İsraf ve Lüks Azgınlığı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Perşembe
On kişilik yemek hazırlanmış, sofra kurulmuş, on kişi başına oturmuş. Bu onlardan ikisi, ikişer üçer kişilik yemek yerse ne olur?
– Ya iki veya dört kişi yemeksiz ve aç kalır,
– Ya da, geri kalan yemekler sekiz kişiye yetişmez, onların karınları doymaz.
Ülke ve halk da böyledir. Bu memleketin nimetleri yetmiş milyona yeter. Lakin, bu yetmiş milyonun iki milyonu haddinden fazla kazanır, haddinden fazla yer ve tüketirse, geriye kalan altmış sekiz milyon kişi sıkıntı çeker, memlekette açlık ve sefalet olur. Bugünkü Türkiye böyledir.
İnsanlık aleminin durumu da buna benzer. Dünyanın nimetleri bütün insanlığa yetecek miktardadır. Lakin bazı ülkeler, bazı milletler, bazı sınıflar çok yiyorlar, çok tüketiyorlar, çok harcıyorlar; neticede geri kalan insanların bir kısmı aç kalıyor, bir kısmı yetersiz besleniyor, bir kısmı sefalet çekiyor.
Biz tekrar Türkiye’ye, ülkemize dönelim: Mutlu ve putlu bir azınlığın çok yemesi, çok harcaması, çok tüketmesini dolayısıyla geri kalan altmış sekiz milyonun sıkıntı çekmesini önleyecek bir takım ilkeler, kurallar vardır.
Bunların birincisi kanaat’tir.
Kanaat hakkında Peygamberimiz “Kanaat bitip tükenmeyen bir hazinedir” buyurmuşlardır.
Kanaat nedir?
– İhtiyaçlarını çoğaltmamaktır,
– Ortahalli bir hayat sürmektir,
– Zengin de olsa saçıp savurmamaktır,
– Lüks ve israflı bir yaşayışa sahip olmamaktır,
İslâm dini lüksü ve israfı (savurganlığı) yasaklamıştır. Lüks ve israf; içki içmek, kumar oynamak, fuhuş ve zina yapmak, faiz yemek gibi haramdır. İsraf nice Kur’ân ayeti, Peygamber hadîsi ile kötülenmiştir. Sırf akıl, vicdan ve bilgelik de israfı, lüksü, aşırı tüketimi, gerekenden fazla harcamayı ve yemeyi uygun görmez. Dini, imanı, ahlâkı, fazileti, vicdanı, aklı, bilgeliği olan kişi israftan, lüksten, aşırı tüketimden uzak durur.
Bir takım Müslüman geçinen erkek ve kadınlar, kaynağı kesinlikle rahmanî olmayan bir fetva ve ruhsat almışlar ve “Müslümana her şeyin en iyisi layıktır” diyerek saçıp savurmakta, gösteriş yapmaktadırlar.
Onların “en iyisi” dedikleri şeyler şunlardır:
– Lüks, şaşaalı, gösterişli, aşırı derecede büyük ve süslü meskenler,
– Lüks otomobiller,
– Lüks giyim kuşam,
– Lüks yeme içme,
– Lüks gezip tozma…
Bu gibi beyinsizce hareketler ne Kur’ân ahlâkına, ne Peygamber ahlâkına (Zaten ikisi de birdir), ne de bin dört yüz yıldan beri gelip geçmiş İslâm büyüklerinin; ulemanın, evliyaullahın, kâmil mürşidlerin, hakikî şeyhlerin, sâlih Müslümanların ahlâkına uyar.
– Müslüman beyinsizce saçıp savurmaz,
– Müslüman kibir ve gurur sergilemez,
– Müslüman malla, parayla, zenginlikle öğünmez,
– Müslüman egoist olmaz,
– Müslüman diğergâmdır, yani başkalarına dönüktür. Kazancından fakirlere yardım eder, yedirir içirir, sıkıntı ve sefalet çekenlerin imdadına yetişir.
“Müslümana her şeyin en iyisi layıktır” diyerek israf yapan, harama kaçan, çılgınca ve beyinsizce yaşayan adamlara bakınız:
– Onlar haram kazançlar ve servetler peşinde koşuyor,
– Onlar emanetlere ihanet ediyor,
– Onlar ihalelere fesat karıştırıyor,
– Onlar hortumlama yapıyor,
– Onlar saçı bitmedik yetimlerin haklarını yiyor.
İslâm dini faziletsizliği kabul etmez. İyi Müslüman, faziletli insan demektir.
– Oturduğu ve sahip olduğu lüks, müzeyyen (aşırı derecede süslü) meskenle,
– Bindiği lüks ve pahalı otomobille,
– Evindeki çok pahalı, çok lüks mobilya ve mefruşat ile,
– Yediği pahalı ve lüks yemeklerle… öğünenler, caka satanlar, kurumlanan ve kibirlenenler iyi Müslüman değil, kötü Müslümandır.
Uzaklara gitmeye lüzum yok. İstanbul’un bir takım bölgelerinde ve mahallelerinde çok acı çeken, çok ağlayıp inleyen, çok kıvranan vatandaşlarımız, dindaşlarımız bulunmaktadır.
Daha önce de yazmıştım:
• Sultanahmet’in alt tarafındaki Küçük Ayasofya mahallesinde, işsiz bir babanın dört çocuğu da verem olmuştur.
• Bir başka aile dağılmış. Sefalet karşısında gelin evden kaçarak üç yavruyu yaşlı nineye bırakmıştır. Nine her gün, belediyenin yemek arabasına gitmekte, oradan yemek almaktadır. Lakin bu yemekleri ısıtıp da üç yetime sıcak sıcak yedirmek için elinde tüp alacak para yoktur.
– Sefaletten intihar edenler,
– Sefaletten çıldıranlar,
– Sefalet yüzünden çöplüklerden ekmek parçaları toplayanlar…
Bunların gözyaşları, ah ü eninleri, feryatları yeri göğü titretiyor. Ey tuzu kuru olanlar, ey zenginler, ey fazla yemekten semirmiş olanlar, ey gevrek gevrek ve neşeli neşeli gülenler… Titreyiniz!.. Bu memleketteki dengesizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, sefalet, işsizlik, aşsızlık, bir gün gelir sizide yakar. Güneydoğu Asya’daki zelzele ve tsunami felâketzedelerine on milyonluk Hıristiyan Yunanistan, yetmiş milyonluk Müslüman Türkiye’den daha fazla yardım topladı. Eskiden bu memlekette sosyal sigorta falan yoktu ama Müslümanlığın yardımlaşma prensibi sefaleti önlüyordu. Olanlar, olmayanlara veriyor ve denge sağlanıyordu. Allah’ın bize verdiği nimetlerin bir kısmını fakir ve sefil vatandaşlarımıza vermezsek iflâh olmayız.
Peygamber (Salat ve selam olsun O’na) ne buyuruyor:
“Sadaka belâları uzaklaştırır…” diyor.
– İstanbul zelzelesi yaklaşıyor ve biz o felaketleri uzaklaştırmak, hafifletmek için, bize verilmiş fırsatları kullanmıyoruz.
– Geçtiğimiz kurban bayramında kaç fakiri sevindirdik?
– Kaç yetimi giydirdik?
– Kaç sefalet çekilen hâneye erzak torbaları taşıdık?
– Parasızlıktan kıvranan kaç öğrenciye cep harçlığı verdik?
Hep bana, hep bana, hep bana… Azgınlık sadece birtakım büyük günahları işlemek değildir. Zekât vermemek de bir azgınlıktır. Miskinlerin, fakirlerin, muhtaçların zekat haklarını zimmetlerine geçirenler ne kötü insanlar, ne kötü cemaatlerdir. “Efendi Hazretleri zekâtları bizim teşkilata verin…” demiş. İslâm’da böyle bir şey var mı? Şeriat ve fıkıh hükmî şahıslara (tüzel kişilere) zekat verilemeyeceğini kesinlikle bildiriyor. Zenginler sadece zekatla da kendilerini kurtaramaz. Gerektiği kadar, yeteri kadar sadaka vermeleri, yardım yapmaları icab eder.
Milyonlarca işsiz vatandaşımız var. Onlara “Balık tutmasını öğretmek”, iş sahibi olmalarını temin etmek de varlıklıların, seçkinlerin vazifesidir. Birtakım cemaatler “Bizim belli hizmetlerimiz vardır, başka işlere karışmayız…” diyerek ucuz bir edebiyat yapıyor. İmkânı olan Müslümanların fakir Müslümanlara yardım etmesi, onların imdadına koşması en önemli hizmet ve vazifelerdendir.
– İstanbul’a büyük bir zelzele yaklaşıyor,
– Ortadoğu’da büyük ve kanlı bir savaş olacaktır. Biz de bu melhame ve marekenin ateşleri içinde kalacağız,
– İnsanların azgınlıkları, küfür, isyan ve tuğyanları yüzünden üzerimizde felâket bulutları gezmektedir.
Kendinizi, çoluk çocuğunuzu, ülkenizi kurtarmak istiyorsanız kanaatli yaşayınız, artırdığınız para ve imkânı fakirlere, muhtaçlara dağıtınız. İsrafı, kibri, gururu, lüksü, aşırı konforu, aşırı tüketimi, Nemrud’luğu, Firavun’luğu bırakmalıyız. Bunlar, bizden önce nice kavimlerin helâk olmasına, nice ülkelerin harabiyetine, nice devletlerin batmasına sebep olmuştur.
Müslümanlar, Müslümanlar, Müslümanlar!.. Kendinizi dünya ve ahiret ateşlerinden korumak için zekât veriniz, sadaka veriniz, yardım ediniz. 04 Şubat 2005