İsrail Efsanesi Çöktü
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Cuma
Filistin meselesinde, üç ihtimal ve şık var: Birincisi: Âdil, kalıcı, gerçek bir barış yapılacak… Buna imkan yok. Zaten İsrail böyle bir barışı kesinlikle istemez. İkincisi: Arada bir patlayan savaşlarla gerginlik ve anlaşmazlık müzmin bir şekilde sürecek… Üçüncüsü: Bugünkü savaş genişleyecek, önce Ortadoğu’yu, sonra Kafkasya, Balkanlar ve Ortaasya’yı saracak ve sonunda global bir yangına, Üçüncü Dünya savaşına dönüşecek.
Bu son savaştan sonra ortaya çıkan bazı gerçekler şunlardır:
(1) Birleşmiş Milletler Teşkilatı iflas etmiştir, ne doğru dürüst karar verebiliyor, ne gücü var, ne tesiri.
(2) Avrupa Birliği’nin de bir ağırlığı ve iradesi yoktur.
(3) Arap ülkeleri, kardeş ülke Lübnan’ın ezilmesine seyirci kalmışlardır. Bu ülkelerin liderleri, başkanları, rejimleri ABD ve İsrail’i dolaylı şekilde desteklemekte, onların emrinden dışarıya çıkamamaktadır.
(4) İsrail’in yenilmezliği efsanesi berhava olmuştur. Birkaç yüz veya birkaç bin Hizbullah milisi, dünyanın en güçlü ordusu zannedilen Yahudi ordusu karşısında başarıyla direnmiş, mevzilerini korumuş, İsrail’i füzelerle vurmuştur.
ABD ve İsrail Yahudileri, dünya üzerindeki hegemonyalarını ve hakimiyetlerini sağlamlaştırmak ve sürdürmek için Ortadoğu’da iki büyük İslâm ülkesini savaştırmayı kesinlikle planlamışlardır.
Bu savaş sonunda haritalar ABD ve İsrail’in istediği şekilde değişecektir. Türkiye’nin bir kısmı Kürdistan’a, bir kısmı Ermenistan’a verilecek, Doğu Karadeniz bölgesine Pontus Rumları getirilecek, İstanbul suriçi bölgesine Türkiye’den kaçmış veya kaçırılmış Rumlar yeniden iskan edilecektir.
Bazı çokbilmişler, İsrail güney Lübnan’a nasıl saldırdıysa, Türkiye de Kuzey Irak’a girmeli, Kerkük petrollerine el koymalıdır diyorlar. Böyle bir hareket cinnet olur ve sonunda Türkiye parçalanır. İsrail’i ABD desteklemektedir. Kuzey Irak’taki bir maceraya ABD karşıdır.
Ortadoğu’da büyük bir devletin bir kısım topraklarının ABD tarafından bir punduna getirilip işgal edilmesi, geleceğe ait senaryolardan biridir. Tabii bir afeti yahut bir savaşı bahane edecekler ve yardım bahanesiyle geleceklerdir.
ABD İran’daki islâmî-şiî rejimi devirmek için bütün gayretini sarf etmekte, bu iş için milyarlarca dolar tahsis etmiş bulunmaktadır.
Büyük bir Ortadoğu ülkesinde darbe teşebbüsü olabilir. Yahut darbeye benzeyen (postmodern darbe tipi) bir hareket olabilir.
Bir Ortadoğu ülkesinde halkın seçmiş olduğu parlamento, anayasaya aykırı bir şekilde fesh edilebilir.
Başkan Bush tam teşekküllü bir hastanede muayene edildi ve sağlam raporu aldı ama onun mistik-evangelist-ideolojik ruh yapısı pek sağlam değildir. İkinci defa başkanlık yapmaktadır, üçüncü defa başkan olamaz. Gider ayak önce Ortadoğu’yu, sonra bütün dünyayı yakıp yıkacak bir savaş çılgınlığına teşebbüs edebilir.
Kemalizmin dış politikada temel prensibi “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesidir. PKK terörüyle içteki sulh yirmi küsur seneden beri darbe almaktadır. Buna bir de dışta yapılacak bir savaş ilave edilirse mevcut rejim tehlikeye girer.
Türkiye parçalanır mı, parçalanmaz mı? Bu sorunun iki cevabı vardır:
(1) Körü körüne İsrail ve ABD yanlısı bir politika devam ettirilir, Türkiye’nin millî menfaatleri ön plana çıkartılmazsa maalesef parçalanma olabilir.
(2) Ülkenin bütünlüğünü korumaya kesinlikle azm etmiş milli bir politika yürütülürse ve başta son derece vasıflı, güçlü, üstün, faziletli, bilge idareciler bulunursa Türkiye parçalanmaz.
Türkiye bugünkü hale parçalana parçalana gelmiştir. Sadece 20’nci asrın ilk çeyreğine bakalım:
1. 1911’de
Trablusgarb’a saldırmışlar ve Afrika-yı Osmanîyi elimizden almışlardır.
2. 1912’de Balkan savaşı patlak vermiş,
gaflet, dalalet ve ihanetleri yüzünden Adriyatik denizinden Çatalca’ya kadar olan Rumeli-i Şahane elimizden çıkmış; bereket versin 1913’teki İkinci Balkan savaşında galiplerin birbirlerine girmeleri esnasında Edirne’ye kadar Trakya’yı geri alabilmişizdir.
3. İttihatçıların siyaset bilmezlikleri yüzünden Osmanlı Devleti Birinci Dünya savaşına sokulmuş ve
ile teslim bayrağını çekmiştir.
4. Kurtuluş savaşından sonra, Misak-ı Millî sınırları içinde bulunan Musul kayb edilmiş,
(ilk Büyük Millet Meclisi’nde Batum milletvekilleri vardı),
bırakılmıştır.
Halkımızın şuur altı öfke volkanları harekete geçmek üzere deprenmeye başlamıştır. Zaman zaman bayrak yırtma, bayrak çiğneme gibi provokatif hareketlere karşı ne kadar şiddetli tepkilerin gösterildiğini hepimiz biliyoruz.
Millet kan ağlamaktadır. Osmanlı cihan devletinin varisi şu koskoca Türkiye IMF’nin borç tuzağına düşürülmüştür. Yabancılara harıl harıl toprak satılmaktadır.
Agresif Evangelist misyonerler vatan sathında cirit atmaktadır.
Rahşan Ecevit bile “Din elden gidiyor!.. Vatan elden gidiyor!..” diye feryat etmektedir.
Küçük esnaf, küçük tacirler, küçük üreticiler ağır vergiler altında ezilmektedir.
Ziraatimiz ve hayvancılığımız çok kötü bir durumdadır.
Yeni nesilleri yetiştiren eğitim sistemi ve üniversiteler vazifelerini yapmamaktadır.
Ülkemizin en büyük siyasi, sosyal ve kültürel gücü olan büyük medya tekelleşmiş, kartelleşmiş, egemen bir azınlığın kontrolü altına girmiştir.
Korkunç bir israf ve kokuşma hükümfermadır.
Dış şer güçleri halkımızı Türk Kürt, Sünnî Alevî, Dinci Laik, sağcı solcu, şucu bucu diye birbirine hasım ve rakip kesimlere bölmüşlerdir ve millî barışı, sosyal uzlaşmayı dinamitlemişlerdir.
Birtakım beyinsizler, ülkenin dominant faktörü olan Müslümanları iç-düşman, tehdit ve tehlike olarak görecek ve gösterecek kadar akıllarını ve vicdanlarını yitirmişlerdir.
Allah Türkiye’ye yardım etsin. 05 Ağustos 2006