Son otuz otuzbeş yıl içinde Müslümanların, bilhassa imanlı gençliğin kafaları çok karıştırıldı. Ülkeye bir yığın islâmî görüş, meşreb, reçete ithal edildi. Sonunda bugünkü karmaşa, kaos, anarşi meydana geldi. İslâmî hareket kirletildi, dejenere edildi. İslâmî potansiyel, imkânlar, enerji boşa harcandı. Zarar ziyan büyük, bilmem ki ne kazandık.

1. Düşünebiliyor musunuz, birtakım Müslüman gençler mut’a nikahı yaparak geçici nikahlar kıyıyorlar. Ehl-i sünnetin fıkıh mezhepleri böyle geçici mut’a nikahını meşru kabul etmiyor. Ailelerine haber vermeden üniversiteli bir delikanlı ile bir genç kız kendi aralarında nikahlanıyor. Birkaç ay, birkaç sene, bir mühlet tayin ediyorlar. Sonra otomatik olarak ayrılıyorlar. Kimse çıkıp da bu gençlere yaptığınız İslâm’a uymaz, bizim fıkhımızda bu gibi birleşmeler meşru sayılmaz demiyor.

2. Bazı İslâmcılar ve ilâhiyatçılar çıkıyor ve Farmason Cemalüddin Afganî’yi Türkiye Müslümanlarına imam, önder, büyük rehber, kılavuz olarak takdim ediyor. Adamın mason olduğu kesin bir şekilde belgelere, sağlam bilgilere dayanılarak isbat edilmiş. Hattâ meşhur fotoğrafında eldivenli eliyle mason işareti-parolası veriyor. Üstelik Afganî yalancı bir takkiyyecidir. Afganlıyım diyor, değildir, İran’ın Esedabad şehrine mensuptur; sünnîyim diyor, sünnî değil, şiî’dir. Ben onun İranlı ve Şiî olmasını tenkit etmiyorum. Müslümanlara yalan söylemesini, din ve iman kardeşlerine takiyye yapmasını tenkit ediyorum. Afganî karışık, bulaşık, maceraperest, aktivist bir şahsiyettir. İslâm âleminde büyük tesiri olmuştur. Fikirlerinin, görüşlerinin, reçetesinin, rehberliğinin bir faydası olmamıştır.

3. Afganiciler Muhammed Abduh’u ve Reşid Rıza’yı da göklere çıkartıyor, bu kişileri müctehid, müceddid, nurlu rehber olarak takdim ediyor. Bu adamlar da şâibeli ve şüpheli kimselerdir. Abduh da Masondur. Reşid Rıza’nın hayli fantezi reformist fikir ve görüşleri vardır. 1400 yıllık İslâm tarihinde bunca müctehid imamlar, rabbanî âmil âlimler, büyük müfessirler, büyük muhaddisler, evliyaullah, şeyhler, önderler varken Müslümanları Afganî, Abduh, Reşid Rıza sacayağına çağırmanın gayesi nedir? İslâm tarihinde adam mı kalmamıştır?

3. Çağdaş Arap dünyasında Selefilik hayli yaygındır. Selefiler İbn Teymiye’yi kabul ederler, İslâm’ı onun yorumu ile anlar ve hayata uygularlar. Bu zat çok aşırı, çok sert, dediğim dedik bir âlimdir, aksiyon adamıdır. İslâm’ı daraltır, Müslümanların sayısını azaltır. Kendisi gibi düşünmeyen, İslâm’ı kendisi gibi anlamayan mü’minleri müşrik ve kâfir yapar. İbn Teymiyye, Muhyiddin Arabî için “O, Şeyh-i Ekber değil, Şeyh-i Ekferdir (en kâfir şeyhtir)” der. Müslümanlar bu adamın peşinden giderek nasıl kurtulacaklar, selâmet bulacaklardır? Kur’ân’da ve hadîste ne kadar müteşâbihat varsa İbn Teymiye onları akaid ahkâmı olarak kabul etmektedir. Fıkıhta, dört mezhebe aykırı ictihadları, çıkışları vardır. Velhasıl onun yolu sarptır, birleştirmez, toplamaz, necata ve felâha ulaştırmaz.

4. Bizde Muhammed ibn Abdülvehhab taraftarları da mevcuttur. Lâkin onlar pek cesur olmadıklarından “Biz Vehhabiyiz” demezler, propagandalarını saman altından su yürüterek sinsice yaparlar. Vehhabiler, İbn Teymiye’den de serttir. Koskoca Suudî Arabistan’da Resûlullah Efendimiz’in (salât ve selâm olsun O’na) türbesinden başka mezar bırakmamışlardır. Onlar tarikatlara, tasavvufa, sûfiliğe de karşıdır. Din ilimlerinde ve dünya kültüründe dereceleri çok zayıfdır. Dünyanın dönmediğine, yuvarlak olmadığına dair kitap basmışlardır. İşte şimdi bizde bazı çok bilmiş İslâmcılar bu Vehhabiliğin propagandasını yapmaktadır.

5. Fitnelerden biri de Telfik-i Mezahib fitnesidir. Telfik-i Mezahib demek, dört sünnî fıkıh mezhebinin hükümlerini birlikte kullanmak demektir. Bir hakim düşününüz, masasının üzerinde Türk, Bulgar, Portekiz, Kamboçya ceza kanunları var; önüne gelen dâvâları, dosyaları bu dört kanunu birbirine karıştırarak hükme bağlıyor. Ne gülünç şey değil mi? 19’uncu asır Osmanlı ulemâsından ve fukahasından Seydişehirli Mahmud Esad Efendi, Tarih-i İlm-i Hukuk adlı eserinin İslâm Şeriatı bölümünde “Telfik-i Mezahib dini oyuncak haline getirmektir” diyor. Yapılacak her iş bitti de Telfik-i Mezahib ile mi kurtulacağız? Niçin ciddî olamıyoruz? Gerçek ulemânın, büyük meşayihin, firasetli rehberlerin, kâmil mürşidlerin böyle şeylere izni yoktur.

6. Mezhebsizlik ayrı bir derttir. Bazı kendini bilmezler “Mezhep imamları kim oluyormuş? Biz de onlar gibi insanız, biz de Kitab’tan ve Sünnet’ten hüküm çıkartabiliriz, dinimizi ana kaynaklarından öğrenebiliriz” diyorlar. Bu gibi düşünceler ve çıkışlar ne büyük haddini bilmezliktir. Dünyada en fazla başarı elde etmiş, altı asırdan fazla pâyidar olmuş islâmî uygulama ve sistem Osmanlı sistemidir. Osmanlılar ehl-i sünnet itikad ve ameliyatına sımsıkı bağlı kalmışlar, saçma sapan tartışma ve parçalanmalara asla fırsat vermemişlerdir.

7. Yeni yetme, ilhamlarını yabancı ideologlardan alan bazı İslâmcılar Osmanlı Devleti’ne karşı şiddetli bir düşmanlık sergilemektedir. Ne kadar insafsız ve yanlış bir düşmanlıktır bu. Bir Osmanlı İslâm sistemine bakınız, bir de Suudî Arabistan’daki Vehhabî İslâm sistemine. Hulefa-i Râşidîn’den sonra Kur’ân ve Sünnet’e en uygun islâmî uygulama Osmanlı Devleti’dir. Bunu ben söylemiyorum, Mekke Şâfiî reisü’l-ulemâsı Ahmed Zeynî Dahlan Hazretleri, Fütuhat-ı İslâmiyye adlı kitabının Osmanlılar bölümünün başında söylüyor. Biz Osmanlı İslâm uygulaması derken bu devletin kuruluş ve yükseliş devrini kasdediyoruz. Elbette sonraları zaafa uğramış, eski parlaklığını kaybetmiştir. Defalarca yazmıştım, yine yazacağım, çağımızın büyük tarih felsefecisi, tarihçisi, düşünürü Arnold J. Toynbee “Tarih Üzerine Bir Etüd” adlı muhalled eserinin Ispartalılar bölümünde Osmanlı Devleti için “Eflatun’un ideal Cumhuriyet’ine realitede (uygulamada) en fazla yaklaşabilmiş sistem Osmanlı İmaparatorluğu’dur” demektedir. Hem Türkiye’de yaşayan, hem bu ülkenin kültür mirası dairesi içinde bulunan, hem de Osmanlı Devleti’ne çatan, söğüp sayan birtakım İslâmcılar’a teessüf etmek gerekir. Onların bazısı Allahsız, ateist, din düşmanı Marksistlerle pek sıkıfıkıdır. İslâm ve Müslüman düşmanı Marksistlere gösterdikleri toleransı Osmanlı’ya da gösterseler ya.

8. Tasavvuf ve tarikat düşmanlığı da tenkit edilecek hususlardandır. İbn Teymiyeciler, Vehhabiler, Selefiler, Mezhebsizler tarikatlara, tasavvufa karşıdır. Bende, Suudî Arabistan’da basılmış “Soru ve Cevaplarla Tevhid” başlıklı Arapça bir ilmihal kitabı var; orada “Kaç türlü evliya vardır?” sorusuna “İki türlü evliya vardır, birincisi Allah’ın evliyasıdır, ikincisi Şeytan’ın evliyasıdır” cevabı veriliyor. Bundan sonraki soruda “Tarikat evliyası hangi gruptandır?” sorusuna “Onlar Şeytan evliyasıdır” cevabı veriliyor. Ne kadar galiz, azgınca, insafsızca bir saldırıdır bu. Demek ki, onlara göre Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî, Bahaüddin Nakşibend, İmam Rabbanî, Hacı Bayram-ı Velî, Hacı Bektaşı Velî, Hasan eş-Şazelî gibi tarikat uluları Şeytan dostlarıdır. Böyle bir iftiradan Allah’a sığınırız. Bu Allah’tan korkmaz, Peygamber’den utanmaz müfteriler bilmiyorlar mı ki, 19’uncu asırda Kafkasya’da emperyalist ve zalim Moskoflara karşı efsanevî bir cihad hareketi sürdüren Şeyh Şamil Hazretleri, Şeyh Halidi Bağdadî Hazretleri’nin halifesiydi. Müslümanlar asırlar boyunca iki kanatla uçmuşlardır. Bu kanatların biri Şeriat, diğeri ise tarikat ve tasavvuftur. Osmanlılar, fütuhat devirlerinde hudut boylarına tekkeler inşa ederler, oralara şeyhler ve dervişler yerleştirirlerdi. Böylece mânevî fütuhat yaparlardı. 14 Mart 2000