Perşembe

Onlar İslâm’a yüzde yüz karşı değiller. “Biz de Müslümanız” diyorlar. Lakin, onlar dinin hükümlerinin bir kısmını kabul ediyor, diğer kısmını kabul etmiyor. İşte huzursuzluğun kaynağı budur. Din bir bütündür, ya tamamını kabul edeceksin, yahut da dışında kalırsın. Uygulama başka şeydir. İhmalkârlık, tembellik, gevşeklik, günah, isyan yüzünden bir Müslüman bazı dinî vazife ve ibadetleri yapamaz, dinin hükümlerini yüzde yüz hayata uygulayamaz. Uygulamadığı, eda etmediği hükümleri inkâr etmedikçe dinden çıkmaz.

Bizdeki bazı Müslüman geçinenler dinin birtakım hükümlerini, kurumlarını, kurallarını inkâr ediyor. Onlara göre hem “Kahrolsun Şeriat” diye bağırmak, hem de Müslüman olmak mümkündür. Hiç böyle şey olur mu? Şeriat dinin amelî (uygulamaya ait) hükümlerinin tümüne verilen isimdir. Onu inkâr eden dinden çıkmış olur. İstediği kadar ben Müslümanım desin.

Şimdi bu ülkede bazıları kalkmışlar, “Din hürriyeti elbette vardır. Fakat bizim istediğimiz kadar vardır. Camiler açık, ezanlar okunuyor. Namaz kılanlara mâni mi olunuyor? Gidin namazınızı kılın. Ancak tesettür hususunda ileri gitmeyin. Başını örten kızlar üniversiteye giremez. Başı örtülü kadın milletvekili Meclis’e giremez. Başı örtülü kadın memurlar vazife yapamaz. Müslümanlar istedikleri gibi din eğitimi veremez. Kendi inançlarına ve dinlerine göre bir hayat süremez. Bizim din hürriyeti konusunda şablonlarımız, sınırlarımız vardır. Onlara uymaya mecburdurlar” havaları içindeler.

İsrail ile dostluk kuran, işbirliği yapan zihniyet oradaki büyük din hürriyetini görmezlikten geliyor. Biz onlara diyoruz ki, siz İslâm’dan çekiniyorsunuz, Yahudilikle aranız iyidir. O halde biz Türkiye Müslümanlarına İsrail’deki kadar din hürriyeti veriniz. Bunu da istemiyorlar. Yahudilere layık olan hürriyeti Müslümanlara layık görmüyorlar.

Türkiye uzun yıllardan beri din ve dinsizlik kavgaları yüzünden vakit ve enerji kaybetmektedir. Bugünkü dünyada esas olan din ve inanç hürriyetidir. Bu hürriyeti Türk milletine tanısınlar, bizim ülkemiz de ABD, Kanada, İngiltere, İsveç, Avusturya gibi yüzde yüz din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti bulunan ileri, medenî, çağdaş bir ülke olsun.

Din ile ve dindarlarla savaşı bıraksınlar da memleketin bozuk işlerini düzeltmeye çalışsınlar. Böyle giderse Türkiye batacak.

Nasihat Edilse

Dindar gençlere ve halka nasihat edilse,

“Cemaat çok önemlidir, vakit namazlarında camilere gidin topluca ibadet edin”

denilse çoğu gider. Lakin nasihat edilmiyor. Birtakım büyüklerin akılları fikirleri para toplamak, etraflarında toplanan gençleri ve halkı kendilerine iyice bağlamaktadır.

Camilerin dolmasında, cemaatin çoğalmasında onlara bir menfaat yoktur. Aksine, bağlılarının camiye gitmesini istemezler.

Çünkü cami, çeşitli hizip ve meşreblere mensup Müslümanları bir araya toplayan bir mekândır;

kaynaşmalarını, birleşmelerini temin eden bir müessesedir.

Öyle cemaatler var ki, müridlerinin ve müntesiblerinin camilere gitmesinden korkuyorlar.

Neymiş, müridler bozulurmuş…

Peygamber aleyhissalatü vesselam

“Cemaat rahmet, tefrika azabtır”

buyuruyor, bizim bazı din baronları tam tersini yapıyor.

Para toplamak için yapmadıkları yok.

Yahu

biraz da namaz için, cemaat için, emr-i mâruf ve nehy-i münker için, tashih-i itikad için, bid’atleri izale, sünnetleri takviye için çalışsanıza!

Bir sürü cemaat, Türkiye’yi, Müslümanları kurtaracaklarını iddia ediyor, bunun için de Müslümanları kendilerine bağlanmaya, para vermeye, destekçi olmaya çağırıyor. Hepsi için söylemem ama onların bazıları yüzünden yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuş vaziyetteyiz.

Uzun ve Bol Şerefeli

Kenar mahallelerden birinde yapılacak bir cami binası için bir mimara proje çizdirmişler.

“Minareleri çok uzun olacak, şerefeleri de sakın birer adet olmasın”

demişler. Mimar oturmuş, klasik camilerimiz tipinde bir proje hazırlamış, sipariş edenlerin arzusu üzerine minareleri gerekenden biraz uzun yapmış, her birine de ikişer şerefe koymuş. Adamlar projeye bakmışlar, kaşlarını çatmışlar.

“Olmaz!..”

diye bağırmışlar…

“Minareler hem daha yüksek olmalı, hem de en azından üçer şerefe bulunmalı”

demişler. Zavallı mimar çarnâçar müşterilerin isteklerini yerine getirmiş. Minarelerin boyunu uzatmış, şerefeleri çoğaltmış. Binada ahenk, tenasüb kalmamış. Rezalet bir şey olmuş.

Aklı başındaki dindar vatandaşlara bir şey demiyorum.

Benim kasdettiklerim câhil ve cesur cami müteşebbisleridir.

Yahu bu adamlar deli midir? Mimarlığın, sanatın kuralları vardır. Minareler cami binasına nisbetle çok yüksek olursa bina çirkinleşir. Bu ahmak adamlar bu kuralı bilmiyorlar mı?

Yeni yapılan camileri çirkin yaptırtmak, mimarlık sanatına aykırı bir şekilde yaptırtmak İslâm dinine, kültürüne, medeniyetine, sanatına hıyanet olmaz mı?

Para toplamışlar, para vermişler, cami yaptıracaklar ve ille de minaresi çok yüksek olacak, bol şerefe bulunacak… Allah Allah, bu adamlar kaçık mıdır?

Mimar Sinan’ın aklı mı yoktu ki, inşa ettiği o güzel ve sanatlı camilere füze gibi minareler yapmadı, boylarını belli bir ölçü ve nisbette bıraktı? Daha uzun minare yapmaya iktidarı, mahareti, mârifeti kâfi gelmiyor muydu?

Hiç bir şeye yanmam, cami yaptırma işlerinin genellikle câhil, ilimsiz, irfansız, kültürsüz, zevksiz adamların ellerinde kaldığına yanarım.

Uzun minare, bol şerefe… Bu adamlar şaşırmışlar, dengelerini yitirmişler. Minare ne kadar yüksek olursa, şerefesi ne kadar bol yapılırsa o kadar sevap olacağını mı düşünüyorlar. Vah zavallılar!

Yeni camilerin mimarisi berbat. Eski camileri saçma sapan boyalarla, sanata aykırı tamirlerle, geri zekalıca süslemelerle perişan ettiler. Akustik kurallarına aykırı hoparlör tertibatı, cihazların en sonuna kadar açılarak avaz avaz, tüyleri ürperten korkunç sesler çıkartılması, iğrenç makina dokuması halılar,

tarihî ve kıymetli hüsn-i hat levhalarının yok edilmesi, cami kapılarında süpürgeler, paspaslar, naylon torba sandıkları,

“Müslüman kardeşim pabucu öyle değil, böyle tut emi” levhaları… Bunlar ne aptalca, ne zekâ özürlüce, ne bayağı, ne budalaca şeylerdir. Vah vah!.. 18 Haziran 1999