İsmet Paşa dindar mıydı?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Ocak 2019
Salı
Galatasaray’ın Beyoğlu’ndaki orta ve lise kısmında okuduğum yıllarda (1945-52) okulun aşçıbaşısının bir hatırasını dinlemiştim: Daha önce bir ara Çankaya Köşkü’nde aşçılık yapmış. Cumhurbaşkanı İsmet Paşa’nın annesi Cevriye hanım çok dindarmış. Namaz kılar, oruç tutarmış. İsmet Paşa annesine hürmet eder ve ona Ramazan’da oruç yediğini göstermezmiş. Merhume Cevriye hanım uzun siyah manto giyen, başını yine siyah bir başörtü ile örten bir hanımdı. Bundan 20 küsur yıl önce Van’a gittiğimde eski müftülerden Şeyh Reşid efendi ile tanışmıştım. İnönü hakkında çok enteresan şeyler anlatmıştı. Onları şimdi bu sütunlarda yazmam doğru olmaz.
İsmet Paşa, Sultan Abdülhamid zamanında gençliğinde çok dindar görünürmüş. Halıcıoğlu’nda Mühendishane-i Berri-i Hümayu’nda (Kara Harp Okulunda) görünür yerlere seccade serip namaz kıldığı söylenir.
Lozan müzakereleri esnasında Paşa’nın Şeriat ve hilafet taraftarı olduğunu gösteren hayli beyanı bulunmaktadır.
Birinci cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in yanında uzun yıllar uşaklık (garsonluk vs) yapmış olan Cemal Granda, hatıralarında böyle diyor. Bunca yıl Köşkte, başka yerlerde Atatürk’e hizmet ettim. Bir kere bile namaz kılındığını görmedim. Sadece senede bir gece, Kadir gecesinde içki sofrası kurulmazdı…
İsmet Paşa’nın torunu Milliyet gazetesindeki röportajda (3 Eylül 2007 ) Latife hanım da dindardı, köşke getirdiği çeyiz içinde mutlaka bir seccadesi varmıştır şeklinde konuşuyor. Latife hanımın dindar olması mümkün değildir. Aile yapısı, etnik kökeni, asıl kimliği böyle bir şey ile bağdaşmaz. Halkın karşısına sımsıkı tesettürlü olarak çıkması bir siyaset ve takiyedir. Millî mücadeleden sonra Mustafa Kemal’e bilhassa İstanbul’da büyük bir muhalefet vardı.
Mete Akyol’un 1950’den sonra Latife hanım ile yapılmış bir röportajı vardır. Ayazpaşa’daki köşkünde oturuyor. Konuşma esnasında öfkeli bir tavırla Taksim’de namaz kılındığından bahs ederek köpürüyor.
Ölmüş tarihî şahsiyetler hakkında hüküm verebilmek için büyük, ciddî, bîtaraf, objektif, güçlü tarihçilerin araştırmalar yapması gerekir.
İsmet Paşa dindar mıydı, değil miydi? Müslümanlara zulm etti mi etmedi mi? Celal Bayar’ın İslâm’a ve dindar Müslümanlara karşı tutumu neydi?
Bir iki rivayetle, bir iki hatıra paragrafıyla, bir iki şehadetle bu konularda kesin hüküm verilemez. Tarihçiler mahkeme hakimleri gibidir. Onlar yıllarca süren ciddî ve derin araştırmalar yaparlar ve bunları kitaplaştırıp insanlığa sunarlar. Başka tarihçiler, gerekirse itiraz ederler, yani bir tür temyiz vazifesi görürler,
Turgut Özal’ın dindar olduğunda şüphe yoktur, benim bildiğim namaz kılar, oruç tutardı. Merhum ve mağfur Şeyh Muhammed Zahid efendiden el almıştı.
Böyle bir kimseyi nasıl oldu da başbakan ve daha sonra cumhurbaşkanı yaptılar? Basiretleri bağlandı… Bir de, Turgut beyin Semra hanım gibi bir siper-i saikası (paratoneri) vardı, Semra hanımın başı örtülü olsaydı, zevci o yüksek makamlara asla çıkamazdı.
Latife hanım dindarmış, İsmet Paşa dindarmış, Evren Köşkte mevlit okuturmuş… gibi iddiaların enine boyuna tartışılması gerekir. Yakın tarihimizde bir ara İslâm dinine savaş ilân edilmiş, çok Müslümanın canı yakılmıştır.
Medreseler kapatılmış, tekkeler kapatılmış dinî yayınlar yasaklanmıştır. Düşünceleri yüzünden idam edilen sarıklı sadece iskilipli Atıf efendi değildir. Şapka devrimi yapılınca ülkenin çeşitli yerlerinde isyanlar çıkmış, İstiklal Mahkemeleri binlerce vatandaşı idam ettirmiştir.
(Çetin Altan’ın vaktiyle bu konuda bir yazı yazmış olduğunu duydum.)
Başta Bediüzzaman Said Nursî olmak üzere binlerce Kürt uleması ve meşayihi sürgüne gönderilmiştir. Yakın tarihimizde İslâm dini ile savaşılmadığını, Müslümanlara zulm edilmediğini iddia edenler bile bile yalan söylüyor.
Merhum Eşref Edib’in (Fergan)
adlı küçük bir eseri vardır. İslâm’a nasıl saldırıldığı, Müslümanlara nasıl zulm edildiği orada kısaca yazılıdır.
On binden fazla Selçuklu, Beylikler, Osmanlı İslâm eseri tahrip edilmiştir. Binlerce cami yıkılmış, satılmış, kapatılmış, kiraya verilmiştir. Binlerce tarihî İslâm kabristanı düzlenmiş, tahrip edilmiştir. Sadece İstanbul Bülbülderesi Dönmeler/Avdetiler mezarlığına dokunulmamış, orası titizlikle korunmuştur.
1943’te, Matbuat Umum Müdürlüğü (Basın Yayın Genel Müdürlüğü) müdür yardımcısı
basına bir genelge göndererek dinî yayınlara son verilmesini kesin şekilde emretmiştir. Matbuat Genel Müdürü Vedat Nedim Tör, Yazar Ömer Rıza Doğrul’a resmî bir yazı göndererek, fasiküller şeklinde yayınlamaya başladığı Hazret-i Muhammed’in Hayatı isimli eserin yayınına son vermesini istemiştir.
Meclis zabıtlarında yazılıdır (önceki bir yazımda cilt ve sayfa numarası vermiştim), Antalya mebusu (milletvekili)
anlatıyor: Antalya’ya gitmiştim, savcıyı ziyaretimde orada eski müftüyü gördüm. Hocaefendi burada ne arıyor, bir suç mu işlemiş diye sordum, Suçu şuymuş: Camide farz namaza başlanacak, müezzin Türkçe kamet getiriyor. Eski müftünün de dudakları kıpırdıyor. Vay sen kısık sesle
(kendi duyacağın kadar) Arapça kamet getiriyorsun diye zavallıyı şikayet etmişler, savcılığa sevk etmişler…
(Hafızamdan nakl ettim…)
1943’te İstanbul’da Sultanahmet Camii bile kapatılmış, asker sevk merkezi yapılmıştı. 1928’de Latin harfleri devrimi yapılınca birçok Anadolu şehrindeki eski kitaplar meydanlarda üzerlerine gazyağı dökülerek yakılmıştır.
İsim vermiyorum: Zamanımızda Yezidî kökenli büyük bir politikacı en tabiî ve masumane dinî faaliyetleri gericilik olarak gösteriyor. Yakın tarihimizde Nesturi kökenli birtakım güçlü şahsiyetler Müslümanlara kan kusturmuştur. Birtakım Sabataycıların bu Müslüman milletin din, inanç, vicdan, inandığı gibi yaşamak hürriyetlerini nasıl boğduklarını artık herkes biliyor.
Ey tarihçiler!.. Nerdesiniz? 05 Eylül 2007