İslâm’ı Yaşıyor muyuz?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Perşembe
İslâm bir hayat nizamıdır. İbadete (Allah’a kulluk etmeye), dünya hayatının tanzimine, muamelâta, hukuka, insanların münasebetlerine, ahlâka, görgüye ait hükümleri, emir ve yasakları vardır. İslâm, Batılıların anladığı mânada bir din değildir. O aynı zamanda bir medeniyet, bir kültürdür.
Bugünkü İslâm dünyası İslâm’ı hayata uygulamakta başarılı olamıyor. Mükemmel olan gerçek İslâm’ı değil, onun sanki karikatürünü uyguluyor.
Önce ibâdetlerden ve onların başında gelen günlük namazlardan başlayalım:
Şehirlerde, Ezan-ı Muhammedî’yi en güzel sesli, bu işin ilmine ve sanatına vakıf ehliyetli müezzinler okumalıdır. Dindar olmayan kimseler bile ezanı zevkle dinlemelidir. Şimdi durum böyle midir? İstisnâlar dışında, ezan güzel okunmamaktadır. Diyanet tarafından tâyin edilmiş olan ezan okuma memurlarının önemli bir kısmının sesleri, müzik bilgileri, üslup ve edaları, tek kelime ile ehliyetleri bu işe yeterli değildir.
Minarelerden “Allahü Ekber…” sedaları yükselmeye başlayınca şehir irkilmeli, hayat durmalıdır. Halkın dindar kesimi akın akın camilere doğru akmaya başlamalıdır. Hayat günde beş kez ezanla ve namazla durmalıdır.
Ezan okumalar yetersiz olduğu gibi namaz kılmalar da yetersizdir. Nerede Peygamber’in, Ashab’ın, Sâlih seleflerin, eski çağlarda yaşamış uyanık, şuurlu, güçlü ve üstün Müslümanların namazları, nerede bizim namazlarımız.
Cami imamları, toplumun en bilgili, en âlim, en ârif, en güzide, en seçkin, en hürmete şayan (saygın) Müslümanları arasından seçilmiş olmalıdır. Halk, aydınlar, gençlik onların ardından saf bağlayıp namaza durmak için büyük bir arzu ve istek duymalıdır.
Vakit namazlarının ezanları okununca alış veriş, ticarî muameleler, günlük hayat işleri yavaşlamalı, camiler cuma namazlarında olduğu gibi dolmalı, büyük bir zevkle, büyük bir huşû ile, büyük bir kendini veriş ile ibâdet edilmelidir.
Şimdiki Müslümanlar şaşırmış vaziyettedir. Çok sofu geçinen kimseler bile ezan okunurken konuşmakta, dünya işleri yapmaktadır. Camiye gidenlerin sayısı çok azalmıştır. Bu ne büyük bir gaflettir.
Müslümanların bir kısmı İslâm nizamını kuracaklarından, Asr-ı Saâdet’i geri getireceklerinden bahsediyorlar. Ezanın ve namazın hakkını bile veremeyen bu gafiller, bu âcizler, bu tembeller ne büyük lâflar ediyorlar!
Namazdan başka ibâdetler, oruç, zekât, hac da bu devirde hakkıyla eda edilmiyor. Zengin ve varlıklı Müslümanlar zekatlarını fakirlere dağıtabilseler ne güzel bir sosyal adalet iklimi meydana getirilmiş olurdu.
Onbir ayın sultanı Ramazan’ın hakkını verebiliyor muyuz?
İslâm’ın medeniyet, kültür ve nizam olan taraflarını da yaşıyamıyoruz. Bugünkü Müslümanların mimarlığı, şehirciliği; mâbetlerinin, meskenlerinin, işyerlerinin, şehir ve köylerinin şekli ve üslubu ne kadar berbat ve İslâm’dan uzak. Kılık kıyafetlerimiz, kadınlarımızın tesettürü, evlerimizin ve işyerlerimizin dekorasyonu da kalitesiz ve sanatsız.
İlmin, medeniyetin, kültürün, kimliğin, kişiliğin temel vasıtası ve âleti olan lisan ve edebiyat sahasında da çok geri ve yetersiz kalmışız.
Milyonlarca Müslümanı peşlerine takan, her yıl islâmî faaliyetler için onlardan milyarlarca dolar para toplayan; kimisinin mehdi, kimisinin kutub, kimisinin gavs, kimisinin mâneviyat sultanı olduğu iddia edilen birtakım din baronları namaz, diğer ibadetler, ilim, irfan, kültür, sanat, hayata hakimiyet, Müslümanları yükseltmek, vasıflandırmak, güçlendirmek, üstün kılmak konusunda niçin beklenilen hizmetleri verememişlerdir?
Müslümanlar niçin İslâm’ı ve çağı yakalamış din âlimleri, mürşidler, aydınlar, seçkinler, hukukçular, mimarlar, medyacılar, sanatkârlar yetiştiremiyor?
Müslümanlar, sayıca çok kalabalık olmalarına rağmen niçin düşmanları, rakipleri, karşıtları tarafından eziliyor; onların zulmüne mâruz kalıyor, zillet ve zebunluk içinde yaşıyor?
İslâmî hizmet ve faaliyetleri âlet ederek din sömürüsü yapan, Müslümanları aldatan, uyutan, afyonlayan, dolandıran, kandıran, büyük şahsî servetler edinen, kâzip (yalancı) şöhretler kazanan birtakım arivist, demagog, şarlatan, üçkâğıtçı, yiyici, hortumlayıcı, devşirici adamlar İslâm’ı ve Müslümanları temsil edebilir; başarılı bir islâmî uygulama sergileyebilirler miydi?
Bugünkü birtakım kodamanlar ve kocamanlar niçin Sâlih Seleflerin; İmamı Rabbanî’lerin, İmamı Gazalî’lerin, Abdülkadir Geylanî’lerin, Ahmed er-Rufâî’lerin, Şeyh Şâmil’lerin, Emir Abdülkadir’lerin, Halid-i Bağdadî’lerin, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhânevî’lerin, Hasan eş-Şâzelî’lerin ve bunlar gibi âlim, ârif, zâhid, sâlih, veli, muttaqi büyüklerin yolundan gitmiyorlar?
İslâmî hayattaki, islâmî hizmet ve faaliyetlerdeki, islâmî kültür ve medeniyet hareketlerindeki, islâmî mimarîdeki bu sönüklükle, bu gerilikle, bu yetersizlikle Müslümanların zilletten kurtulup izzet bulmaları nasıl mümkün olacaktır?
Din şahsî ihtiraslara, dünya şehvetlerine, maddî menfaatlere, enâniyetlere, nefsâniyetlere, heva ve heveslere âlet edildiği müddetçe Müslümanların kurtulması, yücelmesi, izzet ve şerefle yaşaması mümkün olmayacaktır.
Bu din, kendisine bağlı olanlara üç günden fazla başsız kalmayı, paramparça bir şekilde fitne fesat, tefrika, nifak ve şikak içinde yaşamayı yasak ediyor. Peki Müslümanların niçin bir İmam-ı Kebiri; bir Ümmet teşkilâtı yoktur. Müslümanları kurtaracaklarını, selâmet sahiline ulaştıracaklarını iddia eden baronlar, Ehl-i İslâm’ı birleştirmek, tek bir Ümmet haline getirmek için ne yapmaktadır?
Müslüman sorumlular, Müslüman aydınlar ve seçkinler, Müslüman rehberler bu din-i mübin için, Yahova Şahitleri’nin kendi tarikatları için çalıştıkları kadar çalışıyorlar mı? Maalesef, biz kendi dinimiz için onların yüzde, hattâ binde biri kadar çalışmıyoruz. Bu tembellik, bu gayretsizlik, bu himmetsizlik bizim için büyük bir ayıp değil midir?
Din için bunca para toplanıyor. Bu paralarla ilmin, irfanın, zekânın, kültürün, akl-ı selimin, hikmetin ışığında ve rehberliğinde nice büyük hizmetler yapılır ve fütühatlar elde edilebilirdi. Niçin, yapılması mutlaka gereken birtakım hizmetler yapılmamış, fütühata nâil olunmamıştır?
Müslümanlar, Müslümanlar! Bugünkü din baronlukları sistemiyle, bugünkü parçalanmışlıkla, bugünkü tefrika, fitne fesat, nifak ve şikak ile, bugünkü kırsal kesim, gecekondu, taşra ve varoş kafasıyla, bugünkü çağdışı reçetelerle, bugünkü bid’atlerle, bugünkü din istismarıyla, bugünkü baronlar sistemiyle, bugünkü enâniyet ve ihtiraslarla, bugünkü ucuz ve gülünç stratejilerle kurtulmamızın mümkün olmadığını sizlere açıkça ilân ediyorum. Bugünkü durumumuz Kitabullah’a, Peygamber’in (Salat ve selam olsun ona) Sünnet’ine, evrensel islâmî hikmete, akla, mantığa uygun değildir.
Durumumuzu islah etmek için gerekli niyete, iradeye, ilme, irfana, kültüre, evsafa, güce, üstünlüğe, ahlâka, fazilete sahip değilsek, o halde esarete ve zillet içinde yaşamaya devam edeceğiz demektir. 08 Ocak 1999