Kabahat Kimde?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Çarşamba
Müslümanların önünde büyük engeller var. Bu engellerin belli başlıları onların kendi yetersizlikleri, aczleri, cehâletleri, beceriksizlikleridir.
Egemen azınlığın kontrolundaki büyük medya zaman zaman Müslüman kesimle, kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor. Kabahat kötü medyada mıdır? Ne münasebet! Kabahat elbette ki, Müslümanların işlerini yürüten kimselerde ve kadrolardadır. Medya bir güç ve silahtır. İslâm ve Müslüman karşıtlarının güçlü medyası varsa, Müslümanların onlarınkinden daha güçlü bir medya kurmaları gerekmez mi? İşte bunu yapamıyorlar. Sonra da, “Masonlar bizi hırpalıyor, ateistler bizim hakkımızı yiyor, dinsizler bizi darbeliyor…” diye ağlayıp sızlıyor, şikâyet edip duruyorlar. Mason, ateist, dinsiz vazifesini yapıyor, kendi istikametinde yürüyor. Peki Müslümanlar ne yapıyor?
İslâmî gazete ve televizyonlar kurmak için son yirmi otuz yıl içinde dindar halktan, yurt dışındaki işçilerden şimdiye kadar milyarlarca dolarlık yardım toplandı. Bu paralarla bir türlü üstün ve güçlü bir medya kurulamadı.
Bazı baronlar kendileri için gazete çıkartıyor, televizyon işletiyor. Bir kere niyetleri yanlıştır. Gazete ve televizyon, bir şahsın şöhreti, riyaseti, itibarı, saltanatı için değil; din, hakikat, ülke, millet, devlet için çıkartılır.
Şu anda yayınlanmakta bulunan islâmî günlük gazetelerin yekûn tirajı bir milyon adettir. Lakin tesiri ve gücü çok azdır. Müslüman kesimdeki en yüksek tirajlı gazete suya sabuna dokunmaz. Köşe yazarları devamlı ve müz’iç bir sansür ve tarassut altındadır. Yazılarından dinsizleri kızdıracak, üzecek cümleler ve paragraflar çıkartılır.
Müslüman kesimin çıkardığı ikinci büyük gazete de böyledir. Başörtüsü konusunda, dinî gerçekleri ve Müslümanları destekleyen yayın yapmaz.
Böyle gazeteler günde iki milyon satsalar ne olacak?
Müslümanlara ciddî, tesirli, güvenilir gazete ve televizyonlar lazımdır. Müslümanların gerçekçi olması gerekir. Yirmi beş yıldan beri bazı İslâmcılar Amerika’ya çatıp dururlar. Bir yandan da ateist, din düşmanı solcularla can ciğer olurlar. ABD’de şu anda on milyonun üzerinde Müslüman var ve onların ne başörtüsüne, ne ibadetine, ne de inançları gibi yaşamak haklarına karışılıyor. Oradaki üniversitelerde hiç bir rahatsızlığa ve tâcize mâruz kalmayan binlerce başörtülü kız öğrenci var. ABD başkanı yemin ederken, artık Kur’an da okunuyor. ABD ordusundaki Müslüman personele, Şeriat’a uygun yemekler veriliyor. Amerika’da, başında başörtüsü olduğu halde üniforması ile hizmet gören Müslüman kadın polis bile var. Pentagon’da Ramazan’da iftar ziyafeti veriliyor, teravih namazı kılınıyor.
İşte bizdeki bazı aklı kıt İslâmcılar Amerika’ya çatıp duruyor, söğüp sayıyor ve Allahsız bolşeviklerle ve dinsizlerle sıkı dostluk ve işbirliği bağları kuruyorlar. Bu kafadaki adamlardan ne köy olur, ne kasaba.
Eski padişahlardan birinin türbesi… Bir pazar günü, ziyaretçi kaynıyor. Turistler, yerli halk… Türbenin girişi panayır yeri gibi. Şortlu adamlar, açık saçık kadınlar… Turistik eşya, kartlar, rehber kitaplar satılıyor… Padişahın sandukasının üzerinde kötü renkli, değersiz ve sanatsız bezden bir örtü var. Kavuğu güzel sarılmamış. Öteki kabirlerin üzerindeki sandukalar da böyle. İşporta işi seccadeler, havlular… Bir perişanlık ki, sormayın.
Eskiden padişah türbelerinde değerli sanat eşyası vardı. Pûşideler (örtüler) kıymetli kumaşlardandı. Rahleler, yazma Mushaflar, şamdanlar, hüsn-i hat levhaları bulunuyordu. Peki bunca eşya nereye gitti? Yoksa bunlar, sur dışında Yenikapı Mevlevihanesindeki vakıf deposuna kaldırılmışlardı da, yangında mı yandılar?
Maalesef camiler, müzeler, türbeler yıllardan beri soyulup duruyor. Taşınabilecek ne varsa aldılar götürdüler. Sökülebilecekleri de söküp söküyorlar. İngilizler, duvardaki kıymetli İznik çinilerini kırmadan sökmek için bir makina icat etmişler. Rüstem Paşa camiinde çini hırsızlığı yapılırken kullanılmış, kaçarken orada unutmuşlar, âletin Emniyette olduğu söyleniyor. Rüstem Paşa camii birkaç yıl önce restorasyona uğradı. Çiniden anlayan bir heyet mârifetiyle oradaki çinilerin ne kadarının eski ve otantik parça olduğu, ne kadarının da sonradan konulma sahte çini olduğu tesbit edilmeli, bir rapor hazırlatılmalı ve bastırılmalıdır.
Yenikapı Mevlevihanesi hırsızlar tarafından yakılmış, kundaklanmıştır. Hırsızlar içeride ne kadar kıymetli, tarihî, müzelik eşya varsa götürdüler, sonra da binayı yaktılar. Biri veya birileri çıksa da bu konuda araştırma yapsa, sonra elde edilen bilgileri bir kitap şeklinde yayınlasa.
Bundan yirmi küsur yıl önce eskicilik, antikacılık yapan biri bana kadim devirlere ait mermer bir heykel fotoğrafı göstermiş, “Almak isterseniz, yurt dışında istediğiniz adrese teslim edilmek şartıyla anlaşabiliriz” demişti.
Camilerdeki, türbelerdeki, vakıf malı eski kıymetli halı ve kilimlerin hemen hepsi yok edildi. Yerlerine berbat berbat makina dokuması yaygılar serildi. Câhil cemaat memnun, halı mafyası ve eşkıyası memnun. Müslümanlar, tarihî camideki yüz milyar liralık el dokuması halı ve kilimleri verip, bunların yerine bir milyar liralık makina dokuması paçavra alıyor ve “Allah sebep olanlardan razı olsun, camimiz ne temiz ve güzel oldu” diye de teşekkür ve dua ediyorlar.
Peki, onbinlerce eski camideki vakfedilmiş halı ve kilimlere sahip çıkmaları gereken Vakıflar idaresi ve Diyanet ne yaptılar? Niçin bu kıymetli eserleri koruyamadılar?
Geçenlerde eskiden hüsn-i hat levhalarıyla dolu olan bir camiye gittim. Bir tek levha kalmamıştı. İmamı ve müezzini de göremedim. Bunca levha ne oldu acaba?
Emirgân camii, bir hat müzesi gibiydi. Oradaki levhalar da, yüzde doksan götürüldü. Bunlar millete ait bir kültür ve sanat mirasıydı. Çalanlara, sahip çıkmayanlara, alanlara, satanlara, gasbedenlere, zimmetine geçirenlere lanet olsun! Bu laneti ben yapmıyorum, vakfiyelerde yazılıdır. 03 Haziran 1999