Pazar

 

Birkaç inatçı, Mevlevî ayinlerinde, kadın ve erkeklerin birlikte sema etmesini istiyorlar. Neymiş, kadın-erkek eşitliği varmış.
Kadın erkek eşitliği, o inatçıların anladığı mânâda değildir. Onlar mutlak bir eşitlik istiyorlar, bu mümkün değildir.

– Kadın-erkek eşittir, o halde kadınlarla, erkekler hamamlarda birlikte yıkansınlar diyebilir misiniz?

– Eşitlik adına kadın ve erkek helaları ayrımını kaldırabilir misiniz?

Kadınlar ve erkekler hukuk açısından, adalet önünde, temel insan hak ve haysiyetlerine sahip olmak bakımından, fırsat eşitliği bakımından elbette eşittir. Ancak, eşitlik olmayan konular ve sahalar da vardır. Mesela:

1. Atletizm yarışmalarında, olimpiyat oyunlarında kadınlar ve erkekler birlikte yarışmazlar.

2. Futbol takımlarında kadın-erkek karışımı yoktur.

3. Siz istediğiniz kadar eşittirler deyiniz, devletlerin ordularının yarısı kadın, yarısı erkek değildir.

Kadınlarla erkekler aşçıbaşılık konusunda bile eşit değildirler. Yemek pişirmek kadın işiymiş. Ya öyle mi? Peki öyleyse yüz büyük otelin ve lüks lokantanın şeflerinin 99’u niçin erkek?

Bundan yedi yüz sene kadar önce Mevlevîlik tarikatı kurulmuş, semanın nasıl yapılacağı tesbit edilmiş. Kurucular, bunu erkeklerin yapmasını uygun görmüşler. Şimdi aradan bunca asır geçtikten sonra birtakım akl-ı evveller çıkıyor, “Sema kadın-erkek karışık olacaktır” diye diretiyorlar. Gerekçeleri ne? Canları öyle istiyormuş. Ne hafif akıllı insanlar bunlar.

Masonlar kadın-erkek eşitliği derler ama, localara kadınları almazlar, birlikte Mason ayini yapmazlar.

Mevlevîlik bir İslâm tarikatıdır. Bu tarikatın pîri Mevlânâ Celâleddin Rumî’dir. Bu zat zülcenaheyndir, yani iki kanatlıdır. Kanadın biri Şeriattır, biri tarikat. Şeriat esastır; tarikatın mutlaka Şeriat hükümlerine ve kurallarına uygun olması gerekir.

Hazret-i Mevlânâ beş vakit namaz kılmış, ayrıca geceleri sabahlara kadar, nafile teheccüd namazı kılmış, günlerinin çoğunu oruçlu geçirmiş, yemek yediğinde dokuz lokmadan fazla yememiş, evliyaullahın büyüklerinden bir zattır. Bu zat elbette kadın-erkek karışık semaya asla cevaz ve izin vermezdi.

Kadın-erkek semazenleri karıştırarak sözde Mevlevî ayini yaptırtanlar gerçek Mevlevî değildir; ehl-i sünnet ve cemaat mezhebinden de değildir. Bu işi, “Demci Dede” denilen Rafizî bir zat çıkartmıştır. Birkaç yıl önce bu zatın müridlerinden biri, bir yayın organına verdiği beyanatta “Dedemiz arada bir rakı içer, dem çeker…” cümlesini sarf etmiştir. O zaman Murat Bardakçı Bey ve bendeniz bu konuda yazılar kaleme almıştık.

Medenî, vasıflı, olgun, seviyeli, ciddi aydınlar laubaliliklerden uzak dururlar. Söz ve yetki sahibi olmadıkları konularda, kafalarından yeni kurallar çıkartmazlar.

Halkımız, bilhassa dindar kesim, kadın-erkek karışık yapılan sema gösterilerinden son derece rahatsız ve tedirgin olmaktadır. Toplumumuz şifahî bir toplum olduğu için gereken tepki gösterilmese de, vicdanlar acı çekmektedir.

Hazret-i Mevlânâ bu ülkenin manevî büyüklerinden, velînimetlerindendir. Onun ruhaniyetini üzmemek gerekir. Pozitivist, rasyonalist kafalar anlamazlar ama, Evliyaullah’ı üzecek hareketlerin yapıldığı bir ülkenin, bir toplumun başına çok belalar, afetler, musibetler, gazablar iner.

Akılsızlar “Bizler yapıyoruz da ne oldu?” diyebilirler. Onların gözleri perdelenmiş, kulakları tıkanmış, kalpleri mühürlenmiştir. Ne mi oldu? Şu memleketin haline bakınız:

  • Ülkede bet bereket kalmadı.
  • Bizim gibi bir doğu ve Asya ülkesi olan Japonya ilimde, teknikte, kalkınmada en önde koşarken, biz en gerilerde nal toplamaktayız.
  • Belasız, musibetsiz günümüz yok. Lakin afyonlanmışlar, sarhoşlar, kendilerini kaybetmişler, bunun farkında değiller.

    Sadece Hazret-i Mevlânâ bile, -onun aydınlık ve doğru yolundan gidebilsek- rehber olarak bu ülkeyi, bu halkı selamet sahiline çıkarmaya yeter de artar. Biz onun izinden gideceğimize, kalkmışız Mevlevîliği dejenere edecek hafiflikler yapıyoruz.

    Yakın tarihimizde birtakım bozuk adamlar, Mevlevî postuna büründüler ve yüce İslâm dinine uymayan işler sergilemeye başladılar. Yakın tarihte iki dinli, iki kimlikli bazı Sabataycılar, İslâm tarikatlarına da girdiler, bu konuda fazla konuşmak istemiyorum, Müslümanların aklında bulunsun…

    Mevlevî tarikatının sekiz ana kuralı vardır. Ben Mevlevî’yim demekle, kişi Mevlevî dervişi, Mevlânâ’nın müridi olamaz, belki muhib olur.

  1. Mevlevîliğin birinci şartı, devamlı şekilde taharetli, yani abdestli bulunmaktır.
  2. Mevlevî, beş vakit namaz kılar.
  3. Mevlevî, Şeriatın diğer farz, vacib, sünnet, nafile, müstehab ibadetlerini yerine getirir.
  4. Mevlevî itikadda Kitabullah’a, Resulullah’ın sünnetine, Ashab-ı Kiram’ın ve Ehl-i Beyt’in temiz inançlarına sımsıkı bağlıdır.
  5. Mevlevî zâhiddir, yani dünyaya sırt çevirmiştir. Maddî ve dünyevî ihtiyaçlarını asgariye indirmiştir.
  6. Mevlevî, bırakınız mütecâhiren ve mütecâsiren günah işlemek; mübah ve helal olan şeylerin bile gerekenden fazlasını terk eden kimsedir.
  7. Mevlevî, ahlâk ve faziletin, edeb ve görgünün mücessem bir timsalidir.
  8. Mevlevî, gerçek ve doğru bir medeniyetin örnek insanıdır.

    Zamanımızda bazı Mevlevî geçinenler nerede, Mevlevîlik nerede?

    Müslüman kardeşlerime hitap ediyorum: Hangi tarikata ve meşrebe mensup olursak olalım, Hazret-i Mevlânâ’yı sevmeliyiz, ona hürmet etmeliyiz, onun nasihatlerini tutmalıyız. Eskiden, zevk itibarıyla birbiriyle bağdaşmaz sanılan Mevlevîlikten ve Nakşîlikten icazet ve hilafet almış büyük şeyhler, mürşid-i kamiller görülmüştür. Zaten bütün tarikatlar esasta birdir, “Tarikat-ı Muhammediye”dir.

    İslâm dini, İslâm tarikatları, İslâm şeriatı kadına büyük değer verdiği için, onları birtakım çirkinliklerden, pisliklerden, şehvanî azgınlıklardan korumak için kurallar koymuştur. Doğru olan, hak olan, güzel olan, isabetli olan kurallar bunlardır. 17 Mayıs 2004