Pazar

 

İslâm dininde ve onun hüküm ve ilkelerinde hatâ yoktur ama Müslümanlar hatâ yapabilirler. İslâm pak ve nezihtir ama Müslümanlar mâsum değildir, yanılabilirler, günah işleyebilirler.

Yakın tarihimizde İslâm’a dayandıklarını, İslâm’a hizmet ettiklerini iddia eden bazı Müslümanlar vahim hatâlar yapmıştır. Özal zamanında dindar Müslüman kızlar başörtüsü ile liselerde ve üniversitelerde okuyabiliyor, bu kıyafetleriyle diploma alabiliyorlardı. 1979’da veya 1980’de ülkenin en ünlü ve prestijli lisesi olan Galatasaray’dan sımsıkı tesettürlü beş kız mezun olmuştu. Diplomalarını alırken müdürün ve muavinlerinin ellerini bile sıkmamışlardı.

Bugünkü başörtüsü sıkıntısı sadece dinsizlerin, İslâm karşıtlarının eseri ve mârifeti değildir. Bunda birtakım İslâmcıların da yanlış siyasetleri, hatâlı davranışları, isabetsiz stratejileri rol oynamıştır. İsviçre’de, Norveç’te çok zor olmayabilir ama bizde siyaset çok zor, çok tehlikeli, çok riskli bir cambazlıktır. İsviçre’nin ve Norveç’in yakın tarihinde “Anayasayı ihlâl” bahanesiyle asılmış bir başbakan ve bakanlar yoktur. Bizde vardır. İsviçre ve Norveç’in yakın tarihinde, resmî ideolojiyi korumak için yapılmış darbe göremezsiniz ama bizde dört darbe görülmüştür. İsviçre ve Norveç tek devletli sistemlere sahiptir. Oralarda İsviçre devleti, Norveç devleti vardır. Bizde ise bir bildiğimiz TC vardır, bir de onun yanında, bazısı ondan üstün birtakım derin devletler, devlet içinde devletler bulunmaktadır.

Bizde üniversite var mıdır? YÖK’tür…

Onlarda üniversiteler vardır, kendi işlerinden başka işlere burunlarını sokmazlar.

Türkiye’de hali vakti yerinde, hattâ çok zengin bir âile dindar kızını başı zarif bir eşarpla örtülü olarak üniversiteye gönderip okutamaz. O kızı İsviçre veya Norveç’e gönderirseniz ve orada bir üniversiteye kayd ettirirseniz, başı örötülü/tesettürlü olarak okuyabilir.

İsviçre cumhuriyetinin ve Norveç krallığının kendilerine mahsus birer resmî ideolojisi yoktur. Bizim vardır. İsviçre ve Norveç’te anayasalar kesinlikle uygulanır. Oralarda hangi siyasî parti seçimleri kazanırsa ülkeyi kanun ve nizamlara uyarak onlar idare eder. Bizde iş bu kadar basit değildir. Seçimleri kazanıp iktidar olsalar bile bazıları ülkeyi idare edemez. Onların üzerinde derin güçler vardır. O güçler demokrasi, seçimleri kazanmak mazanmak bilmezler. Katı, acımasız kuralları, dogmaları, tabuları vardır, kök söktürürler.

Türkiye’de en büyük ahmaklık ve ihtiyatsızlık “Seçimleri kazanır ve iktidar olurum ve memleketi güzelce idare ederim…” demek ve sanmaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin başına geçmek için Meclis aritmetiğini yeterli görmek ne kadar eksik ve yanlış bir düşüncedir.

Türkiye’nin bir resmî ideolojisi vardır. O ideolojinin güçlü bekçileri vardır. Türkiye’de YÖK vardır. Türkiye’de, seçimlerle işbaşına gelen iktidardan başka bir sürü paralel iktidar vardır. Bütün bunların hesaba katılması gerekir.

1960’ta Adnan Menderes halkın büyük çoğunluğunun oylarıyla seçilmiş meşru başbakandı. Ne yaptılar? Alaşağı ettiler. Adnan Menderes’in en büyük suçu neydi? Antalya ve İzmir’de konuşmuş ve “Türkiye Müslümandır ve Müslüman kalacaktır. Bu memlekette İslâm’ın bütün icapları (gerekleri) yerine getirilecektir…” demişti. Millet Meclisi’nde Demokrat Parti grup toplantısında Milletvekillerine hitaben “Arkadaşlar!.. Millet size vekâlet vermiştir, isterseniz Hilâfeti bile geri getirebilirsiniz…” sözünü sarf etmişti. Menderes’in dinî uygulaması yoktu. On yıllık iktidarı sırasında bir kere cuma veya bayram namazına gittiği görülmemişti ama yukarıda zikr ettiği sözleri onun hayatına mal olmuştu. Çünkü derin güçler böyle sözlerden hoşlanmazlar, böyle konuşulmasına izin vermezler. Türkiye’nin acı realiteleri vardır. Bunları bilmek, görmek ve hesaba katmak gerekir.

Merhum Özal devletimizi, ülkemizi, halkımızı, demokrasimizi köstekleyen nice ayakbağını çözmüş, nice engeli yıkmıştı. En son olarak din-devlet münasebetlerini normal mecrasına sokmak, laiklik savaşlarına son vermek istiyordu. Bu maksatla uzmanlara, gerçek aydınlara raporlar hazırlatıyordu. Derinler onun bu meseleyi halletmesini istemediler ve rivayete göre zehirlediler.

ABD Türkiye’de birtakım şeylerin yapılmasına, olmasına izin vermez. İsrail de izin vermez. AB de vermez. Vatikan ve Haçlılar da izin ve icazet vermez.

Türkiye sahipsiz bir ülke değildir. Türkiye’nin sahipleri vardır.

Sayıları bir buçuk milyon tahmin edilen Dönmeler Türkiye’yi çok severler. Onların bu ülkede ilkeleri, değerleri, ölçüleri vardır. Bunları korumaya kesin olarak kararlıdırlar.

Türkiye’de egemen azınlıklar vardır. Onlar bu ülkeyi sokakta bulmamışlardır. Türkiye onların istediği gibi idare edilecektir. Kesinlikle rota değişikliği istemezler.

Her yıl Türkiye’nin on milyarlarca dolarlık rantlarını yiyenler vardır. Onlar bu rantlardan öyle kolay kolay vazgeçmezler. Türkiye anayasasında eşitlik ilkesi mevcuttur ama bu ülkede daha eşit olan gruplar, azınlıklar, zümreler vardır. Onlar bu daha’dan asla vazgeçmezler.

Onlar kararlıdır… Onların gözü karadır… Onların yapmayacağı yoktur… Onlarla başetmek çok zordur… Onlar elbette yenilmez ve bükülmez değildir… Onlar elbette mağlub edilebilir… Onlar elbette hizaya getirilebilir… Yirmi sekiz yıl faşist ırkçı rejimin zindanlarında kan tüküren Mandela, serbest bırakıldıktan sonra ülkesine hürriyet ve demokrasi getirdi, çoğunlukta olan zencilere iktidar yolunu açtı.

Mandela çile çekti… Mandela dâva adamı idi… Mandela’nın serveti yoktu… Yirminci asrın birinci yarısında İngiliz sömürgecilerle mücadele eden Mahatma Gandi’ye bakalım: Biri beline sarılı, ötekisi omuzuna atılmış iki parça ucuz kumaş… Ayaklarında iki sandalet… Elinde sopadan bir asâ… Başı kabak… Cebinde beş parası yok… Bu âcizlik onun en büyük gücü idi.

Zâlim sömürgeciler canlarının istediği zaman onu tutukluyor, zindana koyuyorlardı… Bir sivrisinek kadar, karşı koyacak canı ve mecali yoktu. Lakin Gandi yine de güçlüydü…

19’uncu asırda Cezayir’de Emîr Abdülkadir, Kafkasya’da Şeyh Şâmil de, en sonunda yenilip esir düşmelerine rağmen çok güçlüydüler. Çünkü onların sarsılmaz imanları vardı… Onlar, ucu Resûllerin Seyyidine ulaşan nuranî bir silsilenin son halkası idiler… (Her ikisi de Şeyh Halid-i Bağdadî’den hilâfet ve icâzet almıştı…) Onlar Hak din ve nizam için fî sebilillah çalışıyorlardı… Hesapları, malvarlıkları tertemizdi… Onların hayat dosyalarında hiçbir kirli, kara, şâibeli sayfa yoktu…

Siyasetin türleri vardır.

Nebevî siyaset…

Âdil selâtînin siyaseti…

Âdil olmasalar bile Müslim olan selâtînin siyaseti…

Zâlimlerin siyaseti…

Fâsıkların…

Münâfıkların…

Şeyatînin…

İslâm’a hizmet etmek, Türkiye’yi yüceltmek için yukarıda saydığım siyasetlerin bazısı geçerli ve uygun değildir. 09 Nisan 2007