İstanbul’u Gezelim
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Salı
Köy tavukları sabahleyin kümesten çıkarlar, akşamleyin kümese girerler. Hayatları böyle geçer. Kümesten bahçeye, bahçeden kümese. İnsan kılıklı birtakım tavuklar da evden işe, işten eve giderler. Ömürleri böyle geçer gider.
Cumartesi pazar günleri akıllarınca eğlenirler, piknik yaparlar. İstanbullulara sesleniyorum. A mübarekler! Şu tarihî şehri arada bir gezip incelesenize.
İstanbul denilince akla ilk önce suriçi bölgesi gelir. Bir pazar günü Balat’a gidin. Orada her pazar günü Kastamonu-İnebolu pazarı kuruluyor. Alışveriş de yaparsınız. Hormonsuz gıdalar, kestane balı, köy peyniri ve yumurtası, kuşburnu marmeladı, tarhana ve daha birçok şey satılıyor.
Oradan Ayvansaray’a gidin, Hazret-i Câbir radiyallahu anh’ın türbesinde bir Fatiha okuyun, oradaki camide namaz kılın. İleride bir Rum ayazması var. Bekçisi izin verirse orayı da gezebilirsiniz. Hıristiyanlar oradaki suyun şifalı olduğuna inanırlar. Su onların değil, Allah’ın suyudur. Biz de içebiliriz.
Haliç sahillerinde Fener semti yer alır. Rum Ortodoks Patrikhanesi oradadır. Yukarıya, Fatih’e kadar eski Rum evleri sıralanır. Rumlar gittikten, daha doğrusu kaçırıldıktan sonra bu bölge harap oldu, yangın yerine döndü. Türkiye’yi Hıristiyanlaştırma plan ve programı çerçevesinde bu tarihî bölge restore ediliyor. Gezip görsenize.
Cibali’de sahil yolu kenarında balık lokantaları bulunuyor. Bunların biri içkisizdir. Fiyatlar da ucuzdur. Orada yemek yiyebilirsiniz. İstanbul’un en ucuz tatlısı Balat’ta, taksi durağının yanındaki şekercide satılır. Bir ay önce geçerken baktım, tulumba tatlısının kilosu 4 YTL idi.
Bir başka gün Yedikule’ye varın, oraları gezin. Yanınızda bir fotoğraf makinesi bulunsun. Eski evleri, tarihî camileri, çeşmeleri çekin. Bu resimleri albümlerde toplayın.
İstanbul sadece ana caddelerden, meydanlardan, bilinen meşhur semtlerden ibaret değildir. Asıl İstanbul ara sokaklarda, kıyı köşe semtlerdedir. Kasımpaşa’ya gidiniz. Hüsameddin Uşşakî hazretlerinin dergahına kadar uzanıp o büyük zatı selamlayınız, ruhuna bir Fatiha sevabı hediye ediniz. Kasımpaşa Cami-i Kebirinin yanında bir balıkçı dükkanı vardır. Recep Tayyib bey vaktiyle orada yemek yermiş. Siz de biraz mütevazı olunuz o küçük dükkanda yemek yiyiniz, gururunuzu yeniniz. Bende Fransızların, Almanların, İngilizce konuşan milletlerin mufassal İstanbul rehberleri var. Şehri karış karış gezmişler, incelemişler. Biz kendi şehrimize onlar kadar dikkat etmiyoruz.
Darılmayın ama çoğumuz bu şehirde tavuklar gibi yaşıyoruz. Kümesten, pardon evden işe… İşten kümese, pardon eve… Hayat mıdır bu…
İstanbul’da otuza yakın sahabe kabri ve makamı bulunuyor. Onları niçin dolaşmıyoruz? Karaköy’deki Yeraltı Camii’ne hiç gittiniz mi? Orada üç sahabe kabri veya makamı vardır. Yahu biraz gezsenize. Gezilerde ille de iyi yemek yemek gerekmez. Temiz ve lezzetli olmak şartıyla bir Karadeniz pidecisine girip karnınızı doyurabilirsiniz. A çokbilmişler, her ucuz lokanta, her halk lokantası ille de kötüdür demeyin. Orta yaşlılar ve yaşlılara olan olmuş. Bari gençleri, çocukları kurtaralım. Medeniyet demek:
Medenî insan merak eder, dikkat eder, hafızasına bilgi yükler. Geçenlerde duydum, kulaklarıma inanamadım. İstanbul’da yaşayıp da denizi görmeyenler varmış. Sofular için söylüyorum. Bir gün Beşiktaş’la Ortaköy arasındaki Yahya Efendi dergahına gidiniz. Orası eskiden tekke imiş. Şimdi cami olarak hizmet veriyor. Bambaşka bir ferahlık, huzur, saadet vardır o mekânda.
İstanbul’u gezerken, benim gibi meraklı olanlar bir sahhaftan eski kitap, bir eskiciden antikamsı eşyalar alabilirler. Bir gün Zeyrek Camii’ne gidiniz. O mâbedin ne kadar harap, ne kadar bakımsız ve acınacak olduğunu görünüz ve içiniz kan ağlasın. Zeyrek Camii’nin perişanlığı bütün Türkiye Müslümanlarının yüz karasıdır. Oraya her gittiğimde vazifeli ve sorumlu olanlara içimden söğüp sayıyorum. Bu eski kiliseyi Rumlara geri verseler hemen seferber olurlar, milyonlarca dolar bulurlar ve fevkalade sanatkârane bir şekilde ihya ederler, süslerler.
Bizim Vakıflar idaremiz ne yapıyor? Kültür Bakanlığımız ne yapıyor? Müslüman zenginlerimiz ne yapıyor? Din baronlarımız ne yapıyor? Zeyrek Camii’nin yanında Rahmi Koç’un yaptırttığı Zeyrekhâne bulunuyor. Tarihî bir kapalı mekan ve onun yanında geniş bir bahçe. Buranın her yerinden zevk, estetik, sanat, medeniyet, incelik fışkırıyor. Dindar kesimimiz niçin böyle eserler veremiyor?
Fatih’te İtfaiye’nin arkasında Kadınlar Pazarı bulunur. Burası İstanbul’daki Siirt’tir. Belki yüz kadar kasap vardır. Orada satılan çeşitli peynirleri, gıda maddelerini başka yerde bulamazsınız. Ben zaman zaman gidip Gül Kebap Salonu’nda büryan kebabı yiyorum. Gerçekten nefis bir kebap. Öğleyin başlıyor, servis ikindide bitiyor.
İstanbul’u dolaşın. İstanbul hâlâ bir bilinmeyendir. Keşf edin. İstanbul’u tanıyın. Tarihini, çarşı pazarlarını, kıyısını köşesini, içini etrafını… Şu şehre sahip çıkmazsanız, emanetin elimizden alınacağını bilin. Bu şehir bize 1453’te verildi. Edebî olarak mı? Hayır, emanet olarak. Emanete hıyanet edersek elimizden alınır. Selanik, Yanya, İşkodra, Filibe, Manastır, Hanya, Kavala, Avlonya gibi… Tarihine, sanatına, mimarîsine, millî kimlik ve kültürüne, örf ve adetlerine sahip çıkmayan insan yığınları millet değil, sürüdür. Koyun sürüsü gibi.
Ey Müslüman Türkiyeliler! İstanbul’da tavuklar gibi, kedi ve köpekler gibi, martılar gibi yaşamayalım; medenî Müslümanlar gibi yaşayalım.
(1) Bakmak, görmek, algılamak… Bunlar ayrı şeylerdir. Öküz gibi bakan, insan gibi göremez… Her gören algılayamaz.
(2) Bir gün, çıkabilirseniz Galata Kulesi’ne çıkınız; oradan Süleymaniye tarafına bakınız. En üstte dünyanın sayılı mimarlık anıtlarından o güzelim cami, onun altında medreseler ve daha altta -Aman Ya Rabbi!- bir yığın iğrenç, rezil, kepaze, çirkin, gudubet beton bina. Böyle bir sanat ve mimarlık âbidesinin altına bu kadar çirkin, bu kadar zevksiz, bu kadar ilkel, bu kadar rezil beton binaları hangi batasıca zihniyet dikmiştir? Bu şehrin idarecileri kör müdür? Bu şehrin aydınları ve seçkinleri kör müdür? Gözlerimiz ve vicdanlarımız bu kadar batıcı ve tırmalayıcı bir çirkinliğe nasıl râzı oluyor, nasıl izin veriyor, nasıl tahammül ediyor?
(3) İstanbul’da ne kadar güzel, sanatlı yapı varsa hepsi eskiden kalmadır. Yakın tarihimizde niçin güzel binalar yapılmamıştır bu şehre? Her taraf beton yığınlarıyla, beton dağlarıyla, beton Çin Sed’leriyle doldurulmuştur. İstanbul’u kimler bukadar çirkin, bu kadar zevksiz hale getirmiştir? Kimler getirdiyse, Allah cezalarını versin!
(4) Mimarlıktan, sanattan, estetikten anlayan kimseler bulabilirseniz İstanbul’u onlarla birlikte geziniz. Tek başınıza birçok şeyi görüp algılamanız mümkün olmayabilir.
(5) İstanbul’u sanat kültürü bakımından inceleyen kitaplar, rehberler edininiz. Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca biliyorsanız bu dillerde var. Aynı kalitede olmasa bile Türkçe rehber kitaplar da bulabilirsiniz. 09 Şubat 2005