İyi İnsan Kimdir?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Cuma
Paranın put haline geldiği zamanımızda bir insanı değerlendirmek için ölçüler şunlardır: (1) Parasına, malına, servetine bakıyorlar. Bunlar varsa o makbul bir insandır. Haram veya helâl olması neticeyi değiştirmiyor. Yeter ki, bol parası olsun, zengin olsun. (2) Evi, otomobili, hanesinin döşemesi, dekorasyonu lüks ise; pahalı giyiniyorsa, israflı bir hayat sürüyorsa yine makbul bir adamdır. (3) Şarkıcı, türkücü, futbolcu, manken de olsa, şayet ünlüyse, fiziği düzgünse çok makbul bir kişidir o.
Bir insanı yücelten, ona kıymet kazandıran, üstünlük sağlayan hususlar bunlar mıdır? Din, hikmet, akl-ı selim bu konuda ne diyor?
İnsanı gerçekten değerli yapan şartlar şunlardır:
1. İlim ve irfan sahibi olmak. Sadece ilim demedim, yanına bir de irfan kelimesini ekledim. İrfansız ilim kişiyi faziletli kılmaz.
2. Ahlâk ve karakter sahibi olmak. İlmi var, ahlâkı yok, böyle bir adam asla yüksek ve muteber bir kişi olamaz. Amerika’nın en yüksek üniversitesinde okumuş, parlak bir diploma almış ve yurda bir prens olarak döndükten sonra bir müessesenin başına genel müdür yapılmış, sonra o müesseseyi bir güzel soymuş, hortumlamış, halkın ve devletin yüz milyonlarca dolarını zimmetine geçirmiş. Bu adam belki, büyük bir hırsız olabilir ama asla iyi ve makbul bir vatandaş olamaz. İtin tekidir.
3. Hikmet (bilgelik) sahibi olmak. ilmi, irfanı, ahlâkı var fakat hikmet bakımından zayıf. Bu adam da nâkıstır (eksiktir), ona fazla güvenilemez. Eğer kendisinde yeterli hikmet yoksa, hikmet sahibi bir kimseye bağlanması gerekir. Hikmetle birlikte feraset de gerekir. Bugün Türkiye’de bunların mânâsını bilen kaç kişi kaldı?
Ceza kanunları insanı ahlâklı ve faziletli kılmaya yetmiyor. Eğer adamın içinde ve cevherinde fazilet ve doğruluk yoksa, ne kadar ağır cezalar öngörülürse görülsün o çalacaktır, hortumlayacaktır, talan edecektir, haram yiyecektir. Gerçek fazileti ancak dinî eğitim verebilir. Ancak sahte dindarlara aldanmamak lazımdır. Sahte dindar namaz kılar, oruç tutar ama denânir ve derahim (para) konusunda bozuktur. Bir kimsenin hakikî dindar olup olmadığını anlamak için onun sadece namazına, orucuna bakmayınız. İsabetli bir hüküm verebilmek için onun parayla, menfaatle, kazançla ilgili tutumuna bakılmalıdır. Para konusunda yamuksa, maddî menfaat temin etmek için her haltı yiyorsa, borcunu ödemiyor veya inkâr ediyorsa, haram yollara başvuruyorsa o herif dindar bir Müslüman değil, iblisin tekidir. İsterse gündüzleri sâim (oruçlu), geceleri kaim (nafile namaz kılar) olsun.
Faziletli dindarlar haram paradan ve kazançtan, ateşten kaçar gibi kaçarlar. Haram para ve kazanç bir tarafa, onlar şüpheli şeylerden de uzak dururlar. Kendilerine yetecek miktarda helâl maldan fazlasını asla istemezler.
Müslüman rüşvet almaz ve vermez. Çünkü Peygamber “Râşi de, mürteşi de (rüşvet alan da veren de) cehennemliktir” buyurmuştur.
Müslüman, devlet ve belediye işlerinde yüzde on komisyon almaz. Böyle bir komisyon haramdır, ateştir. Ülkenin yönetim sistemi, düzeni bozuk da olsa yapılan işlerden komisyon almak asla caiz değildir.
Müslüman, emanetleri, vazifeleri, işleri, makamları, mevkileri, memuriyetleri ehil ve layık olanlara verir. Şu adam bizim tarikattan, bu bizim cemaatten, şu bizim fırkadan diyerek ehil olmayanlara emanet verenler hâindir, merduttur, mel’undur.
Müslüman, pahalılaşması için malı depolamaz, gizlemez, istif etmez. Buna ihtikâr denir ve Hazret-i Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Muhtekir (ihtikâr yapan) mel’undur (Allah’ın lânetine uğramıştır)” buyurmuşlardır.
Faziletli Müslüman büyük günahlar arasında ayırım yapmaz. Kendisi içki içmiyor ve bu yüzden içenlere verip veriştiriyor; lakin, içki içmek gibi kebâirden (büyük günahlardan) olan gıybet konusunda hiç sesi soluğu çıkmıyor. Çünkü sahte dindarımız günde en az iki saat gıybet eder.
Faziletli Müslüman ülkesini sever. Resûl-i Kibriya Efendimiz “Hubbü’l-vatan mine’l-iman – Vatan sevgisi imandandır” buyurmuşlardır. İnsan zaman ve mekânla kayıtlı bir varlıktır. Bizim vatanımız Türkiye’dir, ülkemiz bizim evimizdir, yuvamızdır. Müslümana vatanına hıyanet etmek yakışır mı? İyi bir Müslüman olabilmek için bu ülkeyi herkesten çok sen seveceksin ki, faziletin ve üstünlüğün anlaşılsın.
Müslümanı materyalistlerden, dinsizlerden, Tâğutçulardan ayıran vasıflardan biri de onun paraya ve maddî menfaate tapmamasıdır. Parayı putlaştıran, parayı din iman gibi benimseyen, para için her haltı yiyen adam Müslüman olsa bile çok bozuk ve moloz bir Müslümandır.
Faziletli Müslüman, en büyük düşmanının kendi nefs-i emmâresi olduğunu bilir ve onu dizginlemek, terbiye etmek için var gücüyle çalışır. Nefs-i emmaresinin her isteğini yerine getiren gizli bir müşriktir.
İyi bir Müslüman asla haram yemez. Haram yemek Allah’a, dine, âhirete, hesab ve ceza gününe, cennet ve cehenneme inanmayanların işidir.
Fakir bir vatandaş, fakat ilim, irfan, ahlâk, hikmet ve fazilet sahibi. Bu adam, fakir olduğu, mütevâzı bir hayat sürdüğü için hor görülüyorsa, o toplum batmış demektir.
İnsanları bilgi, ahlâk ve estetik boyutlarıyla değil de, sırtlarındaki kürklerle, altlarındaki binitlerle, sahip oldukları servetle değerlendiren bir toplum tepetaklak olmuş demektir.
Böyle ölçüsüzlükler, dengesizlikler, sapıklıklar başkalarında olabilir ama asla Müslümanlarda olmamalıdır.
Dini İslâm dini, lâkin ahlâkı Nemrud ve Firavun ahlâkı; böyle Müslüman olur mu?
İslâm dininin, İslâm medeniyetinin, İslâm kültür ve kişiliğinin ölçüleri ve normları vardır. İslâm bir “sahip olmak” medeniyeti değil, bir “olmak” medeniyetidir.
“Bu düzen bozuktur, bozuk düzende yamuk işler yapmak caizdir, hem Müslümanın güçlü olması gerekir, bu devirde en büyük güç para ve zenginliktir, o halde her yoldan götürmeliyiz…” diyenler Müslüman değil, Müslüman kılıklı şeytanlardır. 05 Ocak 2002