Pazar

 

Her yerde her zaman hem iyilik, hem kötülük olmuştur. Tarihin her devrinde her ülkede iyilik güçleri ile kötülük güçleri bulunmuştur. Bugün Türkiye’de iyilik güçleri ile kötülük güçlerinin savaşı vardır. İyiler ülkeye, devlete, işlerin idaresine, hayatın tanzimine hukukun ve adalet prensiplerinin hâkim olmasını istiyor. Devletin de üzerinde bir hukuk olsun istiyor. Kötülük güçleri ise hiçbir evrensel kıymeti olmayan; bir “değer” teşkil etmeyen prensiplerin, ideolojilerin her şeyin üzerinde tutulmasını savunuyor. İyiler bu ülkede temel ve evrensel insan hak ve hürriyetleri prensiplerinin uygulanmasını istiyor. Kötüler ise, çoğunluğu teşkil eden Müslüman halka sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, gerici, zenci muamelesi yapıyor; onların hak ve haysiyetlerine riayet etmiyor. İyiler hırsızlığı, talanı, soygunu, haram ve gayr-i meşru kazançları, mutlu ve putlu bir azınlığın millet çoğunluğunu istismar etmesini istemiyor. Kötüler ise talan ve soygun yoluyla korkunç servetler devşiriyor. İyiler tarihî devamlılık; millî kimliğe, kişiliğe, kültüre bağlılık istiyor. Kötüler ise yabancılaşmayı, taklitçiliği teşvik ediyor, destekliyor. İyilerle kötülerin bu amansız savaşında, sadece “Ben Müslümanım” demekle iş bitmiyor. Müslümanın kesin bir şekilde iyilikten ve iyilerden yana olması; bu yandaşlığını niyetleriyle, sözleriyle, işleriyle göstermesi gerekir. Müslüman yalan söylemez, Müslüman emanete hiyanet etmez, Müslüman vaad edip de vaadinden dönmez, Müslüman adaletsizlik yapmaz, Müslüman aşırılıklardan kaçınır; itidal dairesinde konuşur, iş yapar. Böyle olmayıp da yamuk işler yapan kişiler istedikleri kadar iyilikten ve iyiliklerden yana olduklarını söylesinler kıymeti yoktur. Türkiye’nin iyi olması, bu ülkede iyiliğin galebe çalması, kötülüğün kontrol altına alınıp azaltılması ancak ve ancak Müslümanların iyi olmalarıyla kabil olacaktır. Sadece iyilikle de iş bitmiyor. Müslüman güçlü, vasıflı, üstün olmalıdır. Güç kaynakları iyilerin ellerinde ve kontrollarında bulunmadan bu ülkenin düzelmesi mümkün müdür? Şu anda Türkiye’de bir numaralı güç medyadır. Büyük ve tesirli gazeteler, dergiler, televizyonlar, haber ajansları… Eğitim ve üniversiteler ikinci büyük güçtür. İktisat, ticaret, finans üçüncü güçtür. Müslümanlar bunlara hâkim midir? Sanat, kültür, ilmî araştırmalar, mimarlık da güç kaynağıdır. Müslümanların bu konularda durumları nasıldır? Birlik, beraberlik, tesânüd, dayanışma, yardımlaşma, sevgi de büyük güçtür. Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde midir? Başlarında bir tek İmam-ı Kebir var mıdır? Üniter bir hiyerarşiye tâbi midirler? Birbirlerini seviyorlar mı? Yoksa paramparça bir vaziyette, bir sürü hizbe, fırkaya, cemaate, gruba ayrılmış şekilde birbirleriyle çekişip duruyorlar mı? İslâm bir şehir ve medeniyet dinidir. Bugünün Türkiye Müslümanları şehirli ve medenî bir zihniyete sahip midir? Yoksa köylü, kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra, marjinal zihniyetli midirler? İslâmî hareketin yüksek ve yönetici tabakası âlim, ârif, kültürlü, çağ seviyesinde, vasıflı, güçlü, üstün, ahlâklı, faziletli, âdil, mürüvvetli, kararlı, âbid, zâhid, muttaki; düşmanların bile yüksekliklerini kabul ve teslim ettiği kimseler midir? Yoksa bu sınıfın içine birtakım arivist, sömürücü, yiyici, hortumlayıcı, sahtekâr, şarlatan, üçkâğıtçı, moloz, megalo-manyak ego-santrik, küçük, sürüngen, solucan, demagog, mal ve cah için çalışan adamlar mı sızmıştır? Müslümanların bilgi bankaları, stratejik araştırma merkezleri var mı? Onlar en selahiyetli uzmanlar tarafından hazırlanmış planlara göre mi çalışıyorlar; yoksa plansız programsız, stratejisiz, hesapsız, kitapsız işler mi yapıyorlar? Her yıl hayırsever zenginlerden ve Müslüman halktan toplanan milyarlarca dolar verimli ve şuurlu bir şekilde mi harcanıyor, yoksa israf mı ediliyor? Müslümanların kendilerini özeleştiriye tâbi tutmaya, sorgulamaya, hesap sormaya ve hesap vermeye, mal beyanlarında bulunmaya, acı da olsa yapıcı tenkitlere ve uyarılara açık olmaya büyük ihtiyaçları vardır. Bu memlekette şer güçleri ağır basıyorsa, bunun asıl kabahati şerirlerde (kötülerde) değil, gerekli vasıflara sahip olmayan ve gerekli mücadeleyi yapamayan Müslümanlardadır.

Kara Paralar

Birtakım Türkiyelilerin yurt dışında ve içinde muazzam miktarda kara parası bulunmaktadır. 1998 sonbaharında hükümet bunların, bir gün için bankaya yatırılması şartıyla aklanmasını sağladı. Böylece soygun, talan, bütçe hortumlaması, gayr-i meşru işler, rüşvet, eroin ve uyuşturucu ticareti gibi yollarla elde edilen milyarlarca dolar ve marklık servetler pir u pak, tertemiz oluverdi. Ancak bütün kara paraların bu manevra ile aklandığı söylenemez. Başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde bazı Türkiyelilerin büyük miktarda kara paraları aklanmamış şekilde beklemektedir. Maalesef bunların içinde din sömürüsü ve mukaddesat bezirgânlığı yoluyla elde edilmiş meblağlar da bulunmaktadır. Bu kara paraların sahipleri şimdi, haram servetlerini meşrulaştırmak için birtakım işler çevirmektedir. İstihbarî yollardan elde ettiğim, lakin sübut delillerine ve vesikalara sahip bulunmadığım bu konuda daha fazla açıklama yapmam imkânsızdır. Böyle bir şey hem kanuna, hem de ahlâka aykırı olur. Lakin ortada dehşetli iddialar, fısıltılar, rivayetler, söylentiler vardır. Bunları, “Dedikodulara itibar edilmez” diyerek bir kalemde silivermek, üzerlerinde hiç durmamak da doğru olmaz. Geçenlerde yazmıştım, tekrar ediyorum: Şu anda Türkiye’nin, Türkiyelilerin, bu vatanın, bu milletin, bu devletin başında iki büyük belâ vardır. Biri din düşmanlığı, ötekisi din sömürüsüdür. İkincisi birinciden daha şiddetli ve tahripkârdır. İslâm dini mutlak ihlas, mutlak dürüstlük, ahlâk, fazilet, hikmet prensiplerine sahiptir. İslâm’a ve Müslümanlara hizmet iddiasıyla ortaya çıkanlar bu prensipleri çiğneyemezler. Çiğnerlerse hâin ve alçak olurlar. Normal ve helâl ticaret yollarıyla, üretim yaparak, nakliyat ve inşaat işleriyle uğraşarak, emeklerini ve ihtisaslarını (uzmanlıklarını) ortaya koyarak meşru ve mübah bir şekilde para kazanan, zengin olan, çok zengin olan Müslümanlara bir şey demiyorum. Hattâ onları takdir ve tebrik ediyorum. Tenkit ve takbih ettiklerimiz (kötülediklerimiz) din ve mukaddesat ticareti yapan alçaklardır. Her neyse, bütün bunların, şaşmaz kâtipler tarafından hesabı tutulmaktadır. Her şey, Hesap Günü’nde, Mahkeme-i Kübra’da meydana çıkacaktır. Din sömürücüleri, kara paralarının yanlarına kâr kalacağını sanmasınlar. Bu gayr-i meşru ve haram servetler onlar ve çoluk çocukları için azap ve ateş olacaktır. 15 Şubat 1999