İsveç ve Türkiye
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Pazartesi
40’lı yıllardaydı, çocuktum, yatılı okulda okuyordum. Gazetede mi okumuştum, yoksa hocalarımızdan biri mi söylemişti, “İsveç başbakanı eşine mi, işine mi giderken kalp sektesinden ölmüş. Tramvayla seyahat ediyormuş…” Evet koskoca bir ülkenin koskoca başbakanı işinden evine, evinden işine tramvayla gidiyormuş, eceli bu seyahatlerden birinde gelivermiş, tramvay arabasında yığılıp kalıvermiş.
Daha sonra 70’li yılların başlarında başka bir İsveç başbakanının bir mecmuada resmini görmüştüm. Hafta tatilinde komşu Danimarka’ya gitmiş, yanında koruma falan hiç kimsesi yok. Gümrük kapısında, iki elinde birer çanta olduğu halde sıra bekliyordu.
İsveç bir krallıktır. Orada, bizde olduğu gibi bir lâiklik yoktur. Anayasasında lâiklik diye bir kelime yazılı değildir. Devlet kilise ile işbirliği içindedir.
İsveç’te tam, yüzde yüz bir demokrasi vardır. Gerçek demokrasi… Oranın rejimi, hukukun üstünlüğü ilkesi üzerine oturmuş bir hukuk rejimidir. Temel insan hak ve hürriyetlerine riayet ve hürmet edilir. Türkiye’den kaçan Süryaniler ve Nesturiler İsveç’te mekân tutmuşlardır.
İsveç’te yaşayan Müslümanlar oradaki bütün demokratik haklardan, hürriyetlerden yararlanırlar. Hiçbir Müslüman kız öğrenciye, başını örttüğü için zorluk çıkartılmaz. Bazı İsveçliler Müslüman olmuşlardır. Onlara da niçin Müslüman oldun, niçin namaz kılıyorsun, niçin karının başını örttün? denilerek zulmedilmez, baskı yapılmaz. İsveç’te siyasî, dinî, felsefî kanaatlerinden ve görüşlerinden dolayı hiçbir vatandaş veya yabancı hapse atılmaz, mahkemeye verilmez, ağır cezalarda, olağan mahkemelerde süründürülmez.
İsveç’te günlük gazeteler, televizyonlar, dergiler din ile savaşmazlar. Sadece, ülkedeki hâkim mezhep olan Protestanlığa değil, diğer bütün mezhep ve dinlere hürmet edilir.
İsveç’in nüfusu azdır, 9 milyonun altındadır. Dünyaya ait bütün problemlerini halletmişlerdir. Eğitimleri, üniversiteleri, hukuk sistemleri, siyasî rejimleri, medyaları, sanayileri, tarım ve hayvancılık işleri, ticaretleri velhasıl her şeyleri mükemmel denecek derecede iyi işlemektedir. Bir mâneviyat taraflarında zayıflıklar, çatlaklıklar vardır. Bunca rahat ve refaha mukabil intihar nisbeti çoktur. Demek ki, içlerinde bir boşluk, bir tatminsizlik vardır. İçki, seks serbestliği fazladır.
Bütün İsveç bakımlı bir park gibi güzeldir, temizdir, intizamlıdır. Dışarıdan işçi getirterek birtakım süflî ve zor hizmetleri onlara yaptırırlar. Bu yabancı işçiler İsveç’in sayesinde ekmek parası çıkartır, hattâ zengin olurlar.
Türkiye niçin bir İsveç olamıyor? Olabilir mi, olamaz mı? Bence hem olur, hem olamaz.
İsveçliler İskandinav ırkına mensuptur. Çalışkan, zeki, ciddî, vasıflı bir kavimdir. İsveç’i İsveç yapan iklimi, mevkii değil, insanıdır. Biz Türkiyeliler bir Akdeniz-Lâtin-Bizans ortamı içinde yaşıyoruz. Homojen bir etnik yapıya sahip değiliz. Bizde, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma yüz çeşit etnik unsur vardır. Sadece Kafkasya’dan yirmi kadar kavim gelmiştir bu Anadolu topraklarına. Karaçaylar, Balkarlar, Gürcüler, Çerkesler, Abazalar, Dağlılar, Çeçenler, Azeriler ve ötekiler. Balkanlar’dan, Rumeli’den de yirmi otuz kavim gelmiştir. Kürtler, Zazalar, Lazlar, Araplar, Fellahlar… Bizde hâlâ bozuk bir Ermenice ile konuşan köyler vardır. Eski Pontus taraflarında Rumca konuşanlar bile mevcuttur.
Kimse farkında değildir ama şu anda Türkiye’nin en güçlü tabakası Alman, Macar, Polonyalı mühtedilerin torunlarından müteşekkil birkaç büyük âile ve aşirettir.
Türkiye’de başta eğitim ve üniversiteler olmak üzere bütün temel müesseseler halkı vasıflandırmak, güçlendirmek, üstün kılmak için değil, tam tersine dejenere etmek, şartlı refleksli mahluklar haline getirmek, robotlaştırmak, zombileştirmek, aptallaştırmak için faaliyet göstermektedir. Türkiye’de her şey resmî ideolojiyi ayakta tutmak için seferber edilmiştir.
Bu şartlar altında, bizim ülkemiz nasıl İsveç gibi olabilir?
Türkiye’yi idare edenler, Türkiye’nin güçlü egemen azınlıkları ülkemizin bir İsveç, bir Japonya, bir Güney Kore gibi olmasını kesinlikle istemiyor. Onlar için Türkiye bir sömürgedir. Onlar bu ülkenin halkını, bir mandra sahibinin ineklerini sevmesi gibi sevmektedir.
Türkiye’nin güçlenmesi, üstün hale gelmesi, milletler ve ülkeler arasındaki yarışta ön saflarda koşabilmesi için bu ülkedeki siyasî ve sosyal sistemin değişmesi, eğitim ve üniversitelerin ülke-halk, devlet (rejim değil) yararına çalışacak hale sokulması, resmî ideolojinin kaldırılarak onun yerine evrensel değerlere ve millî kimliğe, tarihî devamlılığa dayalı bir sistemin konulması gerekir, gerisi boş lâflardır. 10 Ağustos 1999