, uzlaşma, işbirliği olmasını emrediyor ama tatbikatta böyle mi? Maalesef, tek bir vücut olmaları gereken Müslümanlar birbiriyle rekabet halinde olan, birbiriyle çekişen bir sürü zararlı hizbe, fırkaya, gruba, klike ayrılmıştır.

Bazıları Müslümanların sayıca çok oldukarını söyleyip duruyor. Sadece sayıca çokluk bir şey ifade etmez, bir güç sağlamaz. İki husus önemlidir: Birincisi Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde midir, tek bir Ümmet halinde midir? Yoksa ümmet olmaktan çıkmış, bir sürü haline mi düşmüşler, düşürülmüşlerdir? İkincisi de vasıf, kalite meselesidir. Önemli olan kelle sayısı bakımından çok olmak değil; güç, vasıf, üstünlük sahibi olmaktır.

Müslümanların bölünmüş, parçalanmış, birbirleriyle çekişir halde olmalarını kimler istiyor?

1. Tâğutî güçler istiyor. Küfür, şirk, nifak, dalâlet (sapıklık) mihrakları Müslümanların birlik içinde olmalarını, tek bir Ümmet teşkil etmelerini hiç isterler mi? Onları parçalamak, birbirlerine düşürmek, çekiştirip tepiştirmek için Ehl-i İslâm arasına sürüyle ajan, casus, provokatör, istihbaratçı, ajitatör, manipülatör sokmuşlardır.

2. Şayet Müslümanların asla birlik içinde olmasını istemez.

3. Nefs-i emmâreler de birliğe karşıdır. Nefs-i emmârelerine put gibi tapan, dinleri imanları para olan, şöhret ve riyaset için her türlü hıyanet ve habaseti yapan mukaddesat bezirganları saf Müslüman yığınları daha iyi sömürebilmek, onları daha fazla soyup soğana çevirebilmek için karşılarında tek bir Ümmet istemiyor, bir sürü cemaat, hizip, fırka istiyor.

Allah, Peygamber, Peygamberin vekili, halifesi, vârisi durumunda olan âmil âlimler ve kâmil mürşidler Müslümanların bir olmasını istiyor; müşrikler, Tâğutlar, kâfirler, münâfıklar, zâlimler, câhiller ise istemiyor.

“Benim şeyhim en yüksek, öteki şeyhler en alçak…” diye söylenip duran geri zekâlı, hâin, câhil, beyinsiz, eşek ve dangalak kişi İslâm kardeşliğinin temellerine dinamit koyduğunun farkında mıdır?

“Benim cemaatim, benim tarikatım, benim hizbim en hak, öteki cemaatler, tarikatlar, hizipler berbat mı berbat…” şeklinde konuşmak da başka bir eşeklik ve eblehlik değil midir?

A kuş beyinli! Allah Kur’ân’da “Allah katında en üstününüz, en fazla takvalı olanınızdır” buyururken, sen ne hezeyanlar savuruyorsun?

İslâm’da üstünlük takva, ilim, irfan, ihlâs, istikamet, hikmet, hayır ve hasenat, nefsle ve küffarla yapılan cihad ile olur. Şu veya bu tarikata, cemaate, hizbe, fırkaya dahil olmakla değil.

Şahsî emelleri uğrunda Müslümanları aldatan, parçalayan, birbirine düşüren namussuzlardan daha alçak kim olabilir?

Aklı başındaki Müslümanın vazifesi, iki Müslüman şahıs veya iki Müslüman taife arasında ihtilâf, fitne fesat, çekişme çıktığı zaman onları yatıştırmak ve barıştırmaktır.

Dargınlık, niza, çekişme, parçalanma durumunda, barıştırmak yerine karıştıranlar Müslümanların en büyük düşmanlarıdır.

İman kardeşliğinin birinci şartı Müslümanları sevmektir. Peygamber Aleyhisselâtü vesselam, “Siz birbirinizi sevmedikçe hakkıyla Müslüman olamazsınız” buyurmaktadır.

Din ve iman kardeşlerini “Bizden olan Müslümanlar… Bizden olmayan Müslümanlar…” diye ikiye ayıranlarda hayır yoktur.

Bütün hak tarikatlar, aslında tarikat-ı Muhammediyedir.

İslâm ilâhî din ve nizamdır. Hiçbir mezhep, fırka, hizip, tarikat, grup, tâife kendisini İslâm’la özdeşleştiremez, öteki Müslümanları devre dışı bırakamaz. Hiç kimsenin buna hakkı yoktur.

“Men lehu kînun leyse lehu dînun” (Kîni olanın dini yoktur) buyurulmuştur.

“Biz ancak kendi cemaatimizin hizmetlerine bakarız, öteki Müslümanlar ve hizmetler bizi ilgilendirmez” diyenler yanılgı içindedir. Efendi! Hem kendi hizmetini göreceksin, hem de Ümmet-i Muhammed’in bir parçası olduğunu bilerek diğer cemaatler, hizipler, hizmetler ile de işbirliği yapacaksın. İslâm’ın bütününden kopmak, küçük bir getto içine kendini hapsetmek hayırlı olmaz.

Müslümanlar ilimlerine ve güçlerine göre “Emr-i mâruf ve nehy-i münker” yapmakla mükelleftir. Bu farzı terk eden Müslüman topluluklar gazaba ve azaba duçar olur.

İslâm dinine ihlâsla, istikametle, Kur’ân ve Sünnet ahlâkının prensipleri ışığında hizmet edenler hürmete, duaya, tebcile lâyık kişilerdir. Hizmet etmeyip de, dini istihdam ve istismar edenler (sömürenler) dünyanın en alçak, en namussuz, en rezil, en kepaze adamlarıdır.

Müslümanın en büyük düşmanı kendi nefsidir.

Nefsini dizginleyememiş, kontrol altına alamamış, terbiye edememiş adam bir canavardır. Ondan Ehl-i İslâm’a yarar değil, büyük zarar gelir.

Kur’ân-ı Azimüşşan, “Hepiniz topluca Allah’ın ipine (dinine, size gönderdiği Şeriat’a) sarılın” buyuruyor. “Eğer birbirinizle çekişirseniz gücünüz, devlet ve şevketiniz elden gider” diye uyarıyor. Kur’ân’ın bu uyarısı bir aynadır. Müslümanlar bu aynada bugünkü hallerini seyretsinler. 30 Ekim 2000