Pazartesi

Ben Manikeist değilim ama, manzara ortada. Her şey açıkça görülüyor; bu memlekette birbirine taban tabana zıt iki cephe var: İyilikçiler ve kötülükçüler.

Kötülükçüler ne kadar teşkilatlı, cesur, azimli, kararlı, yılmaz ve sebatlı ise; iyilikçiler o derece teşkilatsız, dağınık, korkak, mıymıntı ve güçsüzdür.

İyilikçiler ne istiyorlar, yahut ne istemeleri gerekiyor?

İlmin, kültürün, bilginin faydalısını, doğrusunu… Yine doğru ve iyi aksiyonları…Ne kadar güzel şey varsa onları.

Kendileri bunların şuurunda mıdırlar? Ne istediklerini doğru dürüst biliyorlar mı?

Kötülükçüler bu memlekette kötü, yararsız bilgileri hakim kılmak istiyor. Ahlâk ve aksiyon bakımından yine kötülükleri teşvik ediyorlar. Güzellik, sanat, estetik bakımından ayaklarının bastığı, ellerinin uzandığı her yer, her şey çirkinleşiyor, iğrençleşiyor.

Kötülükçülerin içinde şeytana külahı ters giydirecek nice süper zeki, cin fikirli, kurnaz adam var. İyilikçilerin içinde de zekiler, cin fikirliler var ama, onlar bunları iyilik yolunda değil, kendi şahsi ikballeri, menfaatleri, benlikleri ve nüfuzları için kullanıyorlar.

İyilikçilerin çoğu dindar Müslüman geçinir; lâfla Müslümandırlar ama hallerine, uygulamalarına bakılınca İslâm’dan ne kadar sapmış oldukları kolayca anlaşılır.

İslâm gevezeliği, zevzekliği, faydasız konuşmayı ve yazmayı hoş görmez; onlar ise genellikle alabildiğine geveze ve zevzektir.

İslâm doğruluğu, dosdoğru olmayı emrediyor. Bu devirdeki iyilikçi Müslümanlar din ve dünya işlerinde böyle olabiliyorlar mı?

İslâm rüşveti, ihalelerden ve işlerden en az yüzde on komisyon almayı, ihalelere fesat karıştırmayı, bire yapılacak bir işi ve hizmeti ikiye, üçe, beşe yaptırmayı, haram yemeyi kabul ediyor mu? Hâşâ!.. Nice iyilikçi İslâmcı bu pisliklere gırtlaklarına kadar batmışlardır.

Türkiye’deki kültür savaşı bir medeniyet savaşıdır. Kötülükçülerin bir kısmı Amerika ve Avrupa üniversitelerinde okumuş, birkaç yabancı dil biliyor, unvan sahibi, yüksek ve geniş çevreleri var; iyilikçiler ise varoş, kırsal kesim, gecekondu, taşra kültürü seviyesinde, her hallerinde buram buram bedevîlik kokusu var… Bedevîler haklı da olsalar, medenî hasımlarıyla baş edemezler.

Yaşadığımız çağın en büyük sosyal, kültürel, siyasi silahı ve gücü medyadır. Bizim iyilikçilerin medyada yeri ikinci ligdir. Birinci ligde hakimiyet kötülükçülerdedir.

Bundan onbeş, yirmi sene kadar önce birtakım sözde iyilikçiler, Müslüman halktan çuvalla para, yardım, sermaye topladılar; bunlarla hakkı müdafaa eden, iyilik için çalışan televizyon müesseseleri kuracağız dediler. Sonra ne oldu? Cevabı siz veriniz.

Zeki, kurnaz, makyavelist, cin fikirli kötülükçüler, iyilikçilerin içine ajanlar, casuslar, provokatörler, sabatörler, manipülatörler soktular.

İyilikçileri bir yığın fırkaya, zümreye, hizbe, cemaate böldüler; birbirleriyle çekiştiriyorlar, tepiştiriyorlar.

İyilik cephesinin bazı bayrakları ya cahil ve kültürsüz, yahut ahlâksız, karaktersiz münafık adamların eline geçti.

Ya Rabbi, ahmaklık ne büyük bir felâket… Din iman elden gidiyor; ülke, halk, devlet elden gidiyor. Kendilerini dindar zanneden, hayırsever zanneden, hizmet ettiğini zanneden birtakım kişiler hâlâ bol şerefeli yüksek minareler, cami hoparlörleri, cami kaloriferleri, cami klima cihazları, cami helâları, cami meşrutaları ile uğraşıyorlar. Be adamlar, ülkede bunca cami var ama bunlar vakit namazlarında doluyor mu? Peygamberimiz Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz “Ahir zamanda süslü ve ziynetli camiler yapılacak ama boş kalacak…” mealinde buyurmuşlar. Cami, kubbeli beton bir binadan, minareden, mihraptan, minberden, halıdan, çiniden, pencere vitrayından, nakıştan, yaldızdan, âvizeden mi ibarettir? Cami denilince hatıra en önce gelmesi gereken hususlar şunlardır:

-Onun mihrabına geçecek ehliyetli, liyakatli, alim, fazıl, takvalı, irfanlı, örnek, tesirli bir imam.

-Okuyacağı cuma ve bayram hutbeleriyle cemaatin tüylerini ürpertecek, gözlerinden yaşlar döktürecek, kimisinin yakasını yırttıracak, bazılarını heyecandan bayıltacak gerçek hatipler.

-Vaaz, irşad, tezkir ve uyarılarıyla insanların ıslahına vesile olacak vaizler, öğütçüler.

-Vakit namazlarında cumalarda olduğu gibi camiyi dolduracak cemaat.

Bir camide, yukarıda sayılan dört husus yoksa o cami mimarlık ve güzellik bakımından Hindistan’daki Tac Mahal kadar ihtişamlı da olsa manen haraptır.

Türkiye Müslümanlarının bir kısmı son elli sene içinde ağırlığı hafız yetiştirmeye verdiler. Hafızlık elbette büyük bir şereftir, ancak sırf hafızlıkla iş biter mi? Hafızlık tek başına ilmî bir unvan ve makam değildir. Hafız dediğin aynı zamanda alim, arif, fadıl, muttakî, salih olmalıdır.

Bu memlekette kötülükçüler harıl harıl, alabildiğine kötü işler yaparken, iyilikçiler sızıldanıp mızıldanıyor. Şikayet, bahane, zulme uğramışlık hikâyeleri…

Boş şikayetler, faydasız bahaneler, tazallüm edebiyatıyla bir şey olmaz ki. Onlar kötülük, zulüm, fısk, fücur, münkerat yapıyorlarsa; sen de, ilmi, irfanı yay, insanları iyiliğe marufa, salâhâ çağır; hayır hasenat yap.

Çağımız basın, yayın, iletişim, internet, bilgi çağıdır. Eskiden aylarca uğraşarak, beklenerek ulaşılan bir bilgiye günümüzde internet vasıtasıyla birkaç saniyede ulaşıyoruz. Türkiye iyilikçileri bu imkânlardan yararlanabiliyor mu?

Vatandaş akşam işinden evine döndüğü zaman kendisine postayla gönderilmiş bir zarf bulsun, açsın, içinden çok güzel, çok zarif, üslubu çok tatlı, düşündürücü, tesirli bir broşür çıksın. Onu doğru, iyi, güzel olan şeylere çağırsın; müjdelesin, uyarsın, korkutsun… Türkiye iyilikçileri böyle şeyler yapabiliyorlar mı?

Misyonerler çok çalışıyormuş… Tabii çalışacak!.. Sen de Müslüman olarak kendi dinin için onlar kadar çalışsana. 24 Şubat 2004