Çarşamba

 

İyi şeyler edebiyatı… Laf laf laf… Gevezelik, zevzeklik… Her şey düzelsin, her şey iyi olsun, daha iyi olsun, en iyi olsun… İşsizlere iş bulunsun, dar gelirlilerin gelirleri çoğaltılsın, hastalar tedavi edilsin, sıkıntıda olanlar ferahlandırılsın… Her yer tertemiz olsun, güzel olsun… Pislikler temizlensin, kötülükler cezalandırılsın, kokuşma önlensin…

Edebiyat, edebiyat, edebiyat… Peki bunca edebiyatın, lafın, sözün yanında iş, aksiyon, hareket, amel var mı? Maalesef yok. O halde işler düzelmeyecek demektir.

Geçenlerde belediye işçileri bizim sokakta küçük bir tamirat yapmışlardı. İş bitince bir miktar moloz bir duvar dibinde kalmış. Aylarca öyle durdu. Eminönü Belediye Başkan yardımcılarından Abdullah bey dostumuza bu durumu söyledim. Hemen not aldı, ertesi gün molozlar temizlendi ve bana da iki kere telefon edilerek aksaklığın giderilip giderilmediği soruldu. Durumu Abdullah beye söylememiş olsaydım, moloz ve süprüntüler yerinde kalacaktı. Küçücük bir teşebbüs ve aksiyon bir aksaklığı düzeltmeye yetti. Teşekkür ediyorum.

İstanbul’da, başka şehirlerde bir takım aksaklıklar, bozukluklar vardır. Bunlardan şikayetçiyiz. Lakin bu şikayetlerimiz laf ve gevezelik planında kalıyor. Hiçbirimiz elimize bir kağıt alıp, şikayetçi olduğumuz konuyu Valiye, Belediye Başkanı’na, öteki ilgililere yazmıyor. Şifahîlik ruhumuza işlemiş.

Söz ne demektir? Sâbit olmayan, uçup giden bir şeydir. Yazı ise kalır. Devletin kanunları var, bu kanunlarda dilekçelerle ilgili hükümler bulunuyor. Vatandaş olarak dilekçe vermek, istek ve şikayetlerimizi bildirmek hakkına sahibiz ama bunu kullanamıyoruz. Çünkü yeteri kadar medenî değiliz.

Türkiye Müslüman bir ülkedir. Müslüman ülke tabirinden bazıları hoşlanmaz, hattâ birtakım ültralar bunu laikliğe aykırı bile bulurlar. Türkiye Müslümanları aksiyoncu, iş bitiren, amel ve hareket tarafı kuvvetli vatandaşlar mıdır? Maalesef hayır. En haklı, en mâsum, en tabiî haklarımızı bile aramıyoruz.

Geçenlerde ülkemizi, halkımızı, devletimizi iki milyar dolar dolandıran bir çete serbest kaldı. Kaç vatandaş çıkıp da bunu dilekçeyle protesto etti?

Başbağlar Köyü katliamını ne çabuk unuttuk? Birkaç büyük ve güçlü hukukçu, birkaç fikir adamı, birkaç gazeteci ve yazar bir komite kursalar ve Başbağlar Köyü katliamı suçlularını bulmak için harekete geçseler ne iyi olur. Ama biz bugünkü bedevî ve mıymıntı zihniyetimizle böyle bir şey yapamayız.

Müslümanların Müslümanlarla tanışması ve görüşmesi de bir aksiyon ve iştir. Biz bunu da hakkıyla ve yeteri kadar yapamıyoruz. Mevsim yaz, üç dört aydın Müslüman otomobile binseler ve İstanbul dışındaki şehirlere doğru uzansalar. Oralardaki dindarlarla tanışsalar, camilere gitseler, tanışıklık ve muhabbet bağları kursalar, hayırlı dinî işlerde iş birliği yapsalar. Biz genellikle böyle işler yapamayız, yapmaya kalksak yüzümüze gözümüze bulaştırırız.

Bir kere böyle gezilerde, tanışmalarda kesinlikle menfaat söz konusu olmamalıdır. Bir çay veya meyve ikramı reddedilmez, lakin yemek daveti bile kabul edilmemelidir. Böyle geziler esnasında kesinlikle para toplanmamalıdır.

İkinci husus: Herhangi bir tarikatin, cemaatin, hizbin, fırkanın reklamı ve propagandası yapılmamalıdır.

Üçüncüsü: Herhangi bir iftiraya uğramamak, zulme maruz kalmamak için çok dikkatli ve ihtiyatlı hareket edilmelidir. Gezi heyetinin içinde bir avukatın bulunması iyi olur.

Öyle vatandaşlarımız var ki, Taşdelen’e pikniğe giderken evin kedisini de götürüyor ve dönerken hayvancağızı orada bırakıyor. Böyle hain, böyle kalleş, böyle vefasız, böyle merhametsiz, böyle sorumsuz vatandaştan köy olmaz, kasaba olmaz. Bunlardan ülke millet, devlet için hayırlı işler beklemek hayal olur.

İyi insan, iyi vatandaş, iyi Müslüman sadece söylediği iyi sözlerden anlaşılmaz; iyi sözlerin yanında iyi amellerinin, işlerinin, hareketlerinin de olması gerekir.

Aklımız, fikrimiz iyi işler yapmak olmalıdır. Garazsız ivazsız, ihlas ile… Edirnekapı civarında bundan kırk elli yıl önce bir doktor varmış, fakir hastaları bedava tedavi eder, herkese iyilik edermiş. Öldüğünde civardaki Rum kilisesinin de matem çanları çalmış. Müslüman böyle olmalıdır.

Abusü’l-vecih (asık suratlı), kötü dilli, kalp kıran adam Müslüman olsa bile iyi Müslüman değil, vasıfsız ve moloz Müslümandır.

Başörtülü bir Müslüman hanım anlatmıştı. Birkaç yıl önce Kumkapı semtinde fakirlere erzak torbaları dağıtmışlar. Ermeni vatandaşlarımız içinde de kimsesiz, yoksul kadıncağızlar varmış. Bu torbalardan onlara da verilmiş. Çok duygulanmışlar, dağıtan Müslümanların boyunlarına sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamışlar. Biz Müslümanlar, iyilik yapmak hususunda din farkı gözetmemeliyiz. Sadece harbî düşmanlara iyilik edilmez. Bir İslâm ülkesindeki gayr-i müslimler, oradaki Müslümanlara emanettir. O emaneti korumak gerekir.

Mevlânâ Celalüddin Rumî hazretleri vefat ettiğinde Konya’nın Hıristiyan ve Yahudileri de cenazeye katılmışlar, “O bizim büyüğümüzdür, size ne oluyor…” diyen bazı Müslümanlara “Hayır, Mevlâna güneş gibiydi, hepimizi aydınlattı, ısıttı” cevabını vermişlerdir. Unutmayalım ki, misyonerler ve sömürgeci emperyalistler zehirlerini saçmadan önce bu topraklarda Müslümanlar ve Ermeniler çok iyi geçiniyordu.

İyilik yapmak, iyilik yapmak, iyilik yapmak… Kötülüklerle mücade etmek… İyileri ve iyilikleri desteklemek, kötülükleri ve kötüleri kösteklemek… İnsanlara, bitkilere, hayvanlara zarar vermemek… Ülkeyi kirletmemek, çirkinleştirmemek… Bizi kurtaracak aksiyonlar bunlardır.

İnsanlara güleryüz göstermek, bu da iyi bir iştir.

Mahalle muhtarına gidip sorabiliriz: Çok sıkıntı çeken, dertler içinde kıvranan bir kimse var mı?.. diye. Bir veya birkaç adres buluruz, bir iki arkadaş birleşir, zekat, sadaka bir miktar para toplar ve götürür, kırmayacak ve üzmeyecek şekilde onlara veririz. Bunu yapamıyacak bir adam mıyız?

Vaktim olsa da, sıradan bir vatandaşın yapabileceği iyi iş ve aksiyonlarla ilgili bir kitapçık yazabilsem. İyilik yapmak için ille de zengin olmak, varlıklı ve kudretli olmak gerekmez. Peygamberimiz “Yarım hurmayla bile olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz” buyurmuşlar. Bizim yarım hurmamız da mı yok? 24 Temmuz 2003