İstanbul Korunmuştur
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Çarşamba
Bir vatandaş için en önemli şey varlığını koruyabilmektir, can hürriyetidir. Son zelzelede büyük bir facia yaşandı ve elli bine yakın kişi hayatını yitirdi. Bazı sorumlular, “Bizim memleketimiz zelzele kuşağı üzerindedir. Binaların yıkılması ve canların gitmesi tabiîdir” meâlinde konuşuyorlar. Onların bu iddiaları doğru mudur, haklı mıdır? Yanılıyorlar. Ölen vatandaşların çoğu, zelzele yüzünden değil, ilgili ve sorumlu kişi ve makamlar vazifelerini ihmal ettikleri, tedbir almadıkları, sorumluluklarının idraki içinde bulunmadıkları için enkaz altında kalmışlardır. Türkiye bu kadar kötü idare edilmeseydi, bu zelzelede bu kadar büyük kayıp verilmeyecekti.
Eğer bina yapılmaması gereken çürük bir araziyi imar ve iskana (yapılaşmaya) açarsanız, bu bölgeye altı yedi katlı kocaman bloklar dikerseniz, bunların yapımı esnasında zelzeleye karşı mukavim (dirençli) olmaları için gerekli şartların yerine getirilmesine dikkat etmezseniz, ilk şiddetli zelzelede bu binalar yıkılacak, içlerindeki insanlar ölecektir. Katil zelzele midir, tabiat mıdır? Hayır, sorumlu kişi ve makamlardır. Devlettir, belediyelerdir, vazifelerini yapmayan, suiistimal eden bürokratlar ve memurlardır.
Uzman ve cesur kişilerden müteşekkil bir heyete, iddianâme şeklinde bir rapor yazdırılarak zelzeledeki kayıpların sorumlularını tesbit edip teşhir etmek gerekir.
Bayındırlık Bakanlığı hakkında bazı bilen kişiler çok korkunç şeyler söylemektedir. Halk ve aydınlar bunu bilmiyor. Basın bu konuyu niçin işlemiyor? Televizyonlar Bayındırlık Bakanlığı’nın durumu hakkında niçin kesin ve kesici yayınlar yapmıyor?
Avcılar bölgesi dışında son büyük zelzelede İstanbul’a fazla bir şey olmadı. Şehir sağlam inşa edildiği için mi? Ben bu görüşü kabul etmiyorum. İstanbul, böyle büyük sarsıntıda yıkılmaları beklenen bir sürü çürük çarık bina ile doluydu. Peki bunlar niçin yıkılmadı? Şehri Allah koruduğu için yıkılmamıştır. Bu iddia ve görüşümü isbat için bir delil getireceğim. İstanbul’da Sultanahmet Camii’nin yanında Tavukhane sokağı bulunmaktadır. Orada, 12 numara ile kayıtlı, dört katlı, püf deseniz yıkılacak kadar harap, içinde tabiatıyla kimsenin oturmadığı ahşap bir bina vardı. Çökerse, önünden geçenler enkazın altında kalmasınlar diye, binanın önüne bir tahta perde yapılmıştı. İşte son büyük ve dehşetli zelzelede bu binaya hiçbir şey olmadı. Mutlaka çökmesi gerekirdi, çökmedi.
Ben inançlı bir kimseyim. Ateistlerle, pozitivistlerle, materyalistlerle bazı hususlarda anlaşmamız mümkün değildir. Onlar ne derlerse desinler, İstanbul son zelzelede ilahî himâye altında bulunmuş, korunmuştur.
Bu zelzele bir ihtardır. Halk ve idareciler bu uyarıya kulak asmazlarsa bunun ardından maddî veya mânevî başka zelzeleler gelebilir. Türkiye’de zulüm, haksızlık, haram yiyicilik, ahlâksızlık, rezillik büyük boyutlara ulaşmıştır. Dini imanı para olan kişiler memleketi, halkı, devleti yiyip bitirmektedir. Halkın çoğunluğunun dinine imanına saldırılmakta, başörtülü mâsum talebeler üniversitelere alınmamaktadır. Kokuşma, rüşvet, adam kayırma, partizanlık, devletin ve mahallî idarelerin bütçelerini ve imkanlarını hortumlama, emanetleri ehliyetsizlere verme almış yürümüştür. Çeteler, mafyalar ülkeyi haraca kesmektedir. Milyonlarca vatandaş sürünürken, vekilleri refah içinde yaşamaktadır. Türkiye’nin gelirinin yarısını yüz bin kişilik mutlu ve putlu bir azınlık yemektedir.
Birtakım aydınlar bir araya gelerek, vaktiyle İngiltere’de Bertrand Russell’in kurduğu “Vietnam Mahkemesi” gibi bir yüce divan kurarak suçluları yargılamalı ve teşhir etmelidir.
Böyle bir zelzele Japonya’da, ABD’de olsaydı bu kadar yıkım olur muydu, bu kadar insan ölür müydü? Kesinlikle bu kadar tahribat ve kayıp olmazdı. Çünkü onlar zelzeleden önce alınması gereken bütün tedbirleri almış, zelzeleden sonra yapılması gereken bütün hizmetleri yapmış olurlardı.
Ölen elli bin vatandaşın katilleri zelzele ve tabiat değildir. Sistemdir, zihniyettir, idaredir; devlet ve belediyelerdir.
Bataklığı, dolma topraklı araziyi, çürük zeminleri yapılaşmaya açacaksın, buralara çürük çarık yüksek bloklar yaptıracaksın. Bunlara oturma izni vereceksin ve zelzelede yıkıldıkları vakit de, “Ne yapalım bizim ülkemiz deprem kuşağındadır, böyle yıkımlar olması tabiîdir. Sayın halkımız sakin olsun, şikâyette bulunmasın, devleti tenkit etmesin” şeklinde konuşacaksın. Olur mu böyle şey?
Kadınların tesettürü İslâm dininin kesin emirlerindendir. Her Müslümanın bunu böyle bilmesi, kabul etmesi gerekir. Tesettür Kitab ile, Sünnet ile, icma ile sâbittir. Müslüman bir hanım bu devirde tesettürlü olur veya olmaz; lakin tesettürün farz olduğunu, hak olduğunu kabule mecburdur. Ben öyle inançlı hanımlar biliyorum ki, başları açık geziyorlar, lakin namaz vakti gelince bir kenara çekilip, çantalarından çıkarttıkları örtüleri başlarına geçirip namazlarını kılıyorlar.
İslâm’ın muhkem emirlerinden olan tesettüre karşı savaş açmak hiçbir kişiye ve gruba uğur getirmez. Sadece onlara değil, ülkeye de uğur getirmez. Bugün İngiltere’de, ABD’de, medenî Avrupa ülkelerinde, Avustralya’da Müslüman kadın ve kızların başörtülerine, kapalı kıyafetlerine karışılmamaktadır. Türkiye’de de böyle olması gerekir.
Mâlum bir zihniyet tesettürle savaşarak ülkemizi Ortaçağ karanlıklarına sokmuştur. Bu hale getirilen bir ülkede uğursuzluk ve meymenetsizlik eksik olmaz, felaketler birbirini takip eder durur. İslâm dini Allah’ın koruması altındadır. İslâm’la, Kur’anla hiçbir beşerî güç savaşamaz. 26 Ağustos 1999