İslâm’ın Şahlanışı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 04 Şubat 2019
Cuma
Dinsizlerin, pozitivistlerin, aydınlık’çıların kehanetleri gerçekleşmedi. Onlar, “medeniyet, pozitif ilimler, fenler, sanayi ilerledikçe din gerileyecek, günün birinde ortadan kalkacak” diyorlardı.
Yirmibirinci asrın bu ilk yıllarında İslâmiyet’in şahlanışına şahit oluyoruz.
Avrupa’da Hıristiyanlık gerilerken İslâmiyet ilerliyor. Yüksek tabakadan çok kültürlü, büyük bir İtalyan düşünürü, (Müslüman olmuştur) bir dostuma şöyle söylemiş: “Fransa, İtalya, Amerika elli yıl içinde Müslüman olacak…”
Batı medeniyetini, maddeyi ve tekniği, pozitivizmi, sekülarizmi bir din gibi benimseyenler İslâm’ın şahlanışını kabul etmek istemiyor.
En son Fransa’da çok ilginç bir hadise yaşandı. Ateist bir Yahudi babanın liseye giden biri on sekiz, biri onaltı yaşındaki iki kızı Müslüman oldular, çarşafa girdiler ve disiplin kurulu kararıyla okuldan atıldılar. Bütün Fransa bu hadisenin yankıları ile çınladı. Yahudi ateist baba, medenî ve demokrat bir insan olduğu için kızlarının haklarını savundu. Lehte ve aleyhte konuşmalar yapıldı, makaleler ve kitaplar yazıldı. Fransız jakoben laikçiler (laikler değil) okullarda hattâ sosyal hayatın bütününde tesettürü yasaklayıcı bir kanun çıkartılmasını istiyorlar. Avrupa Parlamentosu Milletvekili Daniel Cohn-Bendit (Yeşiller) buna karşı çıkıyor. “Böyle bir kanun büyük bir salaklık olur; hiçbir suç ve kabahat işlememiş iki çocukcağız nasıl olur da okuldan atılabilir?” diyor.
Önlemeye çalışsalar da, İslâmiyet geliyor. Ancak nasıl bir İslâmiyet geliyor?
Birtakım Müslümanlar terör yaptıkları için dinsizler, İslâm karşıtları “İslâmî terörden” bahsediyorlar. Bir Müslüman veya birkaç Müslüman hırsızlık yaparlarsa “İslâmî hırsızlıktan” bahsedilebilir mi?
Irak, yabancı düşman devletler tarafından işgal edilmiştir. Bir kısım Iraklı vatanseverler ve aktivistler düşman kuvvetlerine karşı gerilla savaşı veriyorlar. Buna terör denilmez. Birkaç on bin Iraklı baskınlar tertipliyor, vur-kaç tekniğiyle işgalcileri cezalandırıyor. İnsafı ve vicdanı olanlar bu savaşa bir isim arayıp bulabilirler, lakin buna asla terör, terörizm diyemezler.
Yirminci asrın ilk çeyreğinde iki İslâm ülkesinde tasavvuf tarikatları yasaklandı, tekkeler ve zaviyeler kapatıldı. Bu yasaklama Türkiye’de laiklik ve uygarlık adına; Suudi Arabistan’da din ve Şeriat adına yapıldı.
İnsanlık bu devirde İslâm tasavvufuna, tarikatlara, tekke, zaviye ve dergâhlara son derece muhtaçtır.
Mevlânâ Celâleddîn Rumî’nin, Muhammed Bahâüddîn Nakşibend’in, Abdülkadir Geylanî’nin, Ahmed er-Rufaî’nin, Hasan eş-Şazelî’nin, Hacı Bayram-ı Velî’nin ve diğer İslâm ulularının terbiye ocakları kapatılır ve kanun dışı ilan edilirse elbette birtakım bozukluklar olacaktı. Nitekim olmuştur.
Cumhuriyetin ilk on beş yılı içinde, Mason locaları da kapatılmıştı. Millî Şef İsmet Paşa zamanında onlar tekrar açıldı, fakat tarikatlar üzerindeki yasak sürdürüldü.
Haşhaşîn taifesinin sergilediğİ İslâm, asıl İslâm’ı temsil etmez. Onlar aşırı bir uçtur. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı, terörizmi benimsemez. İslâm’da suçsuz, bîgünah insanların öldürülmesi meşru görülmez.
Bizim büyük medyamız son patlamalar dolayısıyla Şeriat hükümlerine riayet eden birtakım dindar Müslümanlar aleyhinde akla, sağduyuya, insafa, vicdana, temel insan haklarına ters düşen yayınlar ve kışkırtmalar yapmaktadır.
Her insanın din eğitimi almaya, çocuklarına din eğitimi verdirmeye hakkı vardır. Birleşmiş Milletler Evrensel İnsanHakları Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer temel haklarla ilgili metinlerde din eğitimi hakkının temel bir hak olduğu ve hiçbir bahane ile çiğnenemeyeceği açıkça beyan olunmaktadır.
Başta İslâm âlemi olmak üzere bütün insanlık İslâm tasavvufuna muhtaçtır. Tasavvuf İslâm’ın temel boyutlarındandır, tasavvufsuz bir İslâm düşünülemez. Keşke Mevlânâ Celâleddîn Rumî’nin dergâhı kapatılmamış olsaydı da, Türkiye bugünkü hale gelmeseydi.
Tasavvuf ve tarikat yolunu kapatırsanız aşırılıklar meydanı boş bulur.
Bundan sonra ne olacaktır?
Tarihî bir devir yeni başlamıştır, senaryosunu ve sonunu kesin bir şekilde bilmediğimiz filmin ilk dakikalarındayız.
Amerika İslâm’a karşı giriştiği savaşı kazanamayacaktır.
Afganistan’da ve Irak’ta her geçen gün biraz daha batağa saplanacaktır.
Ortadoğu’da âdil ve kalıcı bir barış kurulamadığı taktirde üçüncü dünya savaşı başlayacaktır.
İsrail’in elinde külliyetli miktarda nükleer silah ve bomba bulunmaktadır. Bunları kullanmaya kalktığı taktirde, milyonlarca insan ölecek, dünya cehenneme dönecektir.
İslâm dünyası kendi petrolünden yararlanamamaktadır. Her yıl petrol satışından yüz milyarlarca dolarlık gelir elde ediliyor, buna karşılık yüz milyonlarca Müslüman sürünüyor. Bu haksızlık, bu adaletsizlik, bu sömürü hep böyle devam etmez.
Din, inanç, vicdan, düşünce hürriyeti kuru laftan ve edebiyattan ibaret değildir. İnananlar, inandıkları gibi yaşayabilmek, hayatlarını din ve inançlarına göre tanzim edebilmek hakkına sahiptirler. Mini etek, mayo giymek bir kısım kadınların hakkı ise; Müslüman kadınların ve kızların da başlarını örtmeye, tesettür kıyafetine bürünmeye hakları vardır.
İslâm karşıtlarının, zekâları kadar akılları ve bilgelikleri olsa, var güçleriyle tasavvufu desteklerler.
Müslümanlar ve insanlık Mevlânâ Celâleddîn Rumî Hazretlerinin anladığı, uyguladığı, sergilediği İslâm’ı benimseseler bu dünyada dirlik ve düzen olur.
Mevlânâ birtakım Masonların, münâfıkların iddia ettikleri gibi Şeriatsız, ibâdetsiz bir Müslüman değildir. O sımsıkı Kur’ân’a ve Sünnete, Şeriat ahkâmına, fıkha bağlıydı. Beş vakit namazdan başka geceleri saatlerce nafile namaz kılardı; çok gününü oruçlu olarak geçirirdi. Bazen akşamları bir yudum suyla oruç bozmak suretiyle üç gün üst üste oruç tuttuğu olurdu. Şeriatsız, fıkıhsız, ibadetsiz İslâm olmaz.
İslâm düşmanları, cereyan eden bunca ibretli hâdiseden hiç ders almışa benzemiyorlar. 06 Aralık 2003