Çarşamba

İslâm mükemmel bir din. Kur’an yüce bir düstur. Peygamber en güzel örnek ve model. Tarihte Müslümanlar büyük medeniyetler kurmuşlar, geniş fütuhat yapmışlar, hükmettikleri ülkelere ve kavimlere adalet ve emniyet temin etmişler. Fakat bugün İslâm dünyası gerilikler, bozukluklar, yetersizlikler içinde yüzüyor. Şu Afganistan’a bakınız. İsrail karşısında varlık gösteremeyen Arap ülkelerine bakınız.

Pakistan’daki, Endonezya’daki, Türkistan’daki, Türkiye’deki olumsuzluklara bakınız. Câhillik, gecekondu zihniyeti, marjinallik almış yürümüş. Müslümanların başındaki adamlar çok konuşuyor, çok atıp tutuyor ama dişe dokunan bir iş yaptıkları yok.

Mısır’da İhvan hareketi 70 yıl önce başladı, hâlâ hedefine ulaşamadı. Bunun sebebi düşmanların çok güçlü olması mı, yoksa Müslümanların yetersizliği mi?

Şu Arabistan rejimine bakınız. İslâm’ın dünyevî uygulaması bu mudur? Pakistan, kendisinin bir İslâm cumhuriyeti olduğunu iddia ve ilân ediyor. Gerçekten o ülke bir İslâm cumhuriyeti sistemiyle mi idare ediliyor? Hiç alakası yok!

Türkiye dindarları ve İslâmcıları elli yıldan beri İslâm için çalışıyorlar. Bir türlü hedeflerine ulaşamadılar. Niçin?

İslâm’ın bir din ve hayat nizamı olarak yüceliğine, mükemmelliğine, harika bir sistem oluşuna mukabil Müslümanların zilleti, zebunluğu, geriliği, esareti, beceriksizliği, başarısızlığı nasıl izah edilecektir? Bunun elbette sebepleri vardır.

Benim anladığım kadarıyla birinci sebep bio-jenetik yetersizliktir. İslâm İskandinavyalıların, Cermenlerin, İngilizlerin, İsviçrelilerin dini olsaydı, onu hayata bu kavimler uygulamış olsalardı durum böyle mi olurdu? Şu anda Müslüman dünyasındaki başlıca kavimler Pakistan-Hind yarımadası halkı, Turanîler, Araplar, zenciler ve Malaylardır. Onların kapasiteleri İslâm’ı en yüksek seviyede anlamaya ve uygulamaya yetmiyor.

İslâm kaliteli, güçlü, üstün, zeki, başarılı insanlar, kadrolar ve toplumlar tarafından anlaşılır ve uygulanır.

İslâm dini tahrife uğramamıştır. Kur’an, sahih hadîsler, islâmî geleneğin kaynakları, fıkıh, Şeriat sistemi, tasavvuf hükümleri elimizdedir. Ancak bunları hakkıyla anlayıp hayata tatbik edecek zekâlara sahip değiliz. Teorik-gerçek İslâm ile uygulanan İslâm arasında büyük farklar vardır. Dinimiz bir “ism ve resm” dini haline getirilmiştir.

Halk kitlelerine bir şey demiyorum ama, İslâm dünyasının yüksek, seçkin, başı çeken tabakası hem İslâm’ın, hem de çağın çok gerisindedir.

Betonarme cami binalarından yüzbinlercesini yaptıran hayırsever Müslümanlar, caminin bir bina değil, bir kurum olduğunun farkında değil. İslâm dünyasında kalifiye din hizmetlisi, İslâm aydını yoktur. Olanlar istisnâ mahiyetindedir.

Müslümanların İslâm ve çağ seviyesinde eğitim sistemleri, üniversiteleri, medyaları, kütüphaneleri, araştırma merkezleri, bilgi bankaları, sanat ve kültür kurumları, stratejik araştırma enstitüleri yoktur. Bugünkü İslâm dünyası kemmiyetten ibarettir, keyfiyet tarafı çok zayıftır.

İslâmî hareket, Müslümanların içindeki haşarat, yetersiz adamlar, din sömürücüleri tarafından mıncıklanmış, dejenere edilmiş, kirletilmiştir.

Müslüman dünyasının bugünkü kötü durumdan kurtulması için, yeterli miktarda vasıflı, güçlü, üstün Müslümanlara, bunlardan meydana gelen kadrolara ihtiyaç vardır.

Vasıflı, güçlü, üstün Müslüman ne demektir?

Bilgili, ilimli, irfanlı, geniş kültürlü, ahlâklı, faziletli, görgülü, hikmetli, ferasetli, fetanetli kâmil kimselerdir onlar. Kendi benliğine tapan, din hizmetleri için toplanan paraları zimmetine geçiren, Nemrud, Firavun, Neron gibi israflı ve ihtişamlı bir hayat süren, kendisini dev aynasında gören, aklî ve ruhî dengesi bozuk, ene dinine mensup, nefs-i emmâre derekesinde bulunan, küçük dağları ben yarattım sanan hasta adamlarla Müslümanlar işte bugünkü hale gelmişlerdir.

Bir Resûl-i Kibriya efendimize (salat ve selam olsun ona), bir Ashab-ı Güzin efendilerimize (Radiyallahu anhüm ecmain), bir Sâlih Seleflere, geçmiş asırlarda yaşamış büyük ve örnek Müslümanlara bakınız; bir de bugünkü din baronlarına, sahte İslâm önderlerine, müteşeyyihlere. Arada ne kadar korkunç fark var. Peygamberimiz ne kadar mütevâzı yaşardı. Bazen günlerce yiyecek bir şey bulamazdı da, kimseden bir şey istemezdi. O insanların hem en büyüğüydü, hem de en alçakgönüllüsüydü. Onda kibir, gurur ve enaniyetten eser yoktu. Bugün ucuz bir otomobile binen bir cemaat hocası ve hazreti biliyor musunuz? Firavunları kıskandıracak dabbelerde caka satıyorlar. Sofralarında bir kuş sütü eksik. Nemrud’un sarayı gibi müzeyyen ve şahane kâşânelerde ikamet buyuruyorlar. Şeddadî yapıların sahibi, dolar ve mark babası bu sahte din büyüklerinin peşlerine düşen Müslüman kütleler elbette belâlarını bulurlar, zillet içinde kalırlar. 29 Temmuz 1999