Perşembe

 

Musevî cemaatine mensup büyük iş adamı Jak Kamhi’nin evini gören biri anlata anlata bitiremedi. Müze gibiymiş, birbirinden değerli otantik, orijinal sanat eserleri varmış. Her taraf hem kültürel değeri çok yüksek, hem de pahada ağır Türk, İslâm, Anadolu eserleriyle doluymuş.

Jak Kamhi Yahudidir ama Türkiyeli olduğu için eserleri toplamış, bir hazine meydana getirmiştir. Kendisini tebrik ederiz.

Peki bizim Müslüman zenginlerimiz, büyük adamlarımız, kodamanlarımız bu konuda ne yaparlar? Maalesef hiçbir şey yapmazlar. Müslüman kesimin parababaları kendi sanatlarından, kendi kültürlerinden, kendi kimliklerinden kopmuştur. Bizde futbolcu transferine, basketbol takımına trilyonlar harcayan şahıslar ve müesseseler vardır ama bu kişi ve kurumlar sanata ve kültüre ya hiç yatırım yapmaz, yahut devede kulak masraflar yaparlar.

İslâmî hareket bir kırsal kesim, köylü, gecekondu, varoş ve taşra hareketine dönüştüğü, Müslümanlar cahil kaldığı için sanat ve kültürden kopmuşlardır. Bu yüzdendir ki, değerli mimarî eserler ve anıtlar dikemiyoruz, güzel ve başarılı dekorasyonlar yapamıyoruz, herkesin hayran kalacağı tesettür kıyafetleri sergileyemiyoruz.

Çok şükür hüsn-i hat, tezhip, ebru sanatları kurtuldu. Lâkin bizim Türk-İslâm sanatlarımız bu kadar mıdır? Elbette değil. Vaktiyle bir deftere yüz kadar geleneksel sanatımızın listesini yazmıştım. Bunlar can çekişiyor. Meselâ el yapımı kağıt sanatıyla uğraşan yok. Halbuki İspanya, İtalya, Hollanda gibi ülkelerde el yapımı kağıt üreten atölyeler var. Bunları bütün dünyaya ihraç ediyorlar, hem para kazanıyorlar, hem de itibar elde ediyorlar. Peki bu kağıt sanatını Türkiye’de kim ihya edecektir? Bu işi Kültür Bakanlığı üzerine alsa, konulacak fonu yağmalamak için hemen haşarat üşüşecektir. En iyisi bir banka, bir holding bu işe el atmalıdır. Bunca zengin Müslüman müessese var. Herbiri unutulan, can çekişen, sönmeye yüz tutan bir sanatımızı kalkındırsa ne iyi olur. Japonların güçlü bir endüstrisi var ama onun yanında geleneksel sanatlarını da asla ihmal etmiyorlar. El yapımı lüks Japon kağıtları hâlâ üretiliyor, dünyanın her yerine gönderiliyor. Orada el dokuma tezgahlarında kumaş dokunuluyor; eski usul marangozluk ve dülgerlik sanatı devam ettiriliyor.

İslâmî kesimin zenginleri, parababaları genellikle lüks ve şatafatlı meskenlere bayılıyor. Bir de lüks Limuzin arabalara. Sonra sık sık pahalı lokantalara gidip tıkınırcasına yemek yiyorlar. Ne küçük bir dünyaları var. İnsan sofra başında ne kadar çok oturur, ne kadar fazla atıştırırsa helâda da o kadar çok vakit geçirir, ıkınır dururmuş…

Yahu kendinize büyük, nefis, herkesin hayran olacağı, geleneksel sanat eserleriyle dolu çalışma mekanları yapsanıza. Kendi aklınız yetişmiyorsa uzmanlarına, bilenlerine böyle yerler tanzim ettirsenize. Yerlerde nefis kök boyalı halılar. Duvarlarda hatlar, gravürler, eski haritalar, fermanlar, yağlıboya tablolar. Büro masalarının, sandalyelerin, koltukların her biri bir sanat eseri olmalı. Oraya gelen dost ve düşmanların gözleri kamaşmalı.

Adamın trilyonları, hattâ katrilyonları var ve çalışma mekânı kabak gibi döşenmiş. Ne büyük felâket, ne korkunç fakirliktir bu.

Japonları Japon yapan kendi kimliklerine, kendi yazı sistemlerine, kendi zihniyetlerine, kendi geleneklerine sahip çıkmalarıdır. Japonlar kendi zor, çetrefil, karışık, girift yazılarını bırakıp da kolay bir alfabe almış olsalardı çoktan batmış olurlardı.

Japonlar Batı medeniyetinin tekniğini almışlardır ama evleri, döşemeleri, sofraları, eşyaları Japon kalmıştır. Onlar yer yataklarında uyurlar, yer sofralarında yerler. Şekil o kadar önemli değil, onların asıl kafalarının içi Japon kalmıştır. Bizse Batı’nın faydalı taraflarını alamadık, ne kadar kötü tarafı varsa onları aldık ve bugünkü müflis (ilfâs etmiş) duruma geldik. Bundan sonra nasıl toparlanacağız?

Geleneksel sanatlarımız hakkında bir sürü planım, projem, teklifim, çare ve çözümüm var. Bunların raporlarını hangi Müslüman zenginlere sunabilirim? Şimdiye kadar bu konularda yazdığım ve yayınladığım yazılara hiçbir cevap gelmedi. Bir tek mektup almadım. Bunları bazı hacıbeylere sunmak için onlara yağ yakacağımı, yalancı övgü ve pohpohlar yapacağımı sananlar olursa, hava alırlar. Ne para alırım, ne yemeklerini yerim, ne çaylarını içerim.

İslâmî kesimde son otuz sene içinde hizmet ve faaliyet yapmak için milyonlarca dolar harcandı. Bunların büyük kısmı boşa gitti. Bir kısmı da bazı dâva adamları tarafından deve edildi. Bu paralarla kültüre, sanata, mimarlığa yatırım yapılmış olsaydı büyük bir İslâmî inkılap meydana gelmiş olurdu ve bugünkü fitne ve fesatların çoğu da meydana çıkmazdı.

Geçen gün, cam sanatçısı Oğuzhan Tuğrul bey ile tanıştım, çantasında eserlerinden bazı nümuneler varmış, onları gösterdi, harika şeylerdi. Bu sanatkarımıza Amerikalılar ve Almanlar destek veriyormuş. Bizim dindar kesimin ise haberi bile yok.

Sanat ve kültür sahasında da yolsuzluk, yiyicilik, hortumlama oluyor. Bu sahanın da haşaratı, arivisti, otlayıcısı eksik değil. Bu haşarata fırsat vermemek şartıyla mevcut sanatkarlarımız himaye edilmelidir. İmkanı olan her zengin ve varlıklı Müslüman evine, işyerine, çalışma odasına kök boyalı halılar, hüsn-i hatlar, cam objeler, çiniler, çiçekli ebrular koymalıdır. Böylece bunları yapan sanatkarlar teşvik ve himaye edilmiş olur.

Bir ara yeşil sermaye, irticaî sermaye diye aptalca suçlamalar yapıldı. Ne sermayenin, ticaretin, ne de sanat ve kültürün irticaisi olur. Sanat sanattır. Takdire, himayeye, teşvike layıktır.

Adam elli milyara iğrenç bir otomobil alıyor, fakat güzel bir hüsn-i hat levhasına 100 milyon lira veremiyor. Bu ne korkunç cimriliktir.

“Evimize, çalışma odamıza hat asarsak bizi gericilikle suçlarlar” bahanesi yalandır. Suna Kıraç hanımın Nakkaştepe’deki Koç Holding binasındaki çalışma odasının bir duvarına on bir hat levhası var da ona gerici mi diyorlar? Jak Kamhi evine hat asarsa gerici mi olur? Bu aptalca bahaneleri bırakalım artık.

Sanat en büyük güçtür. Laik, çağdaş, ilerici kesim ile anlaşmak, uzlaşmak istiyorsak onlarla aramızda bir sanat ve kültür köprüsü kurmalıyız.

Beyazıt meydanında iki buçuk metrekarelik el dokuması Türkistan halıları bavul ticareti yapan soydaşlarımız tarafından 100 dolara satılıyor. Müslüman kesimden gelip de böyle halılardan alan görmedim. Japonya’dan veya Taiwan’dan onbeş dakikada bir gak guk diye bağıran bir âlet gelmiş olsa yığınlarca adam gelir ağlaya ağlaya birer tane satın alır. İlkellik, işporta kültürü iliklerimize kadar işlemiş. (Yanınızda bilen biri olmadan halı almayın. Bazılarında pamuk ipliği karışık. İyi halının yüzde yüzü yün olmalı.)

Bu sanatsızlık, bu kültürsüzlük, bu gecekondu zihniyeti ile Müslümanlar adam olamaz, güç kazanamaz. Böylece biline. Allah akıl fikir ihsan buyursun. 11 Şubat 2000