Çarşamba

 

Aşağıdaki yazıyı geçen kış yazmışım, gazeteye göndermeyi unutmuşum, kitapların arasına sıkışıp kalmış. Yeni bir kışa yaklaşırken okunmasında yarar vardır.

İstanbul’un yazları sıcak, kışları soğuk olur; bunu hepimiz biliyoruz. Eskiden kışlar, bugünküne göre daha şiddetli olurmuş. Hatta 1929’da mı, 1930’da mı Boğaziçi donmuş. Fotoğraflarını gördüm, insanlar buzlar üzerinde yürüyor, gemiler sıkışıp kalmış… Sanırım 1956 kışında Boğaz’dan koca koca buz parçaları Marmara’ya akmıştı.

Bu sene biraz kar yağdı, şehir felç oldu.

Millet işine, evine gidemedi, bazıları dört beş saat otomobilleriyle bir yere ulaşmaya çalıştı. Yollar kapandı… Üstelik elektrikler kesildi; doğalgazlı ısıtma sistemleri çalışmadı, yüksek binalardaki asansörler işlemedi…

Her gün, normal havalarda lüks otomobillerde tek başına gidip gelen vatandaşlarımız perişan olmuş. Vah vah mı demek lazım, oh olsun mu? Her sabah ve her akşam, yüz binlerce otomobil içinde sadece sürücüsü bulunduğu halde yolları dolduruyor. Bu ne korkunç israftır. Bizim halkımız akıllı, şuurlu, vicdanlı olsa, bir otomobilde bir kişi seyahat edeceğine, toplu taşıma vasıtalarını kullanmaz mı?

1986’da da şiddetli bir kış olmuştu. Bizim Sultanahmet’te bir buçuk metre kar birikmişti. Bu sene o kadar kar yağmış olsaydı, kargaşa ve facia birkaç misli olurdu.

Yirmi, otuz santimlik bir kar şehri felç ederse, Allah saklasın büyük afetlerde neler olmaz? İnsan, vukuu beklenen büyük zelzeleyi düşünmek bile istemiyor.

Ya Boğaz’da, petrol veya sıvı gaz yüklü iki gemi çarpışsa ne olacak?

Alman Müslümanlarından aziz dostum Ahmed Schmiede, İkinci Dünya Savaşı esnasında, yoğun bombardımana maruz kalan büyük Alman şehirleriyle ilgili şu hatırasını anlatmıştı:

– Alarm verilir, halk sığınaklara kaçar, dehşetli patlamalar duyulur, yangınlar olur, yukarıda şehir cehenneme dönerdi. Saldırının bittiğini bildiren sirenler çalar çalmaz, sığınaklardan dışarı çıkardık. Vazifeliler bir dakika geçirmeden yollardaki enkazı temizlerlerdi, kısa bir müddet sonra elektrikler yanar, sular akar, her köşede bir kazan süt kaynar, ihtiyacı olanlara bir bardak süt ile bir sandviç ekmeği verilirdi…

Ne ferdî (bireysel), ne toplumsal bakımdan güçlü bir ahlâkımız var. Nüfus sayımlarında, bir gün sokağa çıkılmayacak diye fırınlara, bakkallara, marketlere saldırılır, gerekenden fazla ekmek ve yiyecek maddesi alınır.

Almanya’da beş sene oturdum, bir keresinde geceleyin elektrik kesildi, üç saniye kadar karanlık oldu, sonra ışıklar yeniden yandı. Orada herhangi bir elektrik kesintisi olunca, önceden alınan ciddi tedbirler sayesinde hatlara başka devrelerden, otomatik olarak elektrik veriliyormuş.

İstanbul’a küçük bir çocukken, yatılı okulda okumak maksadıyla 1940’ta gelmiştim. O zamanlar İstanbul’un nüfusu bir milyon civarında idi. Kış mevsimlerinde kar yağınca, esnaf ve belediye kaldırımlardaki, yollardaki karları kenara kürürlerdi. Kar yağdı diye, şehirde panik, kargaşa, tıkanıklık olmazdı. Almanya’da kar yağınca herkes kendi binasının önündeki karları ve buzları temizlemekle mükelleftir; temizlemez de geçen biri düşüp bir yerini kırarsa, hangi binanın önündeyse, onun sahipleri veya sorumluları tazminat ödemeye mahkum edilir. Bizde son karlanma ve buzlanmada bazı vatandaşlar kayıp düştüler; ölenler, kemikleri kırılanlar, hastanelik olanlar oldu.

Doğalgaz çok temiz, hava kirliliği yapmıyor… Güzel de, elektrikler kesilince ısıtma sistemleri çalışmıyor ve millet donuyor. Hasta var, yaşlı var, bebek var, sağlığı hassas kimseler var… İleride Rusya’dan gelen doğalgaz kesilecek olsa, İstanbul dondu, mahvoldu demektir. Kışın ortasında öyle kolay kolay odunlu, kömürlü, sobalı ısınmaya geçilemez. Herkes elektrik sobası kullanmaya kalksa, onca alete elektrik yetişmez. Velhasıl, tedbirli ve geleceği düşünen bir toplum değiliz.

2005, 2006, 2007 yıllarında dünyayı sarsacak, akıllara durgunluk verecek hadiseler, savaşlar, patlamalar, afetler, karışıklıklar olacağı söyleniyor. Perşembenin gelişi, çarşambadan belli olurmuş. Ortadoğu’da olup bitenler karanlık ve dehşetli yarınların habercisidir. Akıllı vatandaşların şimdiden güçlerinin yettiği, ellerinden geldiği kadar hazırlık yapmalarını, tedbir almalarını tavsiye ediyorum.

1. Kış ayları için, doğalgazın ve elektriğin kesilmesine karşı alternatif ısınma çareleri ve çözümleri araştırılmalıdır. Bir soba, biraz odun ve kömür gibi.

2. Yangınlara karşı, evlerde ve iş yerlerinde, yangın söndürücü cihazlar bulundurulmalıdır.

3. Su kesintilerinde kullanılmak üzere aile fertlerine en az bir hafta yetecek içme ve kullanma suyu depolanmalıdır.

4. Yine bir hafta yetecek gıda maddeleri bulundurulmalıdır.

5. Her evde ve işyerinde ilk yardım malzemesi hazır olmalıdır.

6. İstanbul’u veya öteki büyük şehirleri terk etmek gerekirse, bunun planları önceden, çok realist bir şekilde düşünülmelidir. “Bir şey olursa, çoluk çocuk otomobile biner, bizim yazlığa gideriz…” Böyle demek kolaydır ama bunun uygulaması çok zor, hatta bazen imkansız olabilir. Şimdiden düşünmekte yarar vardır.

7. Her zaman yazıyorum, bela ve musibetlere karşı Allah rızası için fakirlere ve muhtaçlara yardım yapılmalıdır. Az sadaka, çok belayı def edermiş. Soğuklarda yakacağı olmayan yoksulları, kimsesizleri düşünmemiz gerekir. Yüce Allah onları bize emanet etmiştir. Onları aramazsak, yardımcı olmazsak, sorumlu oluruz ve dünyevî cezaya çarpılabiliriz. Ey para peşinde koşan!.. Bir bilsen, Allah’ın muhtaç bir kuluna yardımcı olduktan sonra, onun senin için “Allah razı olsun…” demesi senin için trilyonlarca liralık bir kazançtan daha hayırlıdır. Bunu anlayacak, idrak edecek akla ve şuura sahip değil misin?

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz “Merhamet etmeyene, merhamet edilmez” buyuruyorlar. Ülkede bu kadar sefalet, fakirlik, işsizlik varken bir Müslümanın şuursuzca, gaddarca, merhametsizce gaflet içinde yaşaması mümkün değildir? Sıkıntı çekenlere acı, sadece kuru acımakla da olmaz, elinden geldiği kadar yardım etmeye, hayır hasenat yapmaya çalış. 14 Ekim 2004