Cuma

Çağımız Müslümanları arasında, İslâm itikadına muhalif birtakım yanlış görüşler, inançlar, re’yler, fikirler görülmektedir ki, bunlardan biri de, “Benim Hazret’im yanılmaz” inancı ve düşüncesidir.

İslâm dinine göre, ismet sıfatıyla muttasıf (sıfatlı) olan Peygamberler dışında insanlar yanılabilirler, hatâ edebilirler.
İsmet ne demektir? Günah işlemekten, yanılmaktan korunmuş olmak demektir. Bütün Peygamberlerin beş sıfatı vardır. Bunların birincisi ismet sıfatıdır. Diğerlerini de, okuyucularımın ezberlemeleri için sayıvereyim: Tebliğ, fetanet, sıdk, emânet.

Dinî bir cemaate bağlı bir Müslüman, gözlerini kocaman açarak şöyle diyor: “Hoca Efendi, yanılır mı hiç?..” Ona şu cevabı vermek gerekir: “Pekâlâ yanılabilir.”

İslâm’da, papaların din konusunda yanılmazlığı gibi bir dogma yoktur.

Tabii ki, müctehid imamlarımıza, evliyaullah efendilerimize, kâmil mürşidlerimize, büyük fukahamıza son derece hürmet ederiz. Ancak onları büsbütün lâ-yuhtî olarak kabul etmeyiz. Mezheb imamımız Ebu Hanife Hazretleri de, belki teferruata ait bazı ictihadlarında hatâ etmiş olabilir. Böyle düşünmemiz fıkıhta ona tabî olmamıza, onun ulu bir şahsiyet olmasına bir gölge düşürmez.

Eskiden ülkemizde meşihat makamı denilen büyük bir dinî müessese vardı. Başında Şeyhülislâm hazretleri bulunurdu. Şeyhülislâm devlet protokolünde Sadr-ı azam ile aynı seviyede idi. Birinci şahsiyet Halife ve Padişah Hazretleri, ikinci mertebede Şeyhülislâm ve Sadr-ı azam.

Bugünkü Diyanet İşleri Başkanı, protokolde devletin bir genel müdürü seviyesindedir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürü gibi… Eskiden ülkemizde icazetli, ehliyetli ulema ve meşayih bulunuyordu. Bunlar dinimizin zâhir ve bâtın hükümleri konusunda toplumu eğitiyor, uyarıyor, kontrol altında tutuyordu. Âlim yetiştiren medreseler kapandı, gerçek şeyh ve kâmil mürşid yetiştiren tekkeler ve zâviyeler yasaklandı ve neticede ortaya dehşet verici bir boşluk çıktı.

Allah kendilerinden razı olsun, din ilimleri ve tasavvuf gerçekleri konusunda Kitabullah’a, Resulullah’ın sünnetine ve Selef-i Salihin yoluna göre hizmete devam eden fadıl kişilere hiçbir sözüm yoktur. Onlara hürmet ederim. Ancak tarihî kopukluk ve ârızalardan dolayı, din hizmetleri ve faaliyetleri sahasında birtakım Baronlar da zuhur etmiştir. Hiç günah işlemeyen, hiç hatâ etmeyen (!) kişiler bunların arasındadır.

Müslümanların bu gibi konularda uyarılması, eğitilmesi gerekir. Bunu lâik devlet yapamaz. Lâik devletin bir genel müdürlüğü gibi çalışan Diyanet dairesi de yapamaz. Âlim ve fadıl kişilerin bu hizmeti ifâ etmeleri gerekir.

Bu konularda çok seviyeli, özlü, tesirli küçük broşürler hazırlanmalı, anlatılanlar hakkında dinî referanslar ve kaynaklar ilâve edilmelidir. Meselâ onaltı sayfalık küçük bir broşürde şu konular incelenebilir:

  1. Hiçbir hoca efendi, şeyh, pabucubüyük, hazret ismet sıfatıyla muttasıf değildir, lâ-yuhtî değildir. Onlar hakkında böyle bir itikad, İslâm’ın yüce sahih inanç sistemine muhaliftir.
  2. Birtakım câhiller, gafiller, sapıklar bu fanî, aldatıcı, yalancı, sebatsız dünyayı kendilerine sahte, yalancı, şeytanî bir cennet haline getirmek istiyorlar. Bu da İslâm dini ve inançlarına aykırıdır.
  3. İslâm bütündür; mezheb, tarikat, cemaat, hizip, fırka parçadır. Binaenaleyh bütün ile bir parça özdeşleştirilemez. Maalesef zamanımızda bazı Müslümanlar bu hatâya düşüyor.
  4. Müslümanlar çeşitlilik içinde sarsılmaz bir bütün teşkil etmelidir. İslâmî camiada çeşitlilik var, vahdet-bütünlük yoksa, böyle bir durum vahim bir felâkettir. Çeşitliliğin bir kıymet arz etmesi için, vahdet olması gerekir.
  5. İslâm’ın Şeriat ve fıkıh hükümlerinin dört kaynağı vardır: Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Sünneti, İcmâ-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha. Bunların üçünü inkâr edip tek kaynak olan Kitabullah’ı kabul etmek, iyi niyetle telif edilemeyecek bir şeydir. Çünkü Peygamberin Sünneti, Allah’ın Kitabının en birinci açıklayıcısı ve yorumcusudur. Üç kaynağı inkâr etmek, Şeriatı ve fıkhı inkâr etmek demektir.
  6. İslâm dini, Allah katından gönderilmiş hak dindir. İslâm’ın Kitabı tahrife uğramamıştır. Binaenaleyh dinimizde kesinlikle reform, değişiklik, yenilik yapılamaz.
  7. Herkes kendi kendine, Türkçe Kur’ân tercümelerini, meallerini, tefsirlerini okuyarak, Allah’ın Kitabını kendi re’y, heva ve hevesine göre yorumlayarak İslâm’ı anlayamaz, öğrenemez. Dinimizi öğrenmenin en güzel yolu, büyük, muteber, âmil din âlimleri tarafından hazırlanmış olan ilmihal kitaplarını okumaktır.
  8. İslâm fıkhının temel kurallarından biri de, “Mevrid-i Nas’da ictihada mesağ yoktur” ilkesidir. Binaenaleyh Kur’ân-ı Kerim’de kesin olarak farz yahut haram olduğu bildirilen bir şey konusunda ictihad ve değişiklik yapılamaz. Tesettür bunlardan biridir, bu hüküm Kıyamete kadar bakî kalacaktır. İslâm dini şarabı, ribayı, domuz etini haram kılmıştır, bunlar da, bu dünya sona erinceye kadar böyle olacaktır.
  9. Şeriatsız, tarikat ve tasavvuf olmaz.
  10. Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında din konusunda çok büyük ve temel ihtilâflar bulunmaktadır. İslâm dini Tevhid dinidir, Hıristiyanlık Teslis dinidir. Müslümanlar Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a iman ederler, validesi Hazret-i Meryem’e saygı gösterirler. Hıristiyanlar ise, Hazret-i Muhammed’in peygamber olduğunu kabul etmezler. Müslümanlar,Allah’ın Tevrat ve İncil’i göndermiş olduğuna iman ederler. Tabii ki, bugün elde mevcut olan nüshaların tahrife, tebdile uğramış olduğunu da bilirler. Zaten bu hususu Batı âlimleri ve araştırıcıları da kabul ediyorlar. Hıristiyanlar, Kur’ân-ı Azimüşşanın Allah tarafından vahyedilmiş hak Kitap olduğunu kabul etmezler; İslâm dininin vahye dayanan İlâhî bir din olduğuna da inanmazlar. Zamanımızda birtakım dinlerarası diyalog taraftarları “Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasında büyük bir ihtilâf yoktur” propagandası yapıp duruyorlar. Buna karşı da halkımızın uyarılması gerekir. Biz Müslümanlar ehl-i kitap ile iyi münasebetler içerisinde olabiliriz, ancak din konusunda aramızdaki anlaşmazlıklar o kadar büyüktür ki, kendileriyle “dinlerarası diyalog” yapmamız mümkün değildir. Böyle bir şey onların inkârlarını hoş görmek olur ki, yüce dinimiz böyle bir şeye izin vermemektedir. Diyalog kelimesinin bir lügavî mânâsı vardır, bir de son zamanlarda ortaya çıkarılan ıstılahî mânâsı. Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekir. 17 Nisan 2004