Çarşamba1950’de çok büyük bir iktidar adamının, özel bir sohbet esnasında, “Biz bu sefer din işini mihrabtan halledeceğiz” demiş olduğunu duymuştum. İslâm düşmanları dinimize dışarıdan yaptıkları saldırılardan netice alamayınca metod değiştirmişler ve kaleyi içten fethetmek için şeytanî stratejiler hazırlamışlardır.

Onların istediği İslâm dininde bir reform yapılması ve dinin dünya işlerine karışmamasıdır. Onlar şeriatsız, fıkıhsız, muamelatsız, hukuksuz yeni bir İslâm istiyorlar.

Bu hedeflerine erişmek için neler yaptılar, kısaca sayayım:

1. Şeriatsız ve ahkâmsız bir İslâm hümanizması türetmek için bazı ilahiyatçılarla anlaşmışlardır. Bunlardan biri, “Peygamber bir postacı idi, ölmüş ve işi bitmiştir. İslâm’ın tek kaynağı Kur’ân’dır, Sünnet diye bir kaynak yoktur, zaten hadîslerin çoğu uydurmadır” şeklinde propagandalar yapmakta ve nice cahil vatandaşı kandırmış bulunmaktadır. Peygamber devreden çıkınca, Sünnet elden gidince Kur’ân-ı Kerim’i doğru yorumlamanın imkânı olur mu?

2. Müslüman görünen bazıları fıkıh düşmanlığı yapmaktadır. Fıkıh olmazsa insanlar nasıl temizlenecekler, nasıl namaz kılacaklar, nasıl oruç tutacaklar, nasıl zekât verecekler, nasıl hacca gideceklerdir? Bu ibadetlerin tafsilatını fıkıh ilmi bildirir.

3. Birtakım ilahiyatçılara Kitabullah, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile kesin şekilde sabit olan dinî emirler inkâr ettirilmektedir. Meselâ bazıları “Dinimizde tesettür yoktur” diyor. Halbuki tesettür Kitab, Sünne ve icmâ ile sâbit olup münkiri dinden çıkar. Evet zamanımızda tesettüre riayet etmeyen İslâm hanımları vardır. Onlar, tesettürü inkâr etmezlerse dinden çıkmış olmazlar, sadece günaha girmiş olurlar. Lakin birtakım zındıklar İslâm’ın bu farzını çeşitli tevillerle; heva, heves ve re’ye dayanan geçersiz yorumlama ve zorlamalarla kaldırmak istiyor.

4. İslâm’ı içten çökertmek, Müslümanlar arasında anarşi çıkartmak isteyen şer güçleri, “Her Müslüman eline bir Kur’ân tercümesi alsın ve kendi kafasına göre Allah’ın kitabından hüküm çıkartsın. Din hocaları aradan çıksın” şeklinde propaganda yapıyor. Böyle bir kaos ve anarşinin sonunda Müslümanların perişan olacağını biliyorlar.

5. Din düşmanlarının hiç istemedikleri bir şey varsa o da, usûl-i fıkıh denilen ilimdir. Kitab’tan, Sünnet’ten nasıl hüküm çıkartılır? Bu hükümleri kimler çıkartabilir? Kur’ân’ı kendi heva, heves ve re’yiyle yorumlamaya kalkanlar niçin küfre kadar varan vartalara düşebilir? Cahillerin, uzman olmayanların din hakkında konuşmaları niçin doğru değildir? Din âlimi, fakih, müfessir olabilmek için neleri bilmek, nelere dikkat etmek gerekir? Dinsizler ve münafıklar Müslümanların bu incelikleri bilmelerini istemezler.

6. Müslümanların arasına bir sürü casus, ajan, provokatör sokmuşlar ve dine ve ümmete zararlı ne kadar fikir, metod, cereyan varsa onları Müslüman kesim içinde yaymışlardır.

Şu anda Türkiye’de eski Osmanlı uleması ayarında din alimi yetiştirecek eğitim müesseseleri bulunmuyor. Mevcut ilahiyat fakülteleri eski medâris-i İslâmiyenin yerini dolduramaz.

Böyle bir devirde aklı başında her vicdanlı Müslüman ehl-i sünnet geleneğine bağlı kalmalı, Sevad-ı Azam denilen geniş caddeden ayrılmamalıdır. Bir nevi fetret devrinde yaşıyoruz. Bu devirde din mevzuunda münakaşa etmek cinayet olur. Osmanlılar zamanından kalma akaid, ilmihal, fıkıh, ahlâk, tasavvuf kitaplarına bağlı kalmalıyız.

Bid’atçi, zındık, reformcu ilahiyatçıların peşlerinden gidenler Mevlâ’larını değil belâlarını bulurlar.

Sünnetsiz, hadîssiz İslâm olmaz. Peygamber’in işi öldükten sonra bitmiştir demek küfre kadar götüren bir sözdür. Peygamber İslâm dinini bütünüyle tebliğ etmiştir, ondan sonra vahiy gelmeyecektir ama, Allah’ın Resulü olan o yüce zat ta Kıyamet’e kadar Müslümanlar için en güzel bir model ve örnek olarak kalacaktır. Müslümanlar ona salavat getirecekler, onu canlarından, ana babalarından, evlatlarından, dostlarından daha fazla sevecekler, sünnetine uymak için büyük cehid sarfedeceklerdir.

Müslüman elbette Kur’ân okuyacak, muteber Kur’ân tefsirlerini mütalaa edecektir ama kendi kafasına, re’yine, hevâ ve hevesine göre yorum yapmayacak, hüküm çıkartmayacaktır.

Tesettür ondört asırlık bir icmâ ile sâbittir. Bu konuda asla ictihad yapılamaz. Tesettürün kendisinde, aslında değişik olmaz. Giyim kuşam, şekil, renk, üslûp değişiklikleri olması ise tabiîdir.

Kur’ân ribayı şiddetle yasaklamış, “Ribacılar Allah ve Resulüne savaş ilan etmişlerdir” demiştir. Hiçbir zındık, bid’atçı, reformcu ilahiyatçının ribayı helâl, mübah gösteren beyanına itibar edilmemelidir.

Günah işleyenler, işlenen günahı helâl ve mübah saymadıkça, dinden çıkmış olmazlar. Helal ve mübah sayanlar (Allah korusun) dinden çıkar, kâfir olur ve ebedî saadetlerini yitirerek korkunç azaba mahkum olurlar.

Herkesin sûfî olması, bir tarikata girmesi gerekmez. Lakin İslâm’da tasavvuf, tarikat, mistik hayat vardır. Bunlar inkâr edilemez. Tasavvuf yüksek ahlâk demektir, tasavvuf insanın olgunlaşmasına yardım eden bir müessesedir. Nice İslâm alimi râbıtaya, tevessüle, iştigaseye, istimdada izin vermiştir. Muhtelefün fih olan konularda kestirip atmak doğru değildir. Hakkında fetva ve ruhsat olan meselelerde tekelcilik yapmak yanlıştır. Sen yapmayabilirsin ama yapan Müslümanları şirkle, küfürle, sapıklıkla suçlayamazsın.

Gerçek şeyhler, gerçek mürşidler Şeriat’a sımsıkı bağlıdırlar. Onlar beş vakit namazı tâdil-i erkân ile kılarlar, cemaate devam ederler. Namazsız, abdestsiz, ibadetsiz şeyh de olmaz, mürşid de.

Arabistan’dan, Pakistan’dan, Arap dünyasından Türkiye’ye bazı fikirler, görüşler, hareketler ithal edilmektedir. Bunların bir kısmı yanlıştır, bid’at temeli üzerine kurulmuştur.

Şeriatın esaslarına aykırı olmayan bütün çeşitlilikler haktır, meşrudur.

Cahillerin, icazeti, selahiyeti ve ehliyeti olmayanların dinî konuları mıncıklaması doğru değildir. Arap dünyasında, ev sahibi misafirine “Rabbü’l-beyt”siniz, yâni siz bu evin efendisisiniz der. Misafire rab dediği için müşrik ve kafir olmaz.

Dinî konularda işkembe-i kübradan konuşan, kendi re’y, hevâ, hevesiyle ahkam kesenler bu dine, bu ümmete büyük zarar vermektedir.

Akaid, fıkıh, ahlâk kitaplarımızdaki kesin hükümlere aykırı fikirler ve görüşler serdedenler sapıktır.

Piyasadaki tefsirlerin ve meallerin hepsi de muteber değildir. Elmalılı Hamdi Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen, Konyalı Vehbi efendi gibi icazetli müfessirlerin telif ve tasnif etmiş oldukları muteber tefsirler okunmalıdır.

Herkesin evinde muteber bir fıkıh-ilmihal kitabı bulunmalıdır. Meselâ Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslâm İlmihali” veya Hacı Zihni efendinin “Nimet-i İslâm”ı.

Ahlâkî konularda İhyau Ulûmi’d-din gibi muteber ve mübarek eserler okunmalıdır. Alıp da okumamanın bir faydası olmaz. Alalcaksın, okuyacaksın ve içindeki bilgileri gücünün yettiği kadar kendi hayatına tatbik edeceksin.

Dinsizliğe ve dinsizlere verilecek en güzel cevap Ezan-ı Muhammedî okununca camiye gidip cemaatle namaz kılmaktır. 07 Eylül 2000