İstanbul’da Ramazan
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Ocak 2019
Perşembe
Almanya’da doğduğu için Alman vatandaşı olan, orada hukuk tahsili yapan, dindar olduğu için başını örten, fakülteye bu kıyafetle giderek okuyan, mezun olduktan sonra yine başörtülü olarak avukatlık stajına başlayan bir hanım şu anda İstanbul’da bulunuyor. Geçen gün Kadıköy’den bendenize telefon etti, “Burada sanki Ramazan yok, sokaklar, meydanlar oruç yiyen insanlarla dolu…” diye sızıldandı.
Şu dev İstanbul’un her yeri birbirine benzemiyor. Burada, nereden baksanız en az yirmi ayrı şehir var. Kimisi çağdaşlık, kimisinde geleneksel kültür hakim. Çağdaş bölgelerde fazla dindarlık yok, geleneksel bölgelerde var.
Şu bazı büyük gazetelerin hallerine bakınız. Ramazan münasebetiyle dinî yayınlar yapıyor, Kur’ân ayetleri, hadîsler, ahlakî yazılar… Öte yandan dine ve mukaddesata saldırıyor. Gazetelerde böyle çelişkiler olursa toplumda olmaz mı?
Oruç tutmayanlar bir âlem de, oruç tutanlar değil mi? Gündüz oruç tutuyor, belki namaz da kılıyor, iftardan sonra vur patlasın, çal oynasın
koşuyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!..
Dostlarımdan biri birkaç gün önce ikindi vakti Bostancı’da bir caminin önünden geçiyormuş. Ezan okunmaya başlamış. Namazı burada kılıvereyim demiş, arabasını park etmiş, içeri girmiş. Hayret!.. Koskoca ibadethanede biri çocuk dört kişi varmış, imam efendi izinli olduğu için namazı müezzin kıldırmış, dostumuz da müezzinlik yapmış. Bostancı gibi nüfusu çok kalabalık bir yerde büyük bir camide ikindi namazında, üstelik Ramazan’da, biri çocuk dört kişilik bir cemaat mi olmalıydı?
Herkes için söylemiyorum, bir kısım Müslümanlar zafer sarhoşluğu içindedir. Sayın
cumhurbaşkanı oldu, sayın eşi başörtülü, yaşasın… Bu sarhoşluk onlara memleketin halini, dinî vaziyeti, bir kısım halkın ne kadar bozulmuş olduğunu görmek imkânını vermiyor. Türkiye’de uzun yıllar boyunca dinsizlik tohumları ekilmiştir. Şimdi onların acı ve zehirli meyveleri toplanıyor.
Ülkemizde büyük bir kopukluk vardır. Almanya’da Protestanlar ve Katolikler var. Onlar, bizdeki çağdaşlar ve dindarlar kadar birbirinden kopuk değil. Orada sosyal barış, toplumsal uzlaşma mevcut.
Bizde bir kısım çağdaşlar dine temelden muhalif. Dinî olan hiçbir şeye tahammülleri yok. Namaza kızıyorlar, oruca kızıyorlar, başörtüsüne kızıyorlar, din dersine kızıyorlar, din denilince öfkeden kendilerini kaybediyorlar. Bunlarla dindarlar nasıl barış içinde yaşayacaklar?
Sık sık yazarım, bizde maalesef din sömürüsü vardır, bu sömürü büyük bir sektördür. Onun karşısında dinsizlik de bir sektördür. Büyük bir medya patronu muhalif bir parti gibi çalışıyor.
Bir yandan ayetli hadîsli
yayınları, öbür yandan dine ve mukaddesata en ağır hakaretler.
Bir kısım İslâmcıların umurunda değil bu olup bitenler. Onlar için sadece para, rant, avanta, voli vurmak, köşeyi dönmek önemlidir. Oruçlarını tutarlar, ihalelere fesat karıştırırlar, haram rantlarını yerler. Bir yıl boyunca günah işlerler, sonra umreye gidip Zemzemle yıkanmış gibi tertemiz dönerler.
Laf lafı açıyor, geçenlerde bir internet sitesinin iş arayanlar bölümünü açtım, ümidim yok ama bir konuda bir eleman bulurum diye listeyi okumaya başladım. Aaaa, o ne,
Bu memlekette adliye yok mu, polis yok mu? Böyle ilanlara nasıl izin veriliyor?
Bir vatandaş
şeklinde bir ilan yayınlatsa kızılca kıyamet kopar. Türkiye’nin bazı yerleri günahta, isyanda, fuhşiyatta Sodom Gomore’yi geride bıraktı. Müslüman yığınlar bunlarla ilgilenmiyor, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmıyor. Her koyun kendi bacağından asılır, başkaları günah işliyorsa bana ne… Gafiller, Kur’ân’daki “Öyle bir musibetten korkunuz ki, o sadece kötülerin üzerine gelmez (genel gelir)“ mealindeki âyeti bilmiyorlar mı?
Büyük boydaki ilanlara göre “Ramazanın kalbi Sultanahmet’te atıyor…”
Köfte var, sucuk var, börek var, kokoreç var, şambaba tatlısı, lokma, güllaç var… Macun var… Çay kahve, meyve suyu var…
Sanat yok, kültür yok, adab-ı muaşeret yok… Böyle bir yerde Ramazan’ın kalbi atmaz mı?
Bazılarına göre din nasıl yükselir? Bundan kolay ne var? Camideki hoparlörleri sonuna kadar açarsın, ses ne kadar yüksek olursa mukaddesat da o derecede yükselir… Bundan kırk elli yıl önce teravih namazlarında camiler dolardı. Şimdi o kadar çok cemaat yok. Civardaki binaların camlarını titreten yüksek, çok yüksek, en yüksek sesle Ezan okunduktan sonra içeride farz kılınmaya başlayacak. Mihrapta sabit bir mikrofon var, imam efendi bir de yakasına seyyar mikrofon takıyor ve namazı öyle kıldırıyor, Fıkhen bu caiz midir? Zaruret yoksa caiz değildir. Müezzin de bir âlem, eline kaz yumurtası büyüklüğünde bir mikrofon almış, ağzına sokarcasına yaklaştırmış, bağırdıkça bağırıyor. Acaba bir yeri mi ağrıyor? Ey akustik ilmi, nerdesin?
Çarşamba akşamı iftar yemeği için evimin yakınındaki lüks bir otele davetliydim. Müslüman profesörlerden müteşekkil başka bir grup da oradaydı. Kendi aralarında konuşuyorlar. “Orucumuzu bir hurma ile açalım, sonra hemen akşam namazını eda edelim, ondan sonra sofraya oturalım…” Bu sözü işitince oh ne güzel dedim. Bizim grup da o cemaate katıldı, birlikte namazı eda ettik. İmam efendinin takkesi yoktu, ben kendi takkemi verdim. Takkesiz, baş açık imamlık yapanların ardında cemaat olmuyorum. Ramazan’da akşam namazını yemekten önce kılan bu münevver Müslümanları tebrik ediyorum.
Mükellef bir yemek yedik. Vatanımızda, İslâm dünyasında, dünyada yüz milyonlarca insan ve Müslüman açken, sefalet içinde sürünürken biz yedikçe yedik. Yemeklerden sonra açık büfe tatlı masasına gittik, birkaç çeşit tatlı ve meyve aldık onları da yedik. Üzerine çay ve kahve içtik. Allah orucumuzu kabul etsin, taksiratımızı affetsin.
O gece yatsı ve teravihi sahildeki
kıldım. 1500 yıllık tarihî binada ne kadar az cemaat vardı. İşte Ramazan geldi gidiyor. Manevî bereketler ayının değerini, kadrini bildik mi? Bu ayda bol bol hayır hasenat yaptık mı? Büyük yolculuk için azık hazırladık mı? “Ramazanda neler yaptın?” diye sorulduğunda ne cevap vereceğiz?
“İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar…” Bu ne yaman bir uyanış olacaktır. Ermiş şair “Şehre varsam, feryad u figan kopartsam…” demiş. Yazık ki, bu şehrin feryatçıları, figancıları yok. 05 Ekim 2007