İşsizlerin Hakları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Pazar
Ülkemizdeki işsizlerin, çalışamayanların sayısı sanırım çalışanlardan daha fazladır. Rakamlar kesin değil: Kimisi on milyon işsiz var diyor, kimisi yirmi milyon. İkisi de korkunç…
Çalışan vatandaşlarla ilgili bir bakanlık var. Çalışanların sendikaları var. Emeklilikleri, sosyal sigortaları var. Toplu sözleşme hakları var. Peki, çalışmayanların, işsizlerin durumu nasıldır?
– Onların hiçbir hakkı hukuku yoktur.
– Onların sendikaları yoktur.
– Onlar tamamen başı boş, terk edilmiş vaziyettedir.
İş sahibi olanlarla olmayanlar arasındaki bu eşitsizlik ahlâka, hukuka, vicdana uygun mudur?
Geçen gün berbere gitmiştim, orada beklerken televizyon seyrettim. Kapısının önünde süpürge diken bir ev kadınını konuşturdular. Bütün gün otuz süpürge dikebiliyormuş. Her birinden 20 kuruş alıyormuş. Yekûn olarak günlüğü altı liraya geliyormuş. Ayın her günü iş bulabilirse bu çalışma ile ayda 180 YTL eder.
Eminim bu kadıncağızın bu kadar az geliri bile bir çok işsiz vatandaşı imrendirebilir.
Şimdi bir işyeri sahibi ayda 200-300 liraya işçi çalıştırmaya kalksa sendikalar kızılca kıyameti kopartırlar, işçiler eziliyor derler. Halbuki bu paraya, bu ücretle çalışmaya razı milyonlarca vatandaş vardır.
Bazıları “Asgarî ücret iki misline çıksın!” gibi laflar ediyor. Ücretler lafla, edebiyatla, olsun demekle yükselmez. İş hayatının merhametsiz kanunları vardır. Halen çalışan, işi olan işçilerin ücretlerini ve refahlarını mı yükseltmek önemlidir ve birinci plandadır yoksa, öncelikle işsizlere iş bulmak mı? Bence ikincisi…
Kapalıçarşı’da küçük bir dükkan çalıştıran temiz bir vatandaşla sohbet ettim. Özbekistan’da bir atölye kurmuş, tam 200 kişi çalıştırıyormuş orada. Mallar üretiliyor, Türkiye’ye getiriliyormuş. İşi iyiymiş. Türkiye’de 200 kişi çalıştırsa; ücretler, sigortalar, diğer sosyal haklar, servis masrafları, öğle yemekleri… derken adamcağız birkaç ayda iflas eder ve belki oturduğu evi bile elinden alırlar, perişan ederler. Şimdi vicdan sahibi herkese soruyorum:
Milyonlarca vatandaş işsiz ve aç vaziyette sürünürken, onlara çok düşük ücretle de olsa iş ve aş temin etmek mi önemlidir, yoksa “Düşük ücretle işçi çalıştırılamaz” diye onları büsbütün sefil ve rezil etmek mi?
Çinliler dünya piyasalarını nasıl istila ettiler? Beş kıt’ada onbinlerce çeşit Çin malı nasıl ucuza kapış kapış satılıyor? Bunun sebeplerini araştırıyor muyuz? Çinliler, asgari ücret şu kadar olacak, şu kadar sosyal hak olacak deselerdi bu üretim patlamasını, bu görülmemiş miktarda ihracatı gerçekleştirebilirler miydi?
Bazıları sayıklayıp duruyor:
– Çalışanların hakları, çalışanların hakları…
Peki be mübarekler, çalışmayanların, işsizlerin hakları yok mudur?
Küçük yerlerde, evi kendisine ait olup kira ödemeyen bir aileden iki kişi, ayda 250’şer YTL’ye iş bulsalar, bütçelerine 500 lira girse bellerini doğrultur, geçinip giderler. Bu mu daha iyidir, yoksa asgarî ücretten daha aşağı olmaz, şu kadar sigorta, şu kadar vergi ödenecek, toplu sözleşme, öğle yemeği, servis gibi hakları bulunacak mı daha iyidir?
Mesele şudur: Ülkede on milyonlarca işsiz ve aşsız vatandaş vardır. Bunlara iyi-kötü iş bulmak gerekmektedir. Bu krizi görmezlikten gelip, bu kriz için çare ve çözüm aramayı bırakıp, ille de asgarî ücret şu olacak, haklar ve sigortalar bu olacak diye diretmenin mânası yoktur.
Bu memlekette çalışma hayatının kategorileri şunlardır:
1. Hem bir işi olan, hem de sigortası, emeklilik hakkı olanlar.
2. İşi olup da bu haklara sahip bulunmayan, kaçak çalışanlar.
3. Ne işi, ne de sigortası olanlar.
Şimdi soruyorum:
Öncelikle 3’üncü maddede olanların ikinci maddeye geçirilmesi daha akıllıca olmaz mı? Ücretleri az olur, sigortaları ve başka hakları olmaz ama hiç olmazsa az-buçuk yemek yerler.
Bu ülkede yerinden oynamamış tek bir çivi bile kalmamıştır. Vaktiyle Liberal Parti Genel Başkanı Besim Tibuk bey ne diyordu:
– Biz iktidar olursak Üçüncü Dünya ülkelerinden, meselâ Bangladeş’ten ucuz işçi getirip çalıştıracağız…
Şu anda milyonlarca işsiz vatandaşımıza asgarî ücretle, kanunî hak ve sigortalarla iş bulmak kesinlikle mümkün ve muhtemel bir şey değildir. Büyük şehirlerde olmaz ama, küçük yerlerde olabilir. Bir evden üç kişi çok düşük ücretle çalışır ve üçünün kazandığı parayla düşe-kalka geçinirler.
Çok düşük ücrete bazıları elbette razı olmayacaklardır. Onlar iyi ücretli işler arasınlar, bulurlarsa çalışsınlar, lakin düşük ücrete razı olanların yolları kapatılmasın.
Çok doğurgan bir toplumuz. Öyle de olmamız gerekiyor. Çünkü yabancılar, ezelî düşmanlarımız ülkemizi paylaşma planları yapmışlardır. Nüfusumuz artmazsa vatanımızın bir kısmı, belki tamamı elden gidecektir. Tavşan gibi çoğalan bir topluma ne lazımdır. İş lazımdır, tezgâh lazımdır, ekmek teknesi lazımdır. Vaktiyle yazılar kaleme almış,
demiştim. Bir tek politikacıdan, bir tek okur-yazardan, bir tek vatandaştan bile ne bir mektup, ne de bir telefon geldi bu konuda…
Gelen turistler kaliteli olmasa da, turizmimiz gelişiyor. Turistlere yönelik el sanatlarını da geliştirmemiz, ülkemizi ziyaret eden her turiste mutlaka bir şey satmamız, bu yolla para kazanmamız gerekmez mi? İdarecilerimiz bir âlem, halkımız başka bir âlem… Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş. Türkiye’nin kurtulması için her fakir ailenin evinin bir atölye haline getirilmesi gerekmektedir. Bunun plan ve programlarını kimler yapacaktır? Hazırlanacak plan ve programları kimler uygulayacaktır? Evet evlerimiz atölye olmalıdır. Oralarda çalışacak anne, baba, kız, delikanlı işçi sayılmayacak, asgarî ücret falan istemeyecektir. Her şeyden önce az da olsa para kazanmaları, geçimlerini sağlamaları gerekmektedir. Sonra, işler biraz düzelince hayatlarını daha iyi bir şekilde tanzim edebilirler. Şu gerçeği unutmayalım: Ülkemiz hazinelerle, definelerle doludur. Birkaç sene önce tekerlekli camekanlarda satılan itibarsız simitimiz; cin fikirli, geniş ufuklu müteşebbislerimiz sayesinde şu anda birkaç katlı simit saraylarında satılmaya, Amerikan fast foodu ile rekabet etmeye başlamıştır. 06 Haziran 2005