Cumartesi

 

Dostlarımdan bir zat eşiyle birlikte Orta Avrupa ülkelerinden birine yapılan tura katılmış. İlk gecelerini başkentteki lüks bir otelde geçirmişler. Tuna Nehri’ne bakan bir oda, her türlü konfor var. Otelin restoranları, kahve salonları saray gibi. Dostum ve eşi dindar kişiler. Bey sakallı, hanım tesettürlü, ikisi de namazlarını kılar. Lâkin o ilk gece hanım çok üzülmüş, çok kederlenmiş, hattâ bir ara ağlamış. Sebep ne biliyor musunuz? Otelin dört yıldızlı olması ona çok dokunmuş. “Ben dört yıldızlı otelde kalamam” diye tutturmuş. Ertesi günü beş yıldızlı bir otele gitmişler. Bu dörtten beşe geçiş, dindar çifte iki milyar liraya mal olmuş.

Dindar insanlar böyle yaparlarsa dinsizler neler etmez? Yahu bizim dinimiz tevazuu, kanaati, orta halli hayatı, alçak gönüllülüğü emrediyor. Dört yıldızlı lüks bir otel bile islâmî ölçülere göre lüks, israflı sayılırken bizimkilerin yaptığına bakınız.

Memleketi mânevî bir veba gibi saran lüks, konfor, zevk ü sefa, aşırı tüketim hastalığı maalesef Müslümanlara da bulaştı.

İki milyar lirayı dört yıldızlı otelden beş yıldızlıya geçmek için harcayacaklarına, o parayı sürünen, fakr u zaruret içinde kahrolan yirmi aileye, her birine 100’er milyon lira vererek hayra sarfetmiş olsalardı, çok sevap kazanmış olacaklardı.

Bundan birkaç yıl önce islâmî kesime mensup televizyonlarda şöyle bir eşarp reklâmı vardı: Lüks mü lüks bir Limuzin duruyor, bir şoför kapıyı açıyor, içinden uzun mantolu ve Mahmut Paşa eşarplı bir taze çıkıyor, pür tantana, pür azamet kırıta kırıta yürümeye başlıyor. Böyle tesettür reklâmı olur mu? Müslümanları Nemrud’luğa, Firavun’luğa özendirmek istiyorlar.

Çocukluk yıllarımı hatırlıyorum. İkinci Dünya Savaşı senelerinde Galatasaray’ın ilk kısmında yatılı talebeydim. Ekmek vesika ileydi. Ülke açlık, yokluk, kıtlık içindeydi. Fakirlik ve sefalet kol geziyordu. Bugünkü hortumlayıcılar gibi o yıllarda da harp zenginleri, istifçiler, muhtekirler vardı. Milyonlarca vatandaş doyasıya yemek yiyemiyordu. Okulda bir sabah, kahvaltı için yemekhaneye inmiştik; çay fincanlarının yanında küçük tabaklara birkaç kuru üzüm koymuşlardı. Şeker olmadığı için çaylarımızı üzümle içmiştik.

O zaman en ucuz katık zeytindi ve halk bir lokma ekmekle bir zeytin yiyemiyordu; bir zeytinin önce yarısını katık yapıyor, öteki lokmaya da kalan yarıyı katık ediyordu.

Aradan yarım asırdan fazla zaman geçti. On milyonlarca halk fakirlik içinde yaşıyor. Küçük bir azınlığın tuzu kuru. Memlekette dehşetli bir gelir dengesizliği var. Yeni açılan bir Çin lokantasında içkili bir yemek iki üç yüz milyon liraya patlıyormuş. Asgarî ücret -tam bilmiyorum- yüzyirmi milyonmuş. Yüzelli veya ikiyüz olsa ne çıkar? Gerçi bu paraya da razı milyonlarca vatandaş var, o kadarlık bir iş de bulamıyorlar.

Bizdeki lüksü, israfı, tantanayı Neron görse şaşardı. Şimdi Jakuzi adet ve merakı çıktı. Dinsizi dindarı Jakuzi banyosu olan evde oturuyor. Ben görmedim, Jakuzi, banyo teknesindeki suyun çalkalanması, deniz gibi dalgalanıp köpürmesiymiş.

Güneydoğu’dan Marmara bölgesine yüz binlerce fakir ve sefil vatandaş geliyor. Fındık topluyorlar, amelelik yapıyorlar. Aldıkları ücret asgarî ücretin de altında.

Evvelki hafta bir gün Geyve, Taraklı, Göynük, Abant gezisi yaptım. Dönüşte Hereke’yi geçtikten sonra otomobilimiz bozuldu, yolun kenarında oturdum. Yedi sekiz yaşlarında iki çocuk ellerinde keten helvaları geçtiler, “Amca alır mısın?” dediler. Benim bu yaşta otoyol kenarında keten helvası yiyecek halim yok, çocuklara 250’şer bin lira harçlık verdim, bir sevindiler bir sevindiler. İkisi de Ağrılıymış, birinin adı Sedat’tı, ötekisininkini unuttum.

Haydi dinsizler, İslâm’dan uzaklaşmışlar azıyor, ölçüyü kaçırıyor, peki dindar Müslümanlara, tesettürlü hanımlara ne oluyor? Allah’tan korkmuyorlar mı? Bu dünyada yapılan harcamaların yarın âhirette bir hesabı kitabı, sorgusu suali, olmayacak mı sanıyorlar? Bu ne gaflettir?

Bir başka dostumun hanımı ki, o da tesettürlüdür, bazı akşamlar eşi “Haydi bu gece yemeği dışarıda yiyelim” dediği vakit, Belediye’nin sosyal tesislerinden birine gitmeyi istemiyormuş. “Oralar ucuz yerler, biz pahalı ve daha lüks yerlere gidelim” diye itiraz ediyormuş. Ne günlere kaldık?

Babası dar gelirli bir emekli olan, İmam-Hatip çıkışlı hafız bir genç pahalı ayakkabılar, pahalı gömlekler alıyor. Son buhran dolayısıyla çok kaliteli gömlekler sergiye düşmüş, gayet ehven fiyatla satılıyordu. Kendime bir gömlek aldım, yanımda o genç de vardı, eşyalarımı taşıyordu. Sana da bir gömlek alayım, bir tane seç dedim. “Ben ucuz gömlek giyemem” cevabını verdi!

Halkın bir kısmı kendini fiyakaya verdi. Ciğeri beş para etmez adamlar yüz milyarlık Limuzinlerle geziyor. Hiç bir şeye yanmam, bu herifler pahalı ve lüks arabaya sahip olup binmekle değer kazanacaklarını sanıyor.

Bilginin, bilgeliğin, ilmin, irfanın, ahlâkın, faziletin, sanatın, görgünün, mürüvvetin ve diğer bütün değerlerin pabuçları dama atıldı; şimdi tek değer, tek put-paradır. Bir ülke, bir toplum paraya put gibi tapar, asıl değerleri bırakırsa batmaya mahkumdur.

İnsanlar, yetecek miktarda az gelirlerle de mutlu ve haysiyetli bir hayat sürebilirler. Ucuz ve mütevazı bir otomobil, binenin kadr ü kıymetini düşürmez. Madam Manukyan Türkiye’nin en lüks otomobiline, benzeri İngiltere kraliçesinde bile bulunmayan şahane bir Rollls Royce’a sahipti de, bundan dolayı ne kazandı?

Müslümanlara hedonizm yakışmaz. İçinde bilgelik (hikmet) olmayan dindarlık hakikî dindarlık değil, dindarlığın müsveddesidir. Müslümana en yakışmayan şey Nemrud’luk ve Firavun’luk taslamaktır.

Halktan, fakirlerden kopmamak gerek. Paran çoksa, fazlasını lükse ve israfa harcamayacaksın, muhtaçlara vereceksin.

Millet sürünürken lüks lokantalarda hayvan gibi tıkınmak kimseye şan ve şeref kazandırmaz.

Geçenlerde duydum, bir grup zamane Müslümanı, içkisiz lüks bir İslâm lokantasında en pahalı yemekleri birer buçuk porsiyon olarak yiyormuş. Karşı tarafta bir kıraathanede aç insanlar oturuyormuş. Bir kimse, tıkınan güruhtan birine “Yahu, yirmi kadar yarım ekmek döner yaptırıp da şu fakirlere ikram etseniz” demiş. Tıkınan sahte dindar “Bizim ayak takımıyla işimiz yok” cevabını vermiş. Vah vah… 19 Ağustos 2001