Bu dünyada başlangıçtan beri iyilik de vardır, kötülük de. Oluklar çifttir; birinden nur akar, öbüründen kir. İslam dini iyiliklerin, doğruların, hayırların, güzelliklerin hâkim olması için gönderilmiştir. İnançlar, fikirler, görüşler, ameller, velhasıl her şey doğru, iyi, güzel olmalıdır. Müslümanlar sadece iman etmekle, namaz kılmakla, oruç tutmakla, hacca gitmekle, kurban kesmekle vazifelerini hakkıyla yapmış olmazlar. Müslümanların, toplum olarak emr-i mâruf nehy-i münker vazifesi vardır. Yâni iyiliği emredecekler, kötülüğü de yasaklayacaklardır. Şimdi Müslümanların başlarına gelen belâ ve musibetlerin ana sebeplerinden biri de bu vazifeyi terk ve ihmal etmiş olmalarıdır. Kötülük, çirkinlik, yamukluk bu dünyadan tamamiyle kalkmaz. Bütün insanlar iyi olamaz, kötüler her devirde mevcut olacaktır. Önemli olan husus dünya işlerine iyilerin hâkim olması, kötüleri dizginleyip kontrol altında tutmasıdır.

Maalesef Müslümanların da bir kısmı kötü işler yapmakta, bilerek veya bilmeyerek kötülük kuvvetlerine yardım etmektedir. İyilik taraftarı Müslümanların dünya işlerine hâkim olmaları için dikkat etmeleri gereken bazı hususlar vardır. Bunların birincisi birlik ve beraberlik içinde olmalarıdır. Tefrikaya düşerler, parçalanırlar, birbirlerinden koparlar, bağımsız hizipler ve fırkalar kurarlarsa güçleri ellerinden gider. İyilik taraftarı Müslümanların çok dikkat etmeleri gereken iki islamî prensip ihlas ve istiqamettir. Bu ikisi olmadan, inkârcılar başarılı olabilir ama Müslümanlar kesinlikle olamazlar. Olur gibi görünseler de başarıları pek geçici olur. İhlassız ve istiqametsiz Müslüman kendi kendini inkâr etmiş olur. Bilgi ve kültür gücü. Müslümanların içinde, her devirde yeterli sayıda bilgili, irfanlı, kültürlü adamlar ve bunlardan meydana gelmiş güçlü kadrolar bulunmalıdır. Câhil insanlar yahut ilimleri ve kültürleri yetersiz kişiler ne kadar samimî ve iyi niyetli olurlarsa olsunlar dünya hakimiyetini ele geçiremezler.

Peki bilgili olmanın ölçüsü nedir? Düşmanlardan, karşıtlardan, kötülük taraftarlarından daha fazla ilme ve kültüre sahip olmak gerekir. Onların altında kaldınız mı, galip gelemezsiniz, kurtulamazsınız. Üçüncüsü ahlâk, fazilet, hikmettir. İyilik taraftarı Müslümanların yüksek ahlâka, erdemlere, bilgeliğe sahip olmaları gerekir. Dinsizlikle, ateizmle, ahlaksızlık, faziletsizlik, yamukluk bir arada bulunabilir ama dindarlık ile ahlaksızlık asla bağdaşmaz, birlikte olmaz. Ahlaksız, faziletsiz, yamuk Müslüman kendini inkâr etmiş olur. Bugün iyilik taraftarı olduğunu iddia eden Müslümanlar da bir sürü eksiklik, kötülük, yanlışlık, yetersizlik görülmektedir. Hem ülkeyi düzelteceğiz diyorlar, hem de kaldırmak istedikleri kötülüklerden çoğu kendilerinde mevcut. Bu ne büyük tenâkuzdur (çelişkidir). İslamî hareketin içine maalesef bir müddetten beri birtakım samimiyetsiz, mâceracı, yiyici, din istismarcısı, arivist, ahlaksız, karaktersiz kişiler girmiştir.

Bunların gayesi islah etmek, iyiliği hâkim kılmak, ülkeyi selâmete çıkartmak değil; maddî menfaat temin etmek, zengin olmak, makam ve mevki kapmak, şan ve şeref elde etmek, ün ve alkış toplamak, tek kelimeyle dünyevî ihtiraslarını, şehvetlerini tatmin etmektir. İslam dini, insanların nefsaniyetlerini, kötü taraflarını islah etmek için gönderilmiş ilahî bir sistemdir. Müslüman geçinen kimselerin nefsâniyetlerine ve şehvetlerine tâbi olmaları kötülük olarak kendilerine yeter. Türkiye’ye 1950’nin 14 Mayısında hürriyet geldikten, CHP oligarşisi yıkıldıktan bu yana Müslümanlar yarım asra yakın bir zamandan beri selâmete çıkmak için çalışıyorlar. Ancak, Güney Afrika’daki zenciler bile haklarını elde ettiler, fakat Türkiye Müslümanları hâlâ haklarını, hürriyetlerini, haysiyetlerini elde edemediler. 2000 yılına şurada bir sene birkaç ay kaldı, biz Müslümanlar, çoğunlukta olduğumuz bu ülkede sömürge yerlisi, ikici sınıf vatandaş, zenci muamelesi görmekteyiz. Ülkemizde hâlâ hukukun üstünlüğüne dayanan bir rejim yok. Uluslararası evrensel metinlerde yazılı bulunan haklarımız, hürriyetlerimiz, haysiyetlerimiz ayaklar altında çiğneniyor. Liselerde, üniversitelerdeki kız çocuklarımızı başları örtülü olarak okutamıyoruz. Tesettüre riayet eden kadın hukukçularımıza, bu kıyafetleriyle avukatlık ruhsatı verilmiyor. Kendi vatanımızda, askerlik hizmeti yaptığımız, vergi ödediğimiz bu topraklar üzerinde binbir tehdit, hakaret, çile, korku, güvensizlik içinde yaşıyoruz.

Dinimize irtica, Müslümanlara mürteci deniliyor. İnandığımız gibi yaşamak hakkına ve hürriyetine sahip değiliz. Bütün bu kötülüklerin, olumsuz işlerin sebebi, Müslümanların güçsüz, vasıfsız, yetersiz hale düşmüş olmasıdır. Bizim ilmimiz, irfanımız, ahlâkımız, erdemlerimiz, hikmetimiz kurtulmaya yetişmiyor. Bu memlekette devlet büyükleri Sünnî tarikat faaliyetlerine katılamıyor, katılırlarsa kötülük güçleri yaygaraya başlıyor. Lakin, devlet büyüklerinin Alevî ve Bektaşî tarikat faaliyetlerine katılmaları kötülük güçlerinin bir reaksiyonu ile karşılaşmıyor. Bu ikili standartın sebebi nedir? Sünnî Müslümanlara niçin baskı yapılıyor? Müslümanların bu konuda haklarını niçin koruyamıyor? Nüfusu yetmiş milyona yaklaşmış şu memlekette, Müslümanların kendilerini toparlamaları, islah ve iyilik hizmetlerinde başarıya ulaşmaları için dört başı mâmur, mükemmel, efradını câmi, ağyarını mâni bir plan ve program yapacak, bir strateji hazırlayacak en fazla beş yüksek zekâ ve vicdan çıkar. Ümmet-i Muhammed bu beş kişiyi bulmalı, onları bir araya getirip bu plan ve programı, bu stratejiyi hazırlatmalıdır.

Şimdiye kadar uygulanan yetersiz planlar, programlar, ucuz kurtuluş reçeteleri fazla bir işe yaramamıştır. Akılları başlarında olan milyonlarca Müslüman, şu ülkedeki Ümmet-i Muhammed’in nasıl birleşeceğini, nasıl güçlü ve üstün adamlar yetiştirebileceğinin maddelerini gündemlerine koymalıdır. Günlük dedikodularla, aktüel hadiseleri takip ederek kurtuluş olmaz. Kurtuluş için inkılap çapında büyük, kökten değişimler gereklidir. Müslüman kesim, din ve iman itibarıyla mü’mindir ama tatbikatta, hayatta bir sürü cahilî hurafeye saplanmış bulunmaktadır. Müslümanların üst tabakasının büyük vebali, sorumluluğu vardır. Onlar şimdi yazlıklarında, mâlikânelerinde, saray yavrusu villalarında lüks, konfor, gösterişe yönelik aşırı tüketim içinde keyf, zevk ve sefa içinde yaşıyorlar ama ilahî adalet bir gün gelecek kendilerinden hesap soracaktır. Onlar çobandır ve sürülerinden sorumludur. Çobanlıklarını iyi yapmayan, sürüyü kurtlara karşı koruyamayan, Müslümanları birleştirmeyen, ehl-i iman arasında ilmi, irfanı, kültürü, ahlakı, fazileti, hikmeti hakim kılmayan, şer’î prensiplere riayet etmeyen çobanlar ne kötü çobanlardır. 05 Eylül 1998 Cumartesi