27 Ekim 1998 Salı günkü yazı da çıkmamıştır..

 

Amerikalılar ve batı Avrupalılar komünizmle mücadele ettiler ve sonunda onun yıkıldığını gördüler. Bunu kendi güçlerine, haklılıklarına, gayretlerine vermesinler. Marksist-Leninist sistem bozuk, yanlış, gayr-i insanî bir ideolojiydi; er veya geç yıkılmaya mahkumdu. Bu sistem Sovyetler Birliği’nde ve onun uydularında 85 milyon insanın kanına girmiştir. Gerçekleşmesi imkânsız bir hayal uğruna yüz milyonlarca insana uzun yıllar boyunca kan kusturmuş, onları hürriyetlerinden mahrum etmiş, korku ve mutsuzluk içinde yaşatmıştır.

Marksizm yıkıldıktan, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Amerika ve Avrupa şimdi en büyük tehlike olarak İslâm’ı görüyor. Müslüman milletlerin kendi inançlarına uygun bir hayat sürmelerini, kendi kimlik, kültür, kişiliklerini tekrar kazanmak için çalışmalarını kötü gözle gören ve İslâm âlemindeki uyanışı engellemeye çalışan batılılar, komünizmi yendikleri gibi İslâm’ı da yenebilecekler mi?

İslâm’ın yenilmesi mümkün değildir. Çünkü o bir ideoloji değil, bir dünya dinidir. Tarih boyunca ne Çingiz, ne Hülâgû, ne de Haçlı seferleri İslâm’ı ve Müslümanları yok edebilmiştir.

Müslümanlar câhil kalmışlar, câhil bırakılmışlar, birliklerini yitirmiş darmadağınık olmuşlar, içten ve dıştan darbelenmişlerdir ama tarihin akışında onları aşan bir gelişme vardır. O da, diğer dinlerin gerilemesine karşılık İslâm ilerlemekte, yükselmektedir.

Şu anda İslâm’ın ve Müslümanların iki çeşit düşmanı vardır. Birincisi dış düşmanlar cephesidir. Avrupa, Amerika, İsrail, Hindistan, Rusya, Çin İslâm’dan korkuyor, endişe duyuyor; makyavelist metodlarla Müslümanların hürleşmesini, iktidar olmasını, ilerlemesini, kalkınmasını engellemeye çalışıyor.

İkinci düşman Müslümanların içindeki arrivist, câhil, sahtekâr, mâceraperest, rantçı, ehliyetsiz, benlik esiri, çıkarcı, mukaddesat sömürücüsü adamlardır ki, en büyük engelleme ve zarar, dolaylı da olsa bunlardan gelmektedir.

Müslümanlar bu iki düşman cephesini çökertebilirler mi? Evet çökertebilirler. Tarihte de böyle olmuştur.

Terörizm İslâm dünyası için bir çıkış yolu değildir. Entegrizm, radikalizm, fondamentalizm de Müslümanları hedefe götürmez. Dinin esaslarından tâviz vermemek şartıyla Müslümanlar ilim, irfan, kültür, sanat, adam yetiştirme, eğitim gibi sahalarda çalışarak ve düşmanlarını aşarak başarıya ulaşabilir.

İslâm dünyasının İmamı Gazalî, İmamı Rabbanî, Muhyiddin Arabî, Mevlânâ Celâlüddin Rûmî, Halidi Bağdadî, Emîr Abdülkadir gibi kahramanlara ihtiyacı vardır. Böyle adamlar yetiştirmeden, bunların peşine düşmeden kurtuluş olmaz.

Yakın tarihimizde bir Bediüzzaman Said Nursî çıkmış, bütün imkânsızlıklara ve engellemelere rağmen akıllara durgunluk verecek bir mânevî fütuhata nâil olmuştur. Bediüzzaman bir sürgündü, hücra bir yerde yaşamaya mahkum edilmişti. Parası, imkânı, hürriyeti yoktu. İğne ile kuyu kazarcasına çalışmış ve sonunda iman ve İslâm adına parlak bir zafer kazanmıştır. Çünkü bu zat ihlasla, istiqamet ile, benliğini silerek, Kitab ve Sünnet’e sımsıkı bağlı kalarak, hizmetlerini ücretsiz yaparak, kimseden bir kuruş para, bir dilim ekmek, bir salkım üzüm bile kabul etmeyerek rızâen lillah, hasbî bir şekilde hizmet etmiş, faaliyette bulunmuştur. Böyle olduğu için de Allah ona yardım etmiş, başarı vermiştir.

Bugün İslâm dünyasında Bediüzzaman gibi çalışan kimseler var mıdır?

Allah için kurban, küp için kavurma zihniyeti ile çalışan paralı askerlerden, sözde düşmanı oldukları bozuk düzenlerin rantlarını yiyen samimiyetsizlerden, haram gelirler peşinde koşanlardan, kendi ikbal ve menfaatleri için her türlü alçaklığı ve rezilliği yapan küçük adamlardan bu dine, bu ümmete bir yarar geleceğini sanmak safdillik olmaz mı?

Önümüzde başka dinlere, başka medeniyetlere, başka kimliklere mensup örnekler de vardır. Gandhi bir putperestti, lakin dâvasına ihlâsla, samimiyetle hizmet etmiş ve başarılı olmuştur. Güney Afrikalı Mandela, ırkçı zâlim rejimin zindanlarında otuz yıla yakın hapis yatmıştır. Genç bir insan olarak girdiği o korkunç zindanlardan yaşlı ve hasta biri olarak çıkmış, kaldığı yerden yoluna devam etmiş, sonunda ülkesine devlet başkanı seçilmiş ve ırkçılığı kaldırmıştır.

İslâm’a hizmet çileli bir iştir. Çilesiz ne kahramanlık olur, ne hizmet, ne de zafer.

Bugün İslâm dünyası kendi bünyesi içindeki birtakım sahte İslâmcılar, sözde hizmetkârlar, küçük ve çapsız adamlar tarafından aldatılmakta, hıyanete uğramaktadır. Birtakım soytarı, ikbalperest, hokkabaz, nefsâniyet esiri, ehliyetsiz, liyakatsiz adamlar İslâm’ı ve Müslümanları satmışlardır.

İslâm bir ideoloji, kul kafasından çıkma uyduruk bir düzen değildir ki, ondan tâviz verilebilsin, ondan çıkarma yapılabilsin, ona bazı ilâveler getirilebilsin.

Kur’anda “Fâizciler Allah’a ve Resûlüne savaş ilân etmişlerdir” buyuruluyor. Bugün fâizcilik, riba, tefecilik yapan birtakım ünlü, zengin, güçlü Müslümanlar türemiştir. Servetlerine servet katmak için gece gündüz olmadık işler yapan bu kişiler bilsinler ki, Allah’a ve Resûlüne savaş ilân edenler iflah olmazlar, âkıbetleri hayr olmaz.

Dinsizlere, münâfıklara yaranmakla hiçbir şey elde edilemez. Müslüman onlara yaranmak için değil, Allah’ın rızasını, yardımını, desteğini kazanmak için çalışacaktır.

İslâm’ın ve Müslümanların içteki ve dıştaki düşmanları, Ümmet-i Muhammed’in birleşmemesi, kendisine bir İmam-ı Kebir seçerek ona itaat etmemesi hususunda olanca gayreti gösteriyor, akla hayale gelmez mekr ve hilelerde bulunuyor. Dünyada her dinin, her cemaatin, her topluluğun bir başı, bir önderi var da sadece Müslümanların yok. Katoliklerin Papa’sı, Tibet Budistlerinin Dalay Lama’sı, Musevilerin Hahambaşısı, Grek Ortodoksların Patrik’i, Farmasonların Üstad-ı Azam’ları, Anglikan kilisesinin kendi başpiskoposu var; fakat 1924’ten beri Müslümanların dinî rûhanî bir başları yoktur. Gariptir ki, dinsizler gibi, Müslümanların içinden çıkan birtakım din baronları da böyle bir başa, birleşmeye karşıdırlar. Çünkü Müslümanların birleşmesi, bir baş etrafında kenetlenmeleri onların işine, menfaatine, şahsî ikballerine ters düşecektir.

Bütün olumsuzluklara, bütün engellere rağmen Müslümanlar hürriyete kavuşacak, İslâm tekrar zafer bulacaktır. Ancak bu iş bazılarının sandığı kadar kolay olmayacaktır. 28 Ekim 1998 Çarşamba