Pazartesi

 

Batı medyası alarm çanlarını çalıyor, İran’ın başına ültra-muhafazakâr bir kişi geçti diye feryat ediyorlar. Seçimi kazanan Mahmud Ahmedinejad’ın, ülkesinin sivil amaçlarla nükleer araştırma ve yatırım faaliyetlerine devam edeceğini bildirmesi Amerika’yı, İsrail’i, Avrupa ülkelerini son derece telâşlandırmış bulunuyor.

Neymiş, İran ileride atom bombası yapabilirmiş, bu ise İsrail için bir tehdit oluştururmuş. Batılıların mantıklarına, muhakemelerine akıl erdirmek ne kadar zor…

İsrail’in nükleer silâhları yok mu? Var, hem de dehşetli miktarda. Siyonist devletin elinde iki yüz kadar nükleer bomba ve füze bulunduğunu ciddî stratejik araştırma enstitüleri açıklamaktadır. Yahudi devletinin elindeki bu silâhlar insanlık, dünya, barış, Ortadoğu için bir tehdit, tehlike, sakınca oluşturmuyor da, bu tür silâhlar Müslümanların elinde olursa oluşturuyor. Bu ne biçim mantıktır?

Kaldı ki, İran, nükleer çalışmaları sivil ve barışçı maksatlarla yaptığını beyan etmektedir.

Bilindiği gibi İran’la İsrail’in araları son derece gergindir. Batılılar İran’ın atom bombası yapmasından korkuyorlarsa, ilk yapacakları iş, İsrail’in elindeki nükleer silâhları uluslararası kontrol altında imha ettirmektir.

İsrail’in nükleer silâhları olacak, Müslümanların olmayacak. İsrail istediği, lüzum gördüğü takdirde Müslümanları vurabilecek. Müslümanlar aynı silâhlarla kendilerini koruyamayacaklar.

Gerekçeleri de şu: Müslümanlar saldırgandır. Müslümanlar teröre başvurmaktadır. Bunlar ne kadar çürük gerekçelerdir. Saldırganın ve teröristin kimler olduğunu bütün dünya biliyor ve onların yaptıklarını seyr ediyor.

Afganistan’a, Irak’a kimler saldırmıştır?Amerikalılar ve İngilizler değil mi? Guantanamo’da ve başka yerlerde en aşırı terörist metodlarla Müslüman esirlere işkence yapanlar kimlerdir?

Kur’ân-ı Kerîm’i yere atıp tekmeleyecek, parçalayıp tuvalete atacak kadar azgınlaşan, kuduran, insanlık ve medeniyet dışı çirkinlikler sergileyenler kimlerdir?

İran İslâm Cumhuriyeti’nin ABD ile ilişkisi yoktur. İki devlet arasındaki bütün köprüler atılmıştır. ABD’ye karşı gelen İran, bütün dünyaya çok mânâlı, çok enteresan bir örnek olmuştur. Demek ki, Amerika’ya kafa tutarak, Amerika’ya zıt giderek de ayakta kalmak mümkündür.

ABD’nin agresif Evangelist rejimi Afganistan’a, Irak’a saldırdı, o iki İslâm ülkesini işgal etti ama aynı muameleyi İran’a yapamaz. Çünkü İran yüzölçümü ve nüfus itibarıyla çok büyük bir ülkedir. Çok köklü bir kimliği, medeniyeti, kültürü vardır.

Batı ülkeleri, İsrail, Hindistan, Güney Afrika nükleer silâhlara sahip olduklarına göre, aynı silâhlara Müslümanların da sahip olmaya hakkı vardır. Saldırılara karşı kendisini korumak her milletin, her ülkenin, her devletin hakkıdır.

Amerika bugünkü yanlış siyasetinde ısrar ederse dünya kaçınılmaz bir şekilde bir nükleer savaşa sürüklenecektir. Savaş önce Ortadoğu’da başlayacak, sonra dünyanın öteki kısımlarına sıçrayacak, tarihte şimdiye kadar görülmemiş büyük felâketler olacaktır. Böyle bir felâketin sorumlusu Müslümanlar olmayacaktır. Amerika, kayıtsız şartsız İsrail’i desteklemekle gerçek, kalıcı ve âdil bir barışı engellemektedir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan barış andlaşmaları âdil ve hakkaniyetli olmadığı için insanlığı İkinci Dünya Savaşı felâketine sürüklemiştir.

ABD ve AB, Çeçenistan’da yıllardan beri süren faciaya tepkisiz kalmak suretiyle kendi değerlerine ihanet etmişlerdir. Küçük Çeçen milleti şu ana kadar 300 bin şehid vermiştir. Çeçenistan yanmış ve yıkılmıştır. Halkın büyük bir kısmı vatanlarını terk etmiş olup, korkunç şartlar altında varolma mücadelesi vermektedir. Sivil Çeçenlere, kadınlara, çocuklara insanlık dışı işkenceler yapılmaktadır. Bu şartlar altında, Çeçenlerin eline bir gün nükleer silâhlar geçerse bunları kullanmakta tereddüt etmeyeceklerdir. Bunun sorumlusu Çeçenler mi olacaktır, yoksa onları yok etmek isteyen Ruslar ve Ruslara destek veren Batılılar mı?

Bugün demokrasi havarisi kesilen ABD, son elli yıl zarfında Arap ülkelerinde demokrasinin ırzına geçen diktatörlükleri desteklemiştir. Amerika Arap ve İslâm dünyasının trilyonlarca dolarlık petrolünü, hammaddesini sömürmüştür. İran’da bir ara Şahlık rejimi devrilmiş, Dr. Musaddık başa geçmişti. Amerika bir takım makyavelist entrikalarla Dr.Musaddık rejimini yıkmış, Şah’ı tekrar iktidara getirmiştir.

ABD yarım asır boyunca İslâm ve Arap dünyasında rüzgâr ekti, şimdi fırtına biçiyor. Türkiye birkaç yıldan beri birtakım çokuluslu dev şirketlerin sömürgesi haline gelmiştir. Ülkemiz, halkımız, devletimiz kasıtlı olarak, altından kalkamayacağı borçlara batırılmıştır. Devletimiz varını yoğunu bu borçların faizlerini ödemek için harcamaktadır. İmkanları bu işe yetmediği için faiz ödemek için tekrar borç almaktadır.

Çok geniş ziraî topraklara sahip olan Türkiye o hale getirilmiştir ki, ekmeklik buğdayını bile yeterli miktarda üretememekte, dışarıdan satın almaktadır. Çokuluslu dev şirketler ve onların Türkiye’deki işbirlikçileri ülkemizin yağlı tohum tarımını çökertmişler, Amerika’dan tankerlerle sıvı yağ ithaline zemin hazırlamışlardır.

Türkiye bir sömürge haline getirilmiştir. Türkiye’nin kıymetli dövizleri, birtakım devletlere peşkeş çekilmektedir. Türkiye agresif Evangelistlerin istilâsına uğramıştır. Türkiye topraklarındaki birtakım üsler kardeş İslâm devletlerine yapılacak saldırılarda kullanılmak istenmektedir.

Birtakım adamlar kendi şahsî çıkarları, nüfuzları, ikballeri için Amerika’nın ve İsrail’in güdümüne girmişlerdir. Meşruiyetlerini ABD’den, AB’den, Tel-Aviv’den alanlar Türkiye’nin bağımsızlığından, menfaatlerinden tâviz üzerine tâviz vermektedir.

Amerikalı agresif Evangelistlere her türlü kolaylık gösterilir, onlara geniş imkân ve fırsatlar verilirken Müslüman Türkiye halkı, 12 yaşından küçük çocuklarına din ve Kur’ân dersi verdirtmek hakkından bile mahrumdur.

ABD’nin Yahudi asıllı Ankara büyükelçisi, camilerimizde okunan hutbelere bile karışacak cesareti göstermektedir. Büyükelçi,Kur’ân’daki “Allah katında (hak ve geçerli) din İslâm’dır” âyetinden rahatsız olmuş ve bunun camilerde okunmasını protesto etmiştir. Türk tarihinde böyle bir rezalet ve zillet görülmemiştir. 1919 ile 1922 yılları arasında İstanbul’u işgal etmiş olan galip devletler bile bu derece ileri gitmemişler, hutbelere, Müslümanların ibadetlerine ve inançlarına karışmamışlardı. 02 Ağustos 2005