İstanbul’daki Mafya Değişikliği
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Cuma
Son bir buçuk sene içinde ülkemizde sessiz sedasız çok büyük bir gelişme oldu. Türkiye’nin kalbi ve beyni durumunda olan, nüfusu on beş milyonu geçmiş bulunan İstanbul’un mafya yapısında kökten, temelden, esastan değişim gerçekleştirildi. Mafya gücü, mafya üstünlüğü Türklerden alındı başka bir etnik unsura verildi. Medya bunun üzerinde pek durmadı.
Bu değişim ve gelişme planlı ve programlı bir şekilde yapıldı, yani kendi kendine, tesadüfen olmadı. Bu işte Avrupalıların bile parmağı var. İktidara mensup birtakım güçlü adamlar ve lobiler de büyük rol oynadılar. Açık yazamıyorum, anlarsınız… Bu konuda bir iki defa yazdım. Fazla yazamam, tafsilât veremem. Konuyu değiştirelim.
Dostlarımdan Sezgin Bey, Fenerbahçe’de oturur. Bir akşam validesini, hanımını, kızını almış, hava almak için şar idaresinin yeni açtığı plaja gitmiş. Geceleyin denize girmek için değil; temiz hava almak, biraz gezinmek için. Plajın alacakaranlığında çok acayip manzaralarla karşılaşmışlar. Lastik şilteler üzerine çadırımsı bir şeyler germişler, kadın erkek temiz ve açık havada şey yapıyorlarmış. Sezgin Bey ve ailesinin kanları beyinlerine hücum etmiş. Herkesin ortasında böyle şeyler olur mu? Hemen oradan, kaçarcasına uzaklaşmışlar. Kapıdaki kabadayı
şeklinde mânâlı konuşmuş. Hele vatandaş bir itiraz etsin, kemiklerini kırarlar.
Plajlar ne işe yarar? Denize girmek, güneşlenmek, varsa gazinosunda oturup çay, gazoz içmek için… Şehirde, bunu herkes biliyor, fuhuş yapılan belli mekânlar vardır. Kanunen ve ahlâken suç olan bu iş kapalı kapılar ardında, dört duvar arasında yapılıyor.
Şar başkanı “Kudretullah” Beyin olup bitenlerden haberi olması gerekir. Şar idaresi tarafından açılan bir plajın, açık ve temiz (!) hava fuhuşhânesi şeklinde çalışmasına nasıl göz yumuluyor? Anlamak mümkün değil…
Çok açık yazmadım ama ne demek istediğim anlaşılmıştır sanırım. Sayın İstanbul Valisini, Sayın İstanbul Emniyet Müdürünü, Ankara’daki sayın sorumluları uyarıyor ve vazifeye davet ediyorum.
Sezgin Bey dostumun başından başka müessif bir vak’a daha geçmiş. Çoluk çocuğuyla birlikte Tophane’de açılan yeni bir müzeyi gezmeye gitmiş, otomobilini kenarda boş bir yere koymuş, kapısını kapatırken 18 yaşlarında gençten biri gelmiş
demiş. Sezgin Bey
diye sorunca,
demiş. Genç, her akşam patronlarının gelip hesabı aldıklarını da ilave etmiş. Sezgin Bey yasalara, nizamlara aykırı durumdan yine çok üzülmüş, İstanbul Valiliğine, Belediye Başkanlığına, Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğüne, İçişleri Bakanlığına, Maliye Bakanlığına dilekçeler göndermiş, hiçbir yerden cevap alamamış.
İstanbul’un kalabalık, merkezî yerlerinde bütün sokaklar, meydanlar, kaldırımlar parsellendi, otopark yapıldı. Bir saatliğine 5 milyon lira alıyorlar. Makbuz vermeden otopark ücreti almak suçtur. Devletin polisi var, adliyesi var, Maliye Bakanlığı var, Defterdarlığı var. Vatandaş şikâyet ediyor, dilekçesine cevap veren çıkmıyor.
Gizli Yahudi büyük bir bürokrat ve onun etrafındakiler önümüzdeki Ekim ayında ülkemizde sarsıcı, silkeleyici, devirici bir hareket yapmayı planlıyorlarmış. Gerekçeleri malum: Vatan ve devlet elden gidiyor… Atatürkçülük elden gidiyor… Laiklik elden gidiyor… Başarılı olabilirler mi dersiniz? Papaz her zaman pilav yemez diye bir laf var, nereden çıkmış bilmiyorum… Bu seferki devirme ve silkeleme hareketi tutar mı tutmaz mı? İnşallah tutmaz. Çünkü memleketin yeni bir kurtarma, devirme, silkeleme hareketine tahammülü yoktur.
Yakın tarihimizde ne esrarlı hadiselere şahit olduk. Kıbrıs’ta, Genelkurmay Başkanını vurmak istediler, onun yerine bir albayı şehit ettiler. Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa’yı uçağını berhava ederek şehit ettiler. Akla ve mantığa sığmaz bir şekilde Üzeyir Garih, Eyüp Sultan’da Küçük Hüseyin Efendinin kabrini ziyaret ederken, Tevrat kurallarına ve Yahudi ritüeline uygun bir şekilde, gözleri oyularak feci şekilde öldürüldü.
Faili meçhul dosyalar… Esrar içinde esrar… Zifirî karanlıklar… İstanbul’u Bizanslılardan aldık, Bizans’ın entrikaları, kirli işleri bize intikal etti.
Ayvansaray tarafından geçerken surların üzerine asılmış büyük bir bez afiş gördüm,
diye yazılıydı. Bu zindanlar Bizanslılardan kalmıştır, hiçbir mimari ve kültürel kıymeti yoktur. Ama restore ediliyor. Bu restorasyonun parası nereden geliyor? Bizim hükümetimiz katkıda bulunuyor mu? Restorasyon işi hangi müteahhide verilmiştir?
Amerika’daki korkunç kasırga, o dev ülkeyi allak bullak etti. Bu kasırga Amerikalılara ilahi bir ihtardır. Müslümanlara zulmetmeye, masum Müslümanların kanlarını dökmeye devam ederlerse başlarına başka afetler gelecektir. Son kasırgada binlerce kişi ölmüş, 26 milyar dolarlık zarar ziyan meydana gelmiş, bölge allak bullak olmuş. Gözü dönmüş yağmacıları hiçbir güç durduramadığı için askerlere vur emri verilmiş. Iraklıların, Amerikalıları kendi ülkelerinde vuracak silahları yok, Allah’ları var, O cezalandırıyor.
diye büyük bir afiş gördüm. Feshane binasının son on küsur yıllık macerası yazılsa çok meraklı bir kitap olur. Burası bir sanat merkezi yapılacaktı, dükkânlar ucuz fiyatlarla kiraya verilecekti. Lakin araya başka hesaplar girdi, bina bütünüyle bir zata verildi, o zat dolarla yüksek kiralar koydu, üç senelik kontratlar yaptı. Açılan dükkânlar masraflarını karşılamadı, nice kimse zarar etti… Bu bir facia, Feshane’de başka facialar da var. Ramazanlarda İslâmiyet’e ve millî ahlâka yakışmayan eğlenceler, şenlikler, müzikler, çalsın sazlar oynasın kızlar, eğlence perdesi altında nice fısk ve fücur…
Ramazan yaklaşıyor, bu mübarek ayda imkânım ve gücüm olsa Sultanahmet’teki evimi terk edip başka bir evde yaşayacağım. Geçen sene çok gürültülü, çok sucuk dumanlı, çok kokoreçli, çok tantuni kebaplı, çok sahlepli, çok macunlu bir hava içinde mübarek ayı geçirdik. Gece on ikilere, birlere kadar dehşetli bir izdiham, gürültü, patırtı, ses kirliliği oldu. Ramazan şenliklerinde ve çarşısında kültür, sanat, keyfiyet üstünlüğü pek yoktu. Parktaki çimenler, çiçekler, nazik ağaçlar hoyrat bir şekilde çiğnendi, tahrip edildi.
Ramazan çarşısı ve Ramazan şenlikleri deyince hatıra ilk gelen şeyin vasıf olması gerekir. Ülkenin çeşitli yerlerinde yapılan en az yirmi tür geleneksel ve millî sanat eşyası ucuz fiyatlara satılmalı. Hüsn-i hat, ebru, dövme bakırdan üzeri işlenmiş madenî eşya, el dokuması kumaşlar satılmalı, teşvik için seçkinler, ünlüler, büyükler bunları satın almaya gelmeli, belki halk onları taklit eder.
Ramazanda teravih namazları, teganniye kaçmamak, Şeriat sınırlarını aşmamak kaydıyla Kur’an-ı Kerim çok güzel okunarak kılınmalıdır. Böyle bir yer varsa, bilenler bize haber versinler, her gün gidemesek bile arada bir gidelim.
Ezan okunmuş, vaiz efendi veya hoca efendi hâlâ konuşmasını bitirmiyor. Teravih kılmak hayli vakit alıyor, ezan okunur okunmaz bir saniye bile geçirmeden yatsı namazına başlamak gerekir. Öyle ama bizim hoca efendi konuşuyor da konuşuyor, üç dakika geçiyor, beş dakika geçiyor, bitirmiyor… Arka tarafta kadınlar kısmında çocuk gürültüleri, konuşmalar… Cemaat bir âlem, üzerinde gavurca yazılar olan tişörtlü gençler… Yaka bir tarafta, paça bir tarafta, takkeliler azınlıkta… Hoparlör sonuna kadar açılmış, tam altındaysanız hapı yutarsınız. Peki, niçin bu kadar açıyorlar. Cevabı şu: “Biz de çok üzgünüz, fakat son kertesi budur, daha fazla açamıyoruz…” 10 Eylül 2005