Cumartesi

 

Kitabevlerinin, Türkçe’nin İslâm-Kur’ân yazısıyla yazıldığı tarihlerde, yani

1928’den önce yayınlamış oldukları kitap katalogları, kültür tarihimize ışık tutan değerli kaynaklardır.

Bende bunlardan hayli var. Bir araştırıcının çıkıp da eski kitap katalogları hakkında bir

bibliyografya

çalışması

yapması temenni olunur.

Köye götürdüğüm mukavva kutulardan birinin içinde Osmanlıca, Fransızca, başka dillerde meraklı kitaplar çıktı. Bunlardan biri de 1925-1341’de İstanbul’da Karabet Matbaası’nda basılmış 160 sayfalık

“İkbal Kütüphanesinin Umumî Kitap Fihristi”

adlı katalogtu.

Katalogtan alacağım bazı bilgileri arz etmeden önce 1925 yılının İstanbul’u hakkında kısa bilgiler vermek istiyorum:

Cumhuriyet ilân edileli iki sene olmuş.

Son Padişah 1922’de Malaya zırhlısıyla şehri terk etmiş, onun yerine Büyük Millet Meclisi tarafından halife seçilen Abdülmecid bin Abdülaziz Han bir sene önce yurt haricine sürülmüş,

Hilafet kaldırılmış.

Doğuda isyanlar başlamış, İstanbul matbuatının ve aydınlarının bir kısmı Ankara rejimine muhalefete başlamış.

İstiklal Mahkemeleri

kurulmuş… İstanbul’un nüfusu bir milyonun altında, altı veya yedi yüz bin civarında.

Onun da yarıya yakını Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Frenkler.

Atatürk devrimleri henüz ilân edilmemiş… Bu kadarcık bilgi yeter.

Kataloğun 155’inci 156’ncı sayfalarında İstanbul’da yayınlanan yevmî

(günlük)

Fransızca gazetelerin listesi var. O tarihte İstanbul’da tam beş Fransızca günlük gazete yayınlanıyor. İsimlerini vereyim:

AKCHAM

(Akşam gazetesinin Fransızca nüshası),

Stamboul, Le Journal D’orıent

, Büyük Yol

(İsmi Türkçe, Dili Fransızca),

La Gazette.

Aynı tarihte İstanbul’da yayınlanan Türkçe günlük gazetelerin de listesi var katalogta. Bunlar

Cumhuriyet, Vakit, Vatan, İkdam, Akşam

ve

Son Saat’

tir.

Demek ki, o tarihte İstanbul’da

altı Türkçe günlük gazeteye karşılık beş Fransızca günlük gazete yayınlanmaktadır.

Bundan çıkartacağımız neticeler vardır: (1) Şehir kozmopolittir, Türkçenin yanında o tarihin lingua francası olan Fransızca da konuşulmaktadır, o dille hayli gazete çıkartılmaktadır. (2) İstanbul’un yüksek bir şehir kültürü vardır.

Şu anda İstanbul onbeş milyon nüfuslu bir megapolistir ama, Fransızca’nın yerine geçmiş olan

İngilizce

ile bir tek günlük gazete yayınlanmamaktadır bu dev şehirde. Niçin? Çünkü İstanbul’un kültür seviyesi düşmüş, medenî bir şehir olmaktan ziyade dev bir köye, hattâ mezraya dönüşmüştür.

İstanbul’un medenî bir şehirden çok, dünyanın en büyük köyü haline gelmiş olmasını gösteren sebeplerden biri de bu şehirde büyük bir genel kütüphane bulunmamasıdır.

İstanbul nasıl köyleştirildi, kültürü nasıl kırsal kesim ve gecekondu kültürü seviyesine indirildi? Sosyologlarımızın, antropologlarımızın, büyük düşünürlerimizin bu konuyu incelemeleri, çok ciddi ve seviyeli ilmî araştırma kitapları yazmaları gerekmez mi?

Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele kazanıldıktan ve Cumhuriyet ilân edildikten sonra uzun yıllar İstanbul’a gelmemiştir. Niçin?

İstanbul Ankara rejimine niçin muhalefet etmiştir? Bunların da incelenmesi gerekir.

Ankara başkent yapıldı ama, İstanbul Türkiye’nin gerçek başkenti olarak kaldı. Hâlâ da öyle değil mi? Türkiye’nin en büyük gazeteleri İstanbul’da çıkıyor, en büyük televizyon kanalları İstanbul’da faaliyet gösteriyor. İstanbul’da gazete bayilerinde satılan bir tek Ankara gazetesi var mıdır?

Son otuz yıl içinde Anadolu’dan İstanbul’a korkunç, düzensiz, plansız bir nüfus akını oldu. Dağlar, vâdiler, dere yatakları yapılaşmaya açıldı, arsa ve inşaat sektörü Türkiye’nin birinci gelir ve iş kolu oldu. Sonunda ülke bugünkü hale geldi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da koskoca bölge nüfustan arındırıldı. Bu arındırma, temizleme kasıtlı ve planlı mı yapıldı? Yoksa şuursuzca mı oldu? Boşaltılan bu bölgelere ileride başka nüfuslar mı yerleştirilecektir?.. Araştırıcılarımız niçin bu konuyu incelemiyor?..

Medenî Batı ülkelerinde otuz kırk bin nüfuslu şehirlere gidiyorsunuz, hepsinde büyük bir kütüphane var. Hepsinde antikacı dükkanları, eski kitap satan sahhaflar bulunuyor.

İhtişamlı belediye binaları, saraylar,

opera ve tiyatro binaları

, sanat merkezleri, sanat atölyeleri var.

Bunlar o şehirleri gerçek şehir yapan unsurlar.

Bizde, İstanbul’un son otuz kırk yıl içinde mantar gibi bitmiş ve nüfusu bir milyon olan bir semtine gidiyorsunuz,

bir tek antikacı, bir tek sahhaf dükkanı, bir tek sanat merkezi yok.

Bunlarsız şehir olur mu?

Yakın tarihimizde

İstanbul’da çok sayıda

Türk ve Müslüman eserleri tahrip edildi.

Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Sabataycı-Dönme mezarlığı dışında nice tarihî İslâm kabristanı düzlendi veya

Eyüp ve Karacaahmet’te olduğu gibi büyük tahribata uğratıldı, maşatlığa çevrildi.

1950’den sonraki imar faaliyeti esnasında yüzlerce küçük hazire, küçük kabristan kaldırıldı, birtakım domuz rantçılara peşkeş çekildi.

Yakın tarihimizde Türkiye’de on bin Osmanlı eserinin yok edildiği iddia ediliyor. İstanbul vilayetinin karşısında

Fatma Sultan Camii

ve

Gümüşhaneli dergâhı

bulunuyordu. 1950’li yıllarda yıkıldı, dümdüz edildi.

Sadece Eminönü İlçesi dahilinde yüz küsur camii yok edilmiştir.

1960’lı yıllardaydı,

Cağaloğlu Servili Mescid sokağında, aynı ismi taşıyan minareli camiyi işçilerin balyozlarla yıktıklarını bizzat görmüştüm.

O zaman başbakan olan

Süleyman Demirel’e bir protesto telgrafı çekmiştim ama varak-ı mihr-i vefayı kim dinler…

İstanbul Türkiye’nin beyniydi, zekasıydı, İrfan ve maarif merkeziydi.

Bu şehir kasıtlı olarak, garazlı olarak darbelenmiş, suikastlara mâruz bırakılmıştır. Roma ayarında bir ilim, medeniyet, kültür, sanat merkezi olan İstanbul’u niçin köy ve mezraa durumuna düşürdüler? Bunu kimler yaptı?

1925’te İstanbul Üniversitesi’nin adı

“İstanbul Darülfünunu”

idi, profesörlere de

müderris

deniliyordu. Birkaç yıl sonra o da kapatıldı, muhalif profesörler tasfiye edildi.

Ben bu konularda fazla yazamayacağım. Sayın

Besim Tibuk

, İstanbul ve Ankara konusunda son on yıl içinde çok keskin, çok pervasız tenkitlerde bulunmuştur.

Aslında onu konuşturmak lazım.

Sanırım 1995’teydi,

Pazar Postası

adında haftalık bir gazete

Tibuk ile tam sayfa bir röportaj

yapmıştı. Besim Tibuk orada bu sütunlarda tekrar edemeyeceğim ağır, fakat çok haklı tenkitleri pervasızca beyan etmişti.

Bunca yozlaşmadan ve tahribattan sonra İstanbul tekrar gerçek bir şehir haline gelebilir mi? Allah’tan ümit kesilmez. 25 Ağustos 2002