İslâmla Barışmak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Şubat 2019
Cuma
Hangi kesimden ve inançtan olursak olalım; ister Müslüman, ister dinsiz, hepimiz şu temel gerçeği artık görmeli ve kabul etmeliyiz: Türkiye’de bir din krizi, bir din kavgası vardır. Türkiye gündeminin temel maddesi dindir. Aşırı laikçiler (laikler demedim), militan dinsizler, fanatik ve saldırgan ateistler (hepsi değil) benim bu iddiama itiraz edecek olurlarsa kendilerine:
“– Peki ülkemizin ana gündem maddesi din değilse, niçin hergün dinden bahsediyorsunuz? Gazetelerinizde, beyanlarınızda söylev ve bildirgelerinizde; sohbetlerinizde, gizli toplantılarınızda daima din konusunu işliyorsunuz. Aleyhte ve menfi (olumsuz) da olsa hep din, hep din…”
Tarihin her devrinde her toplumun dini olmuştur. 1789 Büyük Fransız İhtilalinden sonra bir ara Hıristiyanlık yasaklanmış, kiliseler yağma ve tahrip edilmiş, manastırlar kapatılmış, nice din adamı ve dindar idam edilmiş; akıl dini diye uyduruk ve saçma bir din çıkartılmıştır ama bu kopukluk uzun sürmemiş ve kısa bir müddet sonra yine normale dönülmüştür.
1917 Oktobr ihtilalinden sonra Bolşevik Rusya’da dine savaş açılmış, Bozbojnik (Allahsızlar) cemiyeti kurulmuş, yetmiş sene boyunca halk yığınlarının vicdanından din, inanç, ibadet, mabet kavramları sökülmek istenmiş, lakin başarılı olunamamıştır.
1966’da Arnavutluk’un diktatörü Enver Hoca dini, inanmayı, ibadeti yasaklamış, bu konuda dehşetli bir devlet terörü uygulamış, geberip gittikten sonra din yeniden canlanmıştır.
Bir toplumdaki inançsızlar, ateistler küçük bir azınlık teşkil ederler. Büyük kütle inançlıdır, dindardır. Hiçbir ideoloji dinin yerini tutamaz. Halk yığınlarını, genç nesilleri dinsiz veya daha az, en az dindar yapmak gayretleri ülkeye, devlete, halka büyük zarar verir. Gerçek dini kovarsanız, onun yerine inançsızlık gelmez; sahte dinler, dinin yerini tutmaya çalışan “dinimsi” felsefe ve doktrinler gelir.
Müslüman Türkiye halkı bin yıl boyunca bu coğrafyada dinî inanç ve değerlerle yaşamış, yükselmiş, ayakta durmuştur. Onlar zayıflar ve sarsılırsa Türkiye de sarsılır ve maazallah çöker.
Bazıları “Efendim, biz İslâm’a karşı değiliz, sadece dinde reform yapılmasını istiyoruz, dinin çağa uydurulmasını istiyoruz…” diyeceklerdir. Mâkul olsunlar. Dinde reform yapılıp yapılmaması onların işi değildir. Din işlerini niçin din âlimlerine, din temsilcilerine bırakmıyorlar?
Yaşlı bir adam ter ter tepiniyor, “İslâm’da bir Martin Lüther çıksın, dinde reform yapılsın!..” diye. Be adam, sen bir kere Müslüman değilsin. Müslüman olmayan bir kimsenin böyle konuşması gülünç değil midir?
Türkiye’de İslâm’la ve Müslümanlarla uğraşanlar, dinde reform ve yenilik yapılmasını istiyenler iki zümredir:
1. İki kimlikli, zâhiren Türk ve Müslüman görünen bir kısım “Gizli Yahudiler”.
2. Çeşitli propaganda ve eğitimlerle beyinlerini yıkadıkları, kendilerine benzettikleri “Benzetilmişler”.
Dinde reform diye bir yaygara tutturmuşlar gidiyorlar. Dinin hükümleri ilahî ve evrenseldir. Onlarda reform ve değişiklik yapılamaz.
Şu hezeyana bakınız: “Üç yüz küsur Kur’ân ayetinin bugün hükmü kalmamışmış…” Bu adamlar bilmiyorlar mı ki, Kur’ân’ın hükümleri Kıyamet’e kadar bakidir.
Gizli Yahudiler tarafından kışkırtılan, teşvik edilen reformcu ve yenilikçi bir profesör yıllardan beri şu teraneyi tekrar edip durur: “- Peygamber bir postacı idi. İslâm’ı tebliğ etmiş, işi bitmiştir. Onun Sünnet’i din kaynağı değildir. Peygamberi bırakın, benim dediğim ve anlattığım İslâm’a gelin. İlmihal Müslümanlığı yanlıştır…” Bu hezeyanları bir ilahiyat profesörü nasıl sarfedebilir? Kur’ân nice ayette “Peygambere tâbi olun, Peygamber size ne getirdiyse kabul edin, Peygambere itaat edin, Peygamberi en güzel bir örnek ve model olarak kabul edip, yapın dediklerini yapın, yapmayın dediklerini yapmayın…” demiyor mu? Peygamber vefat etmiştir ama ruhaniyeti, hatırası, Şeriatı, Sünneti dipdiri, capcanlı olarak içimizdedir.
Türk devleti, Türkiye Cumhuriyeti yüce İslâm dini ile savaşmaz, kavgalı olmaz. Onları tenzih ediyorum. Bizde İslâm ile savaşanlar, kendilerini, 14’üncü Louis gibi “Devlet benim” diyerek devlet yerine koyan bir takım güçlerdir.
Hangi inanç, ideoloji ve doktrine bağlı olurlarsa olsunlar; isterse ateist, isterse Sabatayist olsunlar İslâm dini ile barışmak ve uzaklaşmak zorundadırlar. Dine karşı açılan savaşın ne ülkeye, ne devlete, ne halka faydası vardır. Dünya haritasına baksınlar: Hangi ciddî, oturmuş, medenî, demokrat, hukuklu, insan haklarına bağlı sistem ülkesinin, tarihinin ve halkının dini ile sürtüşüyor? Hiçbiri
Kendilerini devlet gibi görenler, devletle özdeşleştirenler akıllarını ne zaman başlarına toplayacaklar?
Mevsim yaz, havalar güzel… Hali vakti yerinde her ailenin güzel bir otomobili var. Dindar olmayanlara bir şey dediğim yoktur ama dindarlara bir teklifim var: Haftada hiç olmazsa bir gün otomobilimize binelim ve yatsı namazını büyük camilerden birinde kılalım. Mesela İstanbul’da Sultanahmet, Eyüp Sultan, Laleli camilerine gidelim. Hem cemaatle namaz kılmış oluruz, hem de otomobilimizin bir nevi zekatını ödemiş oluruz. Sanki insana bir değer kazandırırmış sanıp övündüğümüz, hattâ bazımızın gurur duyduğu otomobillerle nerelere gitmiyoruz ki. İşe, ticarî görüşmeye, yemek yemeye, pikniğe… Haftada bir kere de camiye ve ibadete gitsek olmaz mı?
Bir teklifim daha var ama onu uygulamak çok zordur, otomobiliniz çok lüks, çok pahalı, çok gösterişli, çok gurur ve kibir verici ise, onu satınız, bir derece aşağısını alınız. Kırk milyarlık bir otomobil mi, onu satın ve otuz milyarlığını alın… “Yapamam, otomobil benim canım, ciğerim, gururumdur…” mu diyorsunuz? Gurur ve kibir insanı nereye götürür biliyor musunuz? Bilmeyenler bilenlere sorsunlar. 12 Temmuz 2003