Cuma

 

Sığ düşünceli, güdük kültürlü, hayalperest kimseler yüzde yüz mükemmel bir toplum olabileceğini düşünürler ve onu kurabilmek için uğraşır dururlar. Böyle bir şeyin mümkün olmadığını akılları almaz. Bu dünyada mükemmel toplum olmaz. Kötülükler, çirkinlikler, talihsizlikler, suçlar, günahlar yüzde yüz kalkmaz. Savaşlar olur, âfet ve belâlar gelir; hastalıklar, ihtiyarlık insanların bellerini büker. Bir toplumun üzerine gelen genel musibet, kurunun yanında yaşları, kötülerin yanında iyileri de yakar. Dünyada adaletsizlikler, haksızlıklar, azgınlıklar, bozukluklar bir türlü bitmez.

Bu dünya bir sınav yeridir. Sıkıntılar, didişmeler, koşuşturmalar içinde geçen bir sınav. Dünyanın ve insanın bir başlangıcı vardır. Başlangıcı olanın sonu da olur. Dünya da, insanlık da son bulacaktır.

Akıllı insan mükemmel bir toplum hayali ile ömrünü ziyan etmez. O gücü yettiği kadar iyilik için çalışır, iyi olmaya çalışır; kötülüğe cephe alır, kötü olmaktan kaçınır.

İslâm iyilikten yana olmak, iyiliği istemek, iyilik için çalışmak; kötülüğü sevmemek, kötülüğü istememek, kötülükle mücadele etmek dini ve nizamıdır. Din dilinde buna emri bi’l-mâruf ve nehyi ‘ani’l-münker denir.

İyiliği isteme, kötülüğü köstekleme işine kişi önce kendi nefsinde başlamalıdır. İnsan nefsi yedi derece üzerinedir. En alçağı nefs-i emmâredir. Emmâre seviyesindeki nefis azgındır, kötülüğü ister, kötülüğe yatkındır. Kişi o derecede kalırsa işi yamandır. Zâhirde Müslüman gibi görünse de nefs-i emmâresine tâbi insan bir canavardır, her kötülüğü yapar.

İkinci derece levvâme derecesidir. Bu derecedeki kişi nefsinin kötü olduğunu bilir, ona cephe alır, nefsin her istediğini yapmaktan kaçınır.

İnsanın içinde iyilik de vardır, kötülük de; meleklik de vardır, şeytanlık da. Müslüman iyilik ve meleklik taraftarıdır. Yazık ki, bu dünyada kötülük ve şeytanlık isteyenler de vardır. Onlar insanları bozmak isterler, halkın ve yeni nesillerin kötü olması için çalışırlar.

İyilik, güzellik, doğruluk için akıl tek başına yetmez. Aklın yolunu aydınlatacak ilâhî bir ışık, ilâhî bir rehber lazımdır. İslâm dini bu ışığı, bu rehberliği sağlar. Kur’an ilâhî bir düsturdur. Peygamber ilâhî bir rehberdir. Bu ikisine tâbi olan yolunu şaşırmaz; iyi insan olur, kurtulur.

Kişi Kur’an’a ve Peygamber’e tâbi olduğunu iddia ediyor ama onlara zıt bir sürü kötülük yapıyor. Bu adam İslâm’ı anlayamamış, hakkıyla Müslüman olamamıştır.

Yanlış anlayanların yanında kötü niyetliler de vardır. Onlar İslâm’ın koyduğu emirleri ve yasakları bilirler ama uygulamazlar. Maddî menfaat, şöhret, makam mevki kazanmak, her çeşit şehvetlerini tatmin etmek için İslâm’ı âlet ve vasıta ederler. Onlar münafıktır. Münafıklar, kâfirlerden eşeddir kötülükte.

İyi anlaşılmak, iyi yorumlanmak, gösterdiği yolda gereği gibi çalışılmak şartıyla İslâm bu dünyaya, insanlığa, bu ülkeye huzur, ferahlık, barış getirebilir. Münafıklar böyle bir şeyi istemezler. Onların istediği kendi çıkarları, kendi nefislerinin tatminidir.

Dinî hizmet ve faaliyetler ahmaklık, cahillikle ve ahlâksızlıkla birlikte yürümez. Mimarlık sanatı bakımından çirkin cami binaları yaptırmak, üç şerefeli uzun ve nisbetsiz minareler diktirtmek, ibadethaneleri hoparlörlerle, kaloriferlerle, ışıldak, zırıldak ve fırıldaklarla, soğutma cihazlarıyla doldurmak gerçek din hizmeti değildir.

Asıl din hizmetleri:

1. İslâm’ı halka ve insanlığa anlatacak gerçek, icazetli, vasıflı din âlimleri yetiştirmektir.

2. İnsanların mânevî hayatlarını aydınlatacak tarikat ve tasavvuf mürşidleri yetiştirmektir.

3. Her vasıta ve imkanla dinî bilgileri, din kültürünü, İslâm ahlâkını yurt içinde ve dünya çapında öğretmek için çalışmaktır.

4. Cehilden ilme, şüpheden yakîne, ahlâksızlıktan fazilete, karanlıktan aydınlığa götürecek yollar, metodlar, çare ve çözümler bulmak ve bütün enerjiyi, imkanları, vasıtaları bu yolda kullanmaktır.

5. Müslümanların güçlenmesi, vasıflı olması, üstün hale gelmesi, birlik, vifak ve tesanüt içinde bulunması için uğraşmaktır.

Zamanımızda medya dine, insanlığa, ülkeye hizmet etmek için en birinci ve güçlü vasıtadır. Müslümanlar çok konuşuyor, çok edebiyat yapıyor ama medya sahasında bir türlü üstün ve güçlü olamıyor. Bu zaafın sebebi nedir, mutlaka bunun bir çaresi bulunmalıdır.

Peygamberin, O’nun izinden giden ‘âmil âlimlerin ve kâmil mürşidlerin metodlarına taban tabana zıt metodlarla İslâmî hizmet yapmak mümkün müdür? Elbette değildir. O halde İslâmî faaliyet perdesi ardında bir sürü yolsuzluk yapan kirli adamlar ve çeteleri bertaraf edilmelidir.

Temiz ve saf kalpli Müslümanlar iyilik istiyorlar ama şu iki şey bellerini büküyor:

1. Cahillik, bilgisizlik, hikmetsizlik, kültürsüzlük, vasıfsızlık.

2. Şahsî çıkarlarından ve nefsanî arzularından başka bir şey düşünmeyen din sömürücülerine inanıp onların peşlerinden gitmek.

Şer güçleri İslâmî hareketi kontrol altına almak, Müslümanları ehlîleştirmek, uysallaştırmak, koyunlaştırmak için şeytanca planlar uyguluyor. Bu maksatla birtakım sahtekâr, dini imanı para, nefsine put gibi tapan; fâsık, münafık, fâcir, bid’atçi, ahlâksız, karaktersiz, faziletsiz adamları ve zümreleri kullanıyor. Onların önüne yağlı haram kemikler atıyor, onların sömürü ve kokuşma çöplüğünde yağmacılık yapmasına göz yumuyor. Bu gibi heriflerin her tarafı pisliğe bulaşıyor ve kendilerine şer mihrakları tarafından verilen vazifeleri uysalca yerine getiriyorlar. Nedir bu vazifeler?

A. İslâmî hareketi kirletmek ve çığırından çıkartmak.

B. Müslümanları çıkmaz sokaklara sokmak, İslâmî enerji ve potansiyeli bataklıklarda harcayıp bitirmek.

Haçlı seferleri esnasında birtakım Ortadoğu Müslüman beylikleri, prenslikleri kendi şahsî çıkarları için düşman ve saldırgan Haçlılarla ittifak etmişlerdi. Bugün de böyle din prensleri, din baronları bulunmaktadır. Tarih bunları ileride yazacak mıdır? İnşaallah.

Bazı beyinsizler uzun yıllar boyunca “Biz Türkiye’ye Asr-ı Saadet’i geri getireceğiz” sloganıyla nice Müslümanı uyuttu, uyuşturdu, hayallerle avuttu. Asr-ı Saadet geri gelmez, çünkü o asır Peygamber asrıydı, Peygamber geri gelmez. Asr-ı Saadet geri gelmez ama Müslüman din için, iyilik için, bu ülke için elden geldiği kadar çalışabilir. Zaten onların vazifesi de budur.Hayalci olmayalım, gerçekçi olalım. 09 Şubat 2002