Pazartesi

 

Elmanın, balığın, geminin, çiçeğin, böceğin, insanın çeşitleri olduğu gibi politikacının da vardır. Bendeniz politikadan pek anlamam ama iki çeşit politikacı bulunduğunu bilecek kadar birikimim vardır.

1. İyi, vasıflı, erdemli, gerçekten hizmet eden politikacılar:

Bunlar ehliyetli ve liyakatli kimselerdir. Bilgi ve kültür boyutları yeterlidir, güçlüdür. Ahlâk, aksiyon tarafları da güçlüdür. Halk kendilerine vekâlet verirse ülkeye, devlete, halka hizmet ederler. Bu hizmetleri yaparken ahlâka ve yasalara aykırı iş yapmazlar. Alınları açık, hesapları şeffaf ve temizdir. Elbette bir parti disiplini vardır ve ona uyarlar ama öncelikle kendilerini seçen halka karşı sorumlulukları olduğunu bir an bile hatırlarından çıkarmazlar. Halkın menfaatleri ile parti genel başkanının menfaatleri çatıştığı vakit halkın tarafını tutarlar. Partiden ihraç edilebilirlermiş… Edilebilirler, lakin asla eğilmezler, yamukluk yapmazlar. Böyle politikacılar, milyonlarca halk işsiz ve aşsız iken, milyonlarca Türkiyeli sefalet çekerken nalıncı keseri gibi hep kendilerinden tarafa yontmazlar, maaşlarına ve emekliliklerine zam üzerine zam, kıyak üzerine kıyak yapmazlar. Bu tür politikacılar halkın temel hak ve hürriyetlerinin en yılmaz savunucusu olurlar. Kendileri inançsız olsa yahut inançlı olup da uygulaması olmasa bile din, inanç, vicdan, düşünce hürriyetini bütünüyle desteklerler. Onlar, filozofun dediği gibi “Sizin bütün fikir, görüş ve inançlarınızı benimsemiyorum ama bunları açıklama hakkınızı sonuna kadar savunacağım” zihniyetine sahiptirler. Böyle politikacılar adam kayırmazlar, emanetlerin (memuriyetler, makamlar, mevkiler, işler, vazifeler…) ehil ve layık olmayanlara verilmesine karşı çıkarlar. Onlar arivizm, popülizm, zevzeklik yapmazlar. Milletvekili seçilirlerse, sadece oy aldıkları bölgenin değil, bütün Türkiye’nin ve bütün halkın vekili olduğu bilincindedirler ve buna göre hareket ederler.

2. Ehliyetsiz, liyakatsiz, ahlâksız, sorumsuz, hain politikacılar.

Bunlar seçildikleri takdirde, halkın değil, parti başkanının vekili (veya kulu) gibi politika yaparlar. Milletin haklarına tecavüz edilir, seslerini çıkartmazlar. Politikayı kirleten işler yaparlar. Nüfuz ve imkânlarından yararlanarak zenginleşmeye çalışırlar. Ehil ve layık olmayan partililere, yakınlarına, tanıdıklarına, seçmenlerine, akrabalarına, hemşehrilerine resmî işler bulmak için komisyoncu gibi çalışırlar. Ya hiç konuşmazlar, yahut konuşurlarsa hiçbir değeri ve faydası olmayan boş laflar ederler. Böyleleri hizmet etmez, istihdam ve istismar eder.

Ehliyetli, liyakatli, namuslu, şerefli, vatansever, temiz, şeffaf, vazifeşinas, erdemli, ruh asaletine sahip vasıflı politikacılara teşekkür ve minnet borçluyuz. Onlar halka, ülkeye ve devlete hizmet ederler.

Ehliyetsiz, arivist, popülist, vasıfsız politikacılara ne kadar teessüf etsek azdır. Bu memleketin bu hallere düşmesinde onların büyük suçu, ihmali, hıyaneti vardır.

İyi politikacılar başımızın tacı olsunlar. Fikir, görüş, doktrin bakımından aramızda farklılık olsa bile kendilerine hürmet ederiz.

Yakın tarihimizde kötü politikacılar neler yaptılar:

Devlet bütçesinden ödeme yaparak halkın oylarını satın aldılar. Mesela 5 bin işçi ile randımanlı şekilde çalışacak bir işletmeye 15 bin işçi doldurdular, hem hazineyi zarara uğrattılar, hem de kurumu iflas ettirdiler… Oy satın almak için, birtakım tarımsal ürünlere, uluslararası piyasaların iki misli fiyat vererek hem maliyeyi hem de tarımı çökerttiler…

Millî eğitimimizi kötü ve vasıfsız politikacılar çökertmiş ve iflas ettirmiştir. Pedagoji ilminden, eğitim meselelerinden anlamadıkları halde liselerden bitirme ve olgunluk (bakalorya) imtihanlarını kaldırdılar. Eğitimde kaliteye/keyfiyete önem vermediler, kemmiyeti (okul, dershane, öğrenci sayısını) öne aldılar, yeni nesillere medenî ülkelerde olduğu gibi çok kaliteli bilgi/kültür, çok yüksek ahlâk/karakter terbiyesi verdirmediler. Yaptıkları fenalıkların hangisini sayayım. Kötü politikacının bastığı yerde ot bitmez.

Hiçbir ehliyetli, liyakatli, namuslu, şerefli, doğru, faziletli, ahlâklı, vatansever politikacıya bir şey dediğim yoktur. Ben bu yazımda sadece ve sadece kötü ve ahlâksız politikacılara verip veriştiriyorum. Kimse üzerine almasın.

Bu memleket, uluslararası şeffaflık ve temizlik anketlerinde liste dibinde ise bu gerilik ve pislik öncelikle politikacılar yüzündendir. Öteki partiye mensup biri yolsuzluk yapıyor, bizimki feryadı basıyor. Kendi partisine mensup biri yolsuzluk yapınca hiç sesi çıkmıyor… Böyle politikacı olmaz olsun!

Halktan biri veya bir çocuk yalan söylerse ahlâksızlık etmiş olur. Lakin bir politikacı yalan söylerse bu yalan hem bir ahlâksızlıktır, hem de bir suçtur. Yalan söyleyen politikacı halkı aldatmış olur.

Eski kültürümüzde mürüvvet ve fütüvvet diye iki kavram vardı. Zamanımızda bunların pabuçları dama atıldı. Mürüvvetsiz ve fütüvvetsiz politikacı halkın hizmetkarı değil, halkın kurdudur.

Peygamber ne buyurmuş? “Siz ne halde iseniz öyle idare olunursunuz…”

Üç Günlük Tatil

Cuma günü kuşluk vakti Şile tarafına doğru yola çıktım. Yol boyunca yeni inşa edilmiş veya edilmekte olan korkunç mahalleler gördük. Çok katlı dev binalar… Her katta dört daire… Bunlara insanlar yerleşince şehrin kalabalığı bir kat daha artacak. Her sabah ve akşam işe gidip gelecekler. Çocuklar okula, kadınlar alış verişe… İstanbul bu gidişle 30 milyon olur. Bir milyar 300 milyonluk Çin’in Başkenti Pekin 16 milyon, 72 milyonluk Türkiye’nin İstanbul’u şu anda 20 milyonun üzerinde (az gösterenlere kanmayın)…

Cuma günü hava bulutlu ve yağmurlu idi. Otomobili toprak yoldan evin önüne kadar getiremedik, çamura saplandı.

Hırsız yine evi yoklamış. Arka taraftaki pencere demirlerinden birini çıkarmış, pencereyi açamamış, çünkü geçen sene kocaman çivilerle çivilemiştim. İçeri girmiş olsa da bir şey bulamaz. Hiçbir kıymetli eşya koymuyorum. Bizde hırsızlık bayağı bir sektör oldu. Büyük ve saygın hırsızlar… Orta hırsızlar… Küçük hırsızlar… Bizdeki sistem ve onun eğitimi, hukuku, yargısı hırsızlığı ne önleyebiliyor, ne de gerektiği gibi cezalandırabiliyor.

Evin iç kapılarında ucuz, uyduruk kilitler var. Onlardan birinin anahtarı kırılmıştı, bir türlü açamadık. Anahtar almak için Şile’ye gittim. Gitmişken Berber Yaşar’da traş olayım dedim. Berber Yaşar 58 senedir esnaflık yapan bir Şileli. Şu anda asıl Şileliler azınlıkta. Şehir hızla büyüyor. Hele şu Sezer’in veto ettiği “Orman Kanunu” çıkarsa korkunç bir şekilde büyüyecek. Berber Yaşar’ın Üsküdar caddesi, Çıkrıkçı Pasajı’ndaki (no. 130) küçük dükkanı bir âlemdir. Aynanın üzerinde Başbakan’ın orada traş olurken fotoğrafı var. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş bey de, Şile’ye her gelişinde oraya uğrarmış. Traş olan ünlüler içinde Kültür Bakanımız da bulunuyor, onun resmi de ayna üstüne camlatılıp asılmış. Başka ünlülerin resimleri de var, onları unuttum.

Şile’de cezaevinde yattığım yıllarda (1984-85) Berber Yaşar hapishaneye gelir ve mahkûmları traş ederdi.

Evimin yanındaki küçük dere şırıl şırıl akıyor. Yazık ki, yazın kuruyacak. Bu yaz İstanbul’da şiddetli sıcaklık olacağı, derecenin 40’a yükseleceği söyleniyor. Acaba bahçeye bir kuyu açtırsam mı?

Banyoda iki akrep buldum, uzaktaki taş yığınlarının üzerine attım.

Pazar günü öğleden sonra saat dörtte yola çıktık. Havanın kapanık olmasına rağmen yollar otomobil dolu. Kır lokantalarında vatandaşlar yemek yiyor. Artık ormanlarda piknik yapılmıyor.

Bir kenarda bir aile mangal yakmış et kızartıyor. Mangalı üfleyen adamın yüzü mosmor olmuş. İnşaallah kalbi yoktur.

Yer yer villa kümeleri görülüyor. Ne kadar sıkışık yapmışlar. Kırlık kesimdeki bir yazlığın etrafı açık olmalı, hava almalı, manzara görmeli.

İstanbul’a yaklaştık. Şehir pis bir dumanla/sisle kaplı. Âhir zaman alametlerinden biri de dumandır. Din kitaplarında buna duhan deniliyor.

Köy evine sadece emektar, bir gözü kör yaşlı kediyi getirmiştim. Hayvancağız orada canlandı, zindeleşti. Evde bıraktığım kediler ortalığı karmakarışık etmişler.

Üç gündür haber okumadım. Eve geldiğimde bilgisayardan interneti açamadım. Dünyada, ülkede ne olduğunu bilmiyorum. Bilgisayarlar, bilhassa internet manipülasyona çok müsait. Derin devlet dinliyor, devlet dinliyor… Uzaktan kurcalarken mi bozdular acaba? Her neyse, kulaklarına erimiş kurşun aksın! 25 Mart 2008