İthal Reçeteler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Pazar
Son otuz yıl içinde ülkemize Arap dünyasından (bilhassa Mısır’dan), Pakistan’dan, İran’dan İslâmî fikirler, metodlar, stratejiler ithal edildi. Bugünkü kaosta bunların büyük rolü olmuştur.
Türkiye’deki ehl-i sünnet İslâmlığında ilk rahne, “Telfik-i mezâhib” yâni fıkıh mezheplerinin hükümlerini karıştırarak uygulamak cereyanı bağlıları tarafından açılmıştır. Sonra mezhepsizlik, İbn Teymiyecilik ve Muhammed ibn Abdülvehhabcılık, İslâm dinini öncelikle siyasî bir sistem ve ideoloji olarak gören aktivist, şiddete yönelik hareketler, merhum Mevdudî’nin Cemaat-i İslâmî doktrini ve nihayet İran’dan gelen şiî yapılı ve felsefeli İslâm devrimi fikriyatı.
Tarihte görülmüş en başarılı İslâm’ın hayata uygulanması sistemi Osmanlı sistemidir. 19’uncu asrın büyük din âlimi ve tarihçisi Zeyni Dahlan (Mekke şafiî reisüluleması, vefatı hicrî 1306) Fütuhat-ı İslâmiyye adlı kitabında Osmanlı devletini şöyle tarif ediyor: “Hülefa-i Râşidîn’den sonra Kur’an’a ve Sünnete en uygun İslâm devleti…” İşte biz Türkiyeli Müslümanların elimizde böyle bir birikim, kültür mirası, tecrübe olmasına rağmen dışarıdan örnekler ve modeller arandı. Mevdudî Pakistan’da İslâmî bir düzen kurmak için bütün bir ömür boyu çalıştı, çabaladı. Pakistan’ın ismi “İslâm Cumhuriyeti”dir. Anayasasında İslâm’a aykırı kanunlar yapılamayacağı yazılıdır. Peki Mevdudî böyle bir ülkede gayesine ulaşabilmiş, başarılı olabilmiş midir? Olamamıştır. O halde, onun metodu, stratejisi ile Türkiye’de nasıl başarılı olunacaktır?
Müslüman kardeşler teşkilatı Mısır’da ve Arap ülkelerinde yetmiş yıldan beri çalışıyorlar, başarılı olabildiler mi? Olamadılar. Onların metodları, doktrini, görüşleri Türkiye’de nasıl başarılı olacaktır?
İran’a gelince: İran şiîdir. Şiîliğin uzun bir muhalefet geçmişi vardır. Şiîlikte din ve devlet birliği uygulamada az olmuştur. Şiî İran’da başarılı olan bir felsefenin ve doktrinin sünnî Türkiye’de başarılı olması çok zordur. Sovyetler Birliği zamanında Polonya Katolik kilisesi Marksist-Leninist ideoloji ve iktidara kafa tutabiliyordu. Romanya’da ise Ortodoks mezhebi hâkim olduğu için onlar kafa tutamıyordu. Şiîlik ile sünnilik arasında da böyle farklılıklar vardır.
Evet son otuz yılda dışarıdan ithal edilerek genç nesillerin ve dindar kesimin kafalarına zerkedilen İslâmî fikirler, metodlar, doktrinler İslâm’a ve Müslümanlara çok zarar vermiş, milyonlarca insanımızın kafalarını karşıtırmıştır.
Her Müslüman bir Kur’an meali ve tefsiri alsın, birde hadîs külliyatı edinsin ve kendi kafasına, kendi re’yine, kendi görüşüne göre hüküm versin… İşte bu yanlış metod yüzündendir ki, Müslümanlar arasında protestanlık cereyanları başlamış ve ortaya binlerce hizip, fırka, doktrin çıkmıştır.
İran’da şiî hocalar tarafından şiddetle tenkit edilen Şeriatî bile bizde bazı İslâmcılar tarafından baştacı edilmiştir. “Allah gerçek bir Janus’tur” diye yazarak Cenab-ı Hakk’ı –hâşâ– iki yüzlü bir Roma putuna benzeten adam…
Mısır’da, Pakistan’da, İran’da ve öteki İslâm ülkelerinde medreseler var, klasik İslâmî eğitim yapılıyor, icazetli din hocası yetiştiriliyor. Bizde medreseler kapatılmıştır, artık hoca yetişmiyor. Yine başka İslâm ülkelerinde tasavvuf tarikatları vardır. Bizde onlar da kapatılmıştır. İcazetli ve gerçek din hocalarının ve tarikat şeyhlerinin olmadığı bir ülkede din hayatının dejenere olacağını anlamak için keskin bir zekaya sahip olmak gerekmez. Tıp fakültelerinin kapatıldığı ve doktor yetişmediği bir ülkede tıbbın, tedavinin ne hallere düşeceğini tahayyül ediniz. Türkiye’de ciddî, çağ ve İslâm seviyesinde, icazetli, ehliyetli din alimleri ve tarikat şeyhleri yetişmedikçe ne dinî hayat islah olacaktır, ne de memlekete huzur ve selamet gelecektir.
Bizdeki İslâmlık geleneksel sünnî Müslümanlıktır. Sevad-ı A’zam İslâmlığıdır. İthal fikirler ise dinî ideolojiler ve aktivist doktrinlerdir. Var gücümüzle geleneksel sünnî İslâmlığın güçlenmesi için çalışmalıyız. Karşımızda iki aşırı uç vardır: Biri, dinimizi bir ideoloji, bir şiddet hareketi, siyasî bir hareket gibi gören uç; ötekisi, fıkıhsız, Şeriatsız, suya sabuna dokunmaz, Masonların ve ateistlerin canını sıkmaz, derin devleti üzmez bir hümanizmaya dönüştürmeye çalışan zındıklık hareketi. Bu ucun lideri bir İlahiyat profesörüdür; gerçek Müslümanlığı kötülemekte, kendi kafasına göre bir İslâmlık oluşturmaya gayret etmekte, rejim tarafından da desteklenmektedir. Bankalarda bir milyon dolardan fazla parasının bulunduğunu da kaydetmeden geçmeyelim.
Geleneksel ehl-i sünnet ve cemaat İslâmlığının bellibaşlı özellikleri nelerdir?
1. Sevad-ı A’zam’ın yoludur. Yâni yeryüzü Müslümanlarının yüzde sekseni bu İslâmlığa bağlıdır.
2. Bu Müslümanlıkta dinî hükümlerin dört kaynağı vardır. Ana kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Sonra Peygamber’in sünneti gelir. Onu takiben de icmâ-i ümmet ve kıyas-ı fukaha vardır.
3. Ehl-i Sünnet Müslümanları itikad konusunda iki büyük imama bağlıdır: İmam-ı Eş’arî ve İmamı Mâturidî. Ehl-i sünnet tevhide ve tenzihe büyük önem verir.
4. Ehl-i sünnet Müslümanlığında, teferruatta farklılıklar olmakla birlikte esasta tam bir birlik vardır.
5. Ehl-i sünnet Müslümanlığında ilmi ve icazeti olmayan cahil kimseler dinî kaynaklardan şer’î hüküm çıkartamazlar, bu selahiyet tabaka-i fukahaya aittir. Ehl-i sünnette din konusunda anarşi olmaz, ehliyetsizler konuşmaz. Mezhepsizlik, telfik-i mezahib, aktivizm, şiddet hareketleri yoktur.
6. Ehl-i Sünnet İslâmlığı, Şeriat’a bağlı olmak şartıyla tasavvufa, tarikatlara, mistik boyuta izin verir, saygı gösterir.
7. Ehl-i Sünnet doktrininde din ile dünya arasında ayırım yoktur. Lakin dünya ve siyaset işleri birinci madde olarak görülmez.
8. Ehl-i Sünnet İslâmlığı harbî ve saldırgan olmayan gayr-i müslimlere toleransla bakar, onlara hayat hakkı tanır. Nitekim Osmanlılar 1492’de İspanya’dan koğulan Yahudileri ülkelerine kabul etmişlerdir.
9. Ehl-i Sünnet İslâmlığı, 622 sene yaşamış olan Osmanlı devletini kurmuştur. Yani ortaya mükemmel bir örnek koymuştur.
Son otuz yıl içinde Türkiye’ye sokulan ithal malı ideolojilerden biri de Cemalüddin Afganî ve çömezlerinin ideolojisidir. Bilindiği gibi Afganî, takiyye yaparak asıl kimliği olan İranlılığını ve şiiliğini gizleyen, kendisini Afganlı ve sünnî olarak gösteren bir maceraperest ve karışık adamdır. Bir İslâm liderinin, önderinin, fikir ve aksiyon adamının Müslümanlara karşı takiyye yapması, yalan söylemesi, onları aldatması çok fena bir şeydir. Böyle bir adama nasıl güvenebiliriz? Takiyyeci Afganî aynı zamanda farmasondur. Afganiciler çok şeyi yıkmışlar, çok karışıklıklar çıkartmışlardır ama müsbet bir faaliyetleri görülmemiştir.
Peygamberimiz, “Benden sonra Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan biri müstesnâ diğerleri cehennemliktir. Kurtulacak olan fırka benim ve ashabımın yolundan giden fırkadır” buyurmuşlardır. Bu fırka-i nâciye Ehl-i Sünnet Müslümanlarıdır. Kitab, Sünnet, icma, kıyas… Şeriat, tarikat, hakikat… İ’tidal… İhlas ve istikamet… Hem din, hem dünya nizamı, hem medeniyet, hem kültür… Müslümanlara ve ehl-i zimmete güven ve adalet sağlamak… İnsan boyutlarına uygun bir dünya nizamı… Dünyada selamet ve seâdet, âhirette ebedî selamet ve seâdet… İşte yol budur. 14 Şubat 2000