İslâm’ın Tek Hak Din Olduğuna İnanmamak Kişiyi Dinden Çıkartır
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 28 Aralık 2018
Pazartesi
Eski YÖK Başkanı
Ankara’da bir üniversitenin kampüsü içinde cami yaptırıyor haberini duyduğum zaman memnun olmuştum. Sonra sevincim boğazıma tıkandı. Meğerse bu camide üç mabet bulunacakmış.
(sinagog)
Yıllarca önce bir fıkra okumuştum: Bundan asırlarca önce bir Osmanlı paşası kendi adına bir cami yaptırtmış, onun ardından bir de kilise. Bu nasıl oluyor diye soranlara: Ben dönmeyim, İslâm’a sonradan girdim. Hangi din haktır kesin olarak henüz bilemiyorum. İslâm haksa camiyle, Hıristiyanlık haksa kiliseyle ebedî selametimi kurtarırım cevabını vermiş.
Zamanımızda bazıları,
inancıyla işte böyle üç mabetli binalar yaptırıyor. Ramazan ayında
Kiliselerde bile iftar ziyafetleri çekildi. Sarıklı hocalar, papazlar, hahamlar neşe içinde yediler, içtiler, sohbet ettiler.
Dinlerarası diyalog 1960’lı yıllarda Katolik kilisesi tarafından çıkartılmıştır. Türkiye’de bu işi dinî bir cemaat üstlenmiştir.
İslâm’ın TEK hak din olduğu inancını kırmak, onun yerine “Üç hak İbrahimî din” inancını getirmek.
Azıcık ilmihal ve din kültürü bilen bir Müslüman böyle bir inancı kabul edemez. İslâm’ın tek hak din olduğu Kur’ânla, Sünnetle icmâ-i ümmetle, akılla, mantıkla sabit çok sağlam bir inançtır. Bunu inkâr eden, Kur’ân’ın muhkem (kesin) bir ayetini inkâr etmiş olur. Kitabımız
(hak, makbul, geçerli)
diyor. Bu diyalog inancı ile farkında olmadan yığınla Müslüman dinden çıkmıştır, çıkmaktadır. Dinden çıkmak için İslâm dinini bütününü, Kur’ân’ın bütününü inkâr etmek gerekmez.
Mütevatir hadîsleri inkâr eden dinden çıkar. Pakistanlı meşhur bir zat, İslâm’ın kaderle ilgili şartından kitaplarında hiç bahs etmez.
Bizde birtakım light, evcil, sulandırılmış
nice Kur’ân ayetini, nice sahih hadîsi inkâr ediyor. Bunlara inanıp peşlerine düşenler dinden çıkmış olurlar.
Bundan altmış yetmiş yıl önce dine dıştan hücum ediliyordu. Zındıklık komitaları sonra taktik değiştirdiler ve İslâm’ı içinden yıkmak için çalışmaya başladılar. Biz ehl-i sünnet Müslümanları pek farkında değiliz ama ülkemizde çok büyük bir irtidat (dinden çıkış) cereyanı vardır.
Müslümanların
hareketi hakkında mutlaka uyarılması gerekmektedir. Bir iki makale yazmakla, bir iki kitapta kötülemekle, yetersiz cılız propaganda yapmakla; bu zararlı, dinden çıkarıcı cereyan ve hareketi frenlememiz, durdurmamız mümkün olmaz.
Diyaloğa karşı çok yoğun, çok güçlü, gece gündüz hiç durmadan sürdürülerek bir uyarı seferberliği başlatılmalıdır. Bu seferberlik bütün cemaatlerin, tarikatların, grupların, hiziplerin üzerinde olmalıdır.
Çok ikna edici, aydınlatıcı broşürler, kitapçıklar çıkartılmalıdır. Muhkem ayet ve hadîslerle, böyle bir şeyin İslâm’a tamamiyle ters düştüğü anlatılmalıdır. Bu propaganda seferberliği hiçbir şahsın ve topluluğun maddî menfaatine, nüfuzuna alet edilmemelidir.
(ihlasla)
Tek hak din İslâm’dır. Bunda hiç şüphe yoktur. Hazret-i Muhammed aleyhissalatü vesselamın risaletini (Peygamberliğini), Kitabını, dinini kabul etmeyenlerle diyalog miyalog yapılmaz.
Halkımız, vatandaşlarımızı, kardeşlerimizi irtidat (dinden çıkma) facia ve felaketinden kurtarmak için var gücümüzle seferber olmalıyız. Bir Müslüman için en büyük felaket, dinden çıkmaktır.
Diyalogla mücadele işini yasal sınırlar içinde yapmalıyız. Bu bir iman hizmetidir. Bu hizmeti yapmazsak, dinden çıkanların vebáli bizim üzerimize olacaktır. Bu hizmeti yapmazsak, dinsizlik komitalarına dolaylı şekilde yardım etmiş oluruz. Bu zarurî ve hayatî hizmeti kimler yapacaktır?
Ticaret ve esnaflık sektöründe ahlâkî durum hiç de parlak değildir. Anormal derecede çok vadeli senet/bono ödenmiyor. Yine çok sayıda çek karşılıksız çıkıyor. Verilen sözler tutulmuyor. Karşılıklı itimat/güven son derece sarsılmıştır.
Bir İslâm toplumunda böyle mi olmalıydı? İslâm fıkhı/şeriatı ne diyor:
Dinimiz kişinin borcunu ödemesini farz kılmıştır.
Borçlu haklı sebeplerle sıkıntıya düşmüşse, alacaklının ona kolaylık sağlaması, vadeyi uzatması, alacağını taksitlere bağlaması vaciptir. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’de
buyurulmaktadır. Bugünkü fakirleştirilmiş Türkçe ile
mánâsına gelir. Gerçek, şuurlu, şerefli, haysiyetli, mürüvvetli, namuslu bir Müslüman borcunu öder.
Ticarî hayatta borçlar ödenmez, bonolar ve senetler karşılıksız kalırsa güven çöker, güvenle birlikte ticaret ve iktisat çöker. Ticarî hayatta veresiye mal alıp borcunu ödememek bir tür hırsızlık ve dolandırıcılıktır.
Resulullah Efendimize bir Müslümanın öldüğünü, cenaze namazını kıldırmasını söylemişler.
diye sormuş. Var demişler.
demiş. Borç ödenmiş, Efendimiz ondan sonra cenaze namazını kıldırmış.
Şu beyinsiz tacire veya esnafa bakınız. Vadeli mal alıyor, bunları satıyor ve paranın hepsi ile mülk alıyor. Peki, alacaklının hakkı ne oluyor? Adamcağız alacağını istediği vakit bizim beyinsiz
diyerek işin içinden çıktığını sanıyor. Dindar tacir o kimsedir ki, aldığı malın borcunu ödemek için gerekiyorsa gayr-i menkullerinden (taşınmaz mallarından) birini satar ve hesabı kapatır. Müslüman o kimsedir ki, onun senet sepet vermesine bile lüzum yoktur. Çünkü onun sözü senettir.
Merhum
Tezâkir’de yazıyor. 19’uncu asrın ikinci yarısında resmî bir vazife ile Bosna’ya gitmiş. Orada büyük toptancı tacirler taşradaki küçük esnafa veresiye (açık hesap) mal verirlermiş. Verilen mallar ve fiyatlar bir deftere kayd edilir, alana da listesi verilirmiş. Cevet Paşa sormuş: Senet sepet yapmaz mısınız? Hayır demişler. Ya borçlu ödemezse? Öyle şey olur mu? Mutlaka öder cevabını vermişler.Peki ya adamcağız ölürse? Yine ödenir varisleri listeyi bulurlar ve parayı getirirler. Şimdi bu ahlaktan ne kadar uzaklaşmışız…
Herifin bir yığın ticarî borcu var, bunları ödemiyor. Gidiyor otomobil alıyor, mülk alıyor. Zaten beyinsizlik yüzünden ortada nakit/likit para yok.
Zengin de olsa (genellikle) kirada oturur, mülke vereceği parayı çalıştırır, kâr eder.
Öyle salaklar biliyorum ki, eline biraz para geçince çıldırıp kudurdu. Çocuklarının annesi emektar hanımı boşadı, genç bir şırfıntı ile evlendi. Yahut, eskisini boşamadı, şırfıntıyı kapatma olarak aldı.
13 Ekim 2008