Cuma

 

(1) Afganistan’da işgalci Ruslara karşı islâmî bir cihad hareketi başlatıldı; büyük fedakârlıklardan, büyük kayıplar verildikten sonra Ruslar koğuldu. Fakat ondan sonra büyük bir felaket yaşandı. Ülkede bir türlü bir devlet kurulamadı, Müslümanlar birbirleriyle çarpışmaya başladı. Gayr-i müslimler, İslâm’a karşı olanlar şu soruyu yöneltiyorlar: Hani sizin dininiz, dünya nizamınız mükemmeldi. Niçin Afganistan’da bir devlet kuramadınız, âdil ve güvenli bir düzen meydana getiremediniz? Sizin dininiz kardeşliği emrediyordu, niçin orada kardeşçe yaşamıyor Müslümanlar? Bizi İslâm’a dâvet ediyorsunuz, Afganistan’daki uygulamanız bize güven verir mi hiç?”

(3) Pakistan 1947’de bir İslâm devleti olarak kuruldu. Aradan yarım asır geçti ve şimdi orada kokuşma, bozukluk, İslâm’a aykırı bir sürü kötülük var. Adı İslâm cumhuriyeti ama gerçekte öyle bir cumhuriyet değil. Orada bir sürü hizbe ayrılmış İslâmcı var. Bunlar bir türlü iktidara geçemiyor.

(4) İslâm dünyasının her yerinde kargaşa, bozukluk, fitne fesat, nifak ve şikak müşahede ediliyor.

İsviçre, İsveç, Norveç, Almanya, Avusturya, Kanada, Avustralya gibi gayr-i müslim ülkeler dünyaya ait meselelerini halletmişler, ülkelerinde hukuku, adaleti, güvenliği sağlamışlar, çağ seviyesinde okullar ve üniversiteler kurmuşlar, güçlü ve müessir bir sanayi, ziraat, hayvancılık, iktisat, maliye, ticaret hayatı geliştirmişler, ülkelerini imar etmişlerdir. Müslüman dünyasında bunlara benzer bir tek ülke yoktur. Laik Türkiye’de de

(Aslında Türkiye kesinlikle laik bir sisteme sahip değildir, bizdeki sistem bir “Devlet dini” sistemidir)

durum parlak değildir. Bizde de kokuşma, güvensizlik, çözülme, gerilik hâkimdir.

Peki, yirmi birinci asra birkaç ay kala İslâm dünyasında görülen bu kaosun, bu kargaşanın, bu kötü manzaranın sebepleri nelerdir?

Şurası kesin olarak söylenebilir ki, bunların sebebi asla ve asla İslâm dini değildir. Çünkü bu din tarih boyunca, geçmiş asırlarda çok büyük devletler, çok büyük medeniyetler, çok büyük ve güçlü düzenler kurmuş, hâkim olduğu topraklar üzerinde âdil bir “pax” tesis etmiştir. Teolojik konularda İslâm’ın azılı bir düşmanı olan Martin Lüther, bir mektubunda “Türkler bizim bulunduğumuz bölgeleri alsalar da din hürriyetine kavuşsak” demiştir. Goethe, bir şiirinde “İslâm bu ise biz hepimiz Müslüman değil miyiz?” şeklinde ifade-i beyanda bulunmuştur. Arnold J. Toynbee Osmanlı devleti için, “Eflatun’un ideal Cumhuriyet’ine, realitede (uygulamada) en fazla yaklaşmış sistem Osmanlı sistemidir” diye yazmıştır (Tarih Üzerine bir Etüd, Ispartalılar bölümü).

İslâm en mükemmel din ve dünya nizamıdır. Bugün, Hıristiyanlık gerilerken, batı dünyasında her yıl on binlerce kişi Müslüman olmaktadır.

İslâm dünyasının geriliği, içinde bulunduğu zillet ve rezalet, İslâm’dan değildir, Müslümanlar yüzündendir.

İslâm, Asr-ı Saadet’teki, Abbasî hilafetinin parlak zamanlarındaki, Endülüs’teki, Kanunî Sultan Süleyman devrindeki İslâm’dır. Onda bir değişiklik ve bozulma olmamıştır. Bu din tahrife uğramamıştır. Kur’an, Sünnet, temel kitaplar, usûl bilgileri bize intikal etmiştir. Ancak insanlar, Müslümanlar çok değişmiştir. İslâm dünyasını câhillik, ahlâksızlık, faziletsizlik, yetersizlik sarmıştır.

İslâm ne diyor? “Emanetleri ehil ve layık olanlara veriniz” diyor. İslâm dünyasının ileri gelenleri ne yapıyor? Emanetleri ehil olanlara değil, ehliyetsiz yandaşlarına, partizanlarına, ihvanlarına peşkeş çekiyor. İslâm dünyasında hiçbir kötülük olmasa, sadece emanetlere yapılan hıyanetler bile Müslümanları zillete sürüklemeye, yenilgiye uğratmaya yeterlidir.

Müslüman kütlelerin başını çeken fikir adamları, din alimleri, siyaset ve aksiyon önderleri, politika liderleri, eğitimciler, medyacılar, iş adamları yetersizdir. Elbette şurada burada birkaç istisnaî yeterli ve güçlü adam vardır ama bunlar kuralı değiştirmez.

İslâm dünyası 1924’ten beri başsızdır, ruhanî-dünyevî bir reise sahip değildir. Dünyada bütün dinlerin, bütün cemaatlerin, bütün toplulukların birer başı vardır. Katoliklerin Roma’daki Papa’ları, Anglikanların İngiltere’deki piskoposları, Yahudilerin biri Sefarad, ötekisi Eşkenaz başhahamları, Tibet Budistlerinin Dalai Lama’ları, farmasonların Üstad-ı Azamları bulunuyor. Peki şu birbuçuk milyar kişilik büyük İslâm âleminin bir emîri, bir imamı, bir reisi var mıdır? Maalesef yoktur. İslâm dünyasında herkes kendi başına buyruktur. Bir sürü ayak, baş olmuştur. Her kafadan bir ses çıkmaktadır. Ortalık sürüyle din baronu, din derebeyi, din başı ile dolmuştur. Böyle siyasî, sosyal kültürel ve beşeri bir tablo içinde Müslümanların kurtulması, örnek bir islâmî uygulama sergilemesi elbette mümkün olamaz.

Bugünkü İslâm dünyasının bio-jenetik seviyesi düşüktür. Eski Müslümanlar, ellerine geçirdikleri en zeki insanları, en üstün ve kaliteli beyinleri istihdam etmesini biliyordu. Osmanlılar, parlak devirlerinde Alman, Macar, İtalyan, Fransız, İngiliz, Hırvat, Rus ve daha bir sürü kavimden devşirdikleri mühtedilerle iş görüyorlardı. Şu anda İslâm dünyasının en kaliteli beyinleri başta ABD olmak üzere batı ülkelerine gitmektedir. İslâm dünyasının büyük felaketinin ana sebebi beyinsizliktir.

Afganistan’da, Pakistan’da, diğer birçok İslâm ülkesinde bu kadar olumsuz ve kötü bir manzara varken, Batı dünyasındaki binlerce insanın din olarak İslâm’ı kabul etmesi gösteriyor ki, İslâm dünyasındaki kötülüklerin sebebi din değil, kötü Müslümanlardır.

Müslümanlar kurtulmak ve izzet bulmak istiyorlarsa bugünkü moloz, yetersiz, hâin, câhil, çapsız, ufuksuz, kapasitesiz liderlerinin, hocalarının, işgörenlerinin yerine vasıflı, güçlü, ahlâklı, faziletli, nurlu adamlar geçirmek mecburiyetindedir. Böyle elemanlar ve kadrolar yetiştirilmezse işler hep böyle bozuk gidecektir. 12 Haziran 1999