İstanbul’da Cuma Namazı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Geçen cumalardan birinde İstanbul’un büyük camilerinden birine namaza gittim. Biraz geç kalmıştım, Ezan-ı Muhammedî okunmuştu. Sokaklar, caddeler, meydanlar insan kaynıyordu. Lokantalar, kahvehaneler, dükkanlar açıktı; içlerinde müşteriler vardı. Otobüsler, tramvaylar dopdoluydu. Taksiler vızır vızır işliyordu. Bu ne biçim İslâm şehriydi ki, Cuma ezanı okunduktan sonra hayat durmamış, mü’minler camilere ibadet için koşmamıştı?
Camiye girdim, iç ezanı okunuyordu. Hoparlörler sonuna kadar açılmıştı ve kulaklara zarar verecek kadar yüksek bir ses camiyi çınlatıyordu. Şunu, gerektiği kadar açsalar olmaz mıydı? Yoksa, “Madem ki, dinimiz büyüktür, hoparlörün sesi de güçlü çıkmalıdır” diye aptalca bir mantık mı yürütüyorlardı.
Cami maalesef dolmamıştı. İstanbul’un nüfusu bir milyon kişi iken camiler vakit namazlarında bile dolarmış, şimdi şehirde onbeş milyon kişi yaşıyor ve ibadethaneler dolmuyor.
Cemaatin kılık kıyafetine baktım. Sırtındaki ceketimsi elbisesinin üzerinde İngilizce yazılar olan bir genci gördüm. Kılık kıyafetler genellikle pek itinalı değildi. Takkelilerin nisbeti onda biri bile bulmazdı.
Beş vakit namaz ve cuma namazları dinimizin temel emirlerindendir. Müslümanların başını çeken büyüklerin; kodaman ve kocaman İslâmcıların, din baronlarının, şeyhlerin, pabucu büyüklerin namaza, cemaate, camiye bütün Müslümanları çekmek için çalışmaları gerekmez mi? Niçin çalışmıyorlar?
Birtakım İslâmcılar büyük büyük lâflar ediyor, “Biz Türkiye’ye İslâmî bir sistem getireceğiz” şeklinde boylarından büyük sözler sarfediyor. Onlarda zerre kadar iz’an, vicdan, akıl, sağduyu, firaset olsa bir cuma namazı vakti İstanbul’un haline bakar da, bu kadar iddialı konuşmazlar.
İslâm adına ortaya çıkan kişilerin, üzerinde durmaya mecbur oldukları birtakım hayatî, zarurî, önemli meseleler ve maddeler vardır.
Bunların birincisi tashih-i itikad meselesidir. Zamanımızda itikad konusunda büyük bozukluklar, sapıklıklar başgöstermiştir ve İslâmcı kodamanların umurunda bile değildir bunlar.
İkinci önemli ve zarurî husus Müslümanların namaz kılmaya dâvet edilmesidir.
Üçüncü husus, namaz kılan hür erkeklerin bu ibadetleri camilerde cemaatle yapmaya dâvet edilmesidir.
Dördüncü husus, kadınların tesettürlü olmaları için çalışmaktır.
Beşinci husus, emr-i mâruf ve nehy-i münker farizasının yapılmasıdır. Bunu herkes kendi bildiği şekilde yapamaz. İktidar sahipleri fiilen, ulema meşâyih söz ve yazı ile, halk da kalben yapar.
Altıncı husus İslâm’ın kesinlikle yasaklamış olduğu lüks, israf, aşırı tüketim, gösteriş, kibir, gurur ile mücadele etmek; Müslümanları mütevâzı, kanaatkâr, tutumlu olmaya çağırmaktır. Bu çağrıyı yapan kodaman, kocaman, ileri gelen Müslümanların da yaşayışları ile örnek olmaları gerekir. Nemrud, Firavun, Neron gibi ihtişamlı ve debdebeli bir hayat sürenlerin, Müslüman halka kanaat konusunda öğüt vermeleri gülünç olur.
Yedinci husus, insanın en büyük düşmanı olan nefs-i emmâre ile mücadele hususunda Müslümanları uyarmak ve bu hususta kendilerine yol göstermektir.
Sekizinci husus, zekâtların, Şeriat’ın öngördüğü şekilde yerli yerine, yani öncelikle muhtaç ve fakir Müslümanlara verilmesi hususunda Ümmet-i Muhammed’i bilgilendirmek ve şuurlandırmaktır. Allah Kur’ân’ında kimlere zekat verileceğini kesin ve açık olarak bildirmiştir. Zekat almaya hakkı olmadığı halde zekat alanlar ve toplayanlar iyi bilmiş olsunlar ki, cehennem ateşi toplamaktadırlar.
Maalesef İslâmî kesimde bu gibi konularda yeteri kadar faaliyet ve hizmet görülmemektedir. Birtakım adamların böyle konular ilgisini çekmez. Onların aklı fikri kendileri için para toplamaktır. Onlar nefs-i emmarelerine put gibi taparlar, nerede kaldı ki, başka Müslümanları nefsle mücadele konusunda uyarsınlar ve yetiştirsinler.
Namaz, cemaat konusunda bir seferberlik açılsa, sözlü veya yazılı olarak milyonlarca Müslümana nasihat edilse namaz kılanların ve cemaate devam edenlerin sayısında artış olmaz mı? Elbette olur. Ancak din baronları böyle bir seferberliği başlatmazlar. Çünkü bu gibi hizmetlerde onlar için maddî ve mânevî menfaatler yoktur.
On milyonlarca Müslüman boş, faydasız, incir çekirdeğini doldurmaz işler ve dedikodularla uğraşıyor. Peygamber “Namaz dinin direğidir. Kim o direği ayakta tutarsa dinini ayakta tutmuş olur, kim direği yıkarsa dinini yıkmış olur” diyor. Namaz Kur’ân-ı Azimüşşan’da elliden fazla yerde emir ve tavsiye buyurulmaktadır. Yine Kitabullah’ta kötü bir kavim için “Onlar şehvetlerine uydular ve namazı terkettiler” deniliyor.
Müslümanlar geçen asrın başlarına kadar beş vakit namazı kılmışlardır. Son elli altmış sene içinde namaz konusunda ihmal, tehâvün (hafife almak) başlamıştır.
İslâm’ı temsil iddiasında olup da namaz kılmayanlar haindir. Millî Mücadele yıllarında Ankara’ya giden Bediüzzaman Hazretleri, bir kısım mebusların namaz kılmadıklarını görmüş, çok üzülmüş ve bir küçük risale çıkartarak onları uyarmıştır.
İstanbul’da, mutlaka namaz kılmakla mükellef olan, bu konuda Müslümanlara örnek ve model olması gereken otuz-kırk kadar resmî şahsiyetten sadece sekizi muntazaman beş vakit namaz kılıyormuş. Yazıklar olsun!
İzinli oldukları günlerde namaz kılmayan birtakım adamlar varmış. Onlara da yazıklar olsun!
İmam-Hatip mektepleri için feryad-ü figan kopartıyoruz. İşin içyüzünü bilenlere soruyorum: Bu okullardaki namaz kılan öğrencilerin nisbeti kaçta kaçtır? Bu çocuklarımızın yüzde yüz namaz kılmaları gerekmez mi?
Türkiye Müslümanları namazı bırakacaklar ve sonra da iflah olacaklar. Ne boş ümittir bu.
Beyim İslâm nizamını getirecekmiş. İslâm nizamını kullar getiremez. Allah dilerse tesis eder. Bizim vazifemiz, her şeyden önce, dinimizin temel ibadeti olan beş vakit namazı kılmak, cemaate devam etmek, namaz ve cemaat için gereği gibi çalışmaktır.