“İstanbul Çeşitlemeleri”
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Perşembe
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları serisi içinde yayınlanmış olan (1997’de İstanbul’da basılmış, 195 sayfa)
adlı kitabını okuyorum. Wilbrandt bu eserini Türkçe olarak yazmış, dilimizi iyi biliyor, hattâ birçok
daha iyi biliyor. Bunu, önsözdeki şu cümlelerinden anlıyoruz:
Doğru…
Birincisi: Benim İstanbul’da bulunduğum, gezip dolaştığım yıllarda bu kelimeler kullanılıyordu ve ben bu kelimelerle Türkçeyi öğrendim. İkincisi: Türkçe’deki
Üçüncüsüne gelince:
Çok ince farklar var.
Yine bazı Osmanlıca kelimelerin tam karşılığı yok. Bu kelimeleri tercüme etmek için bir cümle gerekiyor. Şöyle ki:
Kitabın sonunda küçük bir sözlük var. Zengin Türkçeyi bilmeyen câhiller için bir miktar Osmanlıca kelimenin öz ve duru Türkçe karşılıkları yazılmış. Bu sözlükten birkaç misal (örnek) vermek istiyorum:
Basübadelmevt: Ölümden sonra yeniden dirilme.
Cihanşümul: Dünya çapında, evrensel.
Hamd ü sena etmek: Medhetmek, övmek, Tanrı’ya minnet bildirmek.
Maalmemnuniye: Büyük hoşnutlukla, isteye isteye, seve seve.
Mütenevvi: Türlü türlü, çeşit çeşit.
Suîtefehhüm: Yanlış anlama mahsulü.
Tenevvür: Aydınlatma.
Üstüvâni: Yuvarlak (silindir) biçiminde.
Güzel, zengin, medenî Türkçe taraftarı olan Prof. Wilbrandt’ı tebrik etmek gerek. Böyle bir kitabı yayınladığı için İş Bankası Kültür Yayınları Müdürlüğü’ne de teşekkürlerimi sunuyorum. Kitab beş bin adet basılmış ve nüshaları tükenmiştir, şu anda piyasada bulunmamaktadır. Hiçbir değişiklik yapmadan aynen basılmasını da temenni etmekteyim.
Adından da anlaşılacağı üzere bu eser İstanbul ile alâkalı yüzlerce müşahade, duygu ve bilgiyi bir araya getiriyor. Rupert Wilbrandt’ta Pierre Loti’nin bakışına paralel bir bakış, bir rayiha var.
Kitabın bir yerinde Vefa taraflarında gezinirken, uzaktan Sebsefa Hatun Camii’nden gelen Ezanı dinlerken
şeklinde bir cümle sarf ediliyor. Medeniyetten, sanattan, incelikten nasip almış bir insanın sözüdür bu.
Bilseniz, bendeniz, hoparlörler en son kertesine kadar açılarak okunan Ezan sesleri dolayısıyla ne kadar üzgünüm. Ezana yapılacak en büyük saygısızlıktır bu. Dünyanın en güzel sesli ve Ezan konusunda en fazla müzik bilgisine sahip müezzini bile Ezan-ı Muhammedî okurken hoparlörü gereğinden fazla açarsa, âletin düğmesini sonuna kadar çevirirse o Ezan mahv olur. Cihazdan korkunç mâdenî sesler gelir. Fakirhânem İstanbul’un büyük bir camiinin yanındadır. Yaz aylarında Ezan okunurken pencereyi kapatmak zorunda kalıyorum. Çünkü hoparlörleri sonuna kadar açmışlar, aslında müezzinlerin sesleri ve Ezan bilgileri iyi ama hoparlörler Ezanı bozuyor. Lakin bunu kimseye anlatamıyoruz.
– Muhterem kardeşim, Ezan okurken hoparlörü niçin sonuna kadar açarak Ezanın bozulmasına sebebiyet veriyorsun?
Cevap:
– Bunun ıstırabını biz de çekiyoruz ama ne çare ki, âlet bundan fazla açılmıyor, ses bundan fazla yüksek olmuyor…
İnşaallah yeni baskısını yaparlar. Böyle faydalı ve güzel kitapların tekrar basılmasını önleyen tabucu ve yasakçı güçler vardır Türkiye’mizde.
Halide Edib Adıvar’ın
adlı kitabının birinci baskısı bundan elli sene önce yapılmıştı. Bir daha bastırılmadı. Niçin? Osmanlıları övüyor, yapılan birtakım yeniliklerin zararlı olduğunu iddia ve isbat ediyordu.
Prof. Wilbrandt Osmanlılar zamanında yapılmış
Bu istasyonun denize bakan tarihî cephesi ne kadar güzel ve sanatlıdır. Yazık ki, yobaz bir zihniyet ana kapının üzerindeki tuğrayı kazımış, alttaki kitabenin mısralarını da sıvamıştır. Yazıklar olsun! Böylesine bir taassup nerede görülmüştür? Çocukluğumda
Sadece en üstteki tuğra-yı hümayun hâlâ bir mermer levha ile gizlenmiş olarak duruyor.
Dolmabahçe Sarayı’nın caddeye bakan anıtsal kapısının üzerindeki tuğra kapalıydı, 1960’dan sonra darbeciler açtırdılar. İstanbul Üniversitesi’nin üzerindeki tuğra da açılmalıdır. Ulaştırma Bakanı
beyefendiden rica ediyorum: Sirkeci gar binasının sıvanmış kitabesini temizlettirsin, tarihimize ve kültürümüze vurulan bu çamuru izale ettirsin. Bu millî ve vicdanî bir vazifedir.
Sirkeci Osmanlı tren istasyonu binası ne kadar güzelse, onun yanına yapılmış olan yeni ek bina o derecede çirkin ve iğrençtir. Ya Rabbi! Öyle güzel ve sanatlı bir binaya nasıl bu korkunç ve gudubet eki yapabilmişlerdir?
Elimden gelse İstanbul turları tertiplerim, öncelikle suriçi tarihî İstanbul’u gezdiririm. Gezilecek ve görülecek yerlerden ve binalardan biri de bu Sirkeci garıdır. Grubu tarihî gar binasının cephesi önünde toplarım, binanın sanatını ve hüsnünü idrak ederek görmelerini, o gözle bakmalarını sağlarım, sonra
derim. Sonra grubu biraz yürütür, yandaki o korkunç, o dehşetli, o çirkin, o bayağı, o rezil, o âdi ek binanın önüne getiririm. Bakınız ve iliklerinize kadar titreyiniz, tiksininiz derim.
İstanbul’u böyle gezmek lâzımdır. Tarihî İstanbul’u gezerken yürekten ve gözlerden yaş akıtmak gerektir. Şu canım şehri ne hale getirdik. İstanbul’a kıyanlar sadece iki kimlikli G.Y.’ler değildir. Cahil Müslümanlar da çok tahribat yapmıştır.
Adnan Menderes’in (etnik kökeni mâlumdur) 1950’li yıllardaki şehri açma ve temizleme faaliyetleri tam bir cinayettir. Suriçi İstanbul’un bir müze-şehir olarak muhafaza edilmesi, bir taşına bile dokunulmaması gerekirdi.
Onu yenileştirmeye kalkışmak, onda geniş caddeler açmak, korkunç beton apartımanlar ve hanlar yaptırmak bir cinnet olmuştur.
Eminönü ve Fatih kazalarından (ilçelerinden) ibaret olan bu tarihî İstanbul bundan sonra kurtulur mu? Elbette kurtulur.
Biz de İstanbul’u eskisinden daha güzel yapabiliriz ama bunun için medeniyet, kültür, sanat, zarafet, kibarlık, görgü, mürüvvet, fütüvvet dolu gönüller ve kafalar lâzımdır. Bugünkü kafayla hiçbir şey yapamayız.
Biraz geç de olsa,
adlı güzel ve faydalı kitabı telif eden Prof. Dr. Rupert Wilbrandt’ı tebrik ediyorum.
27 Ocak 2006