René Guénon «Kemmiyetin Saltanatı ve Âhirzaman Alâmetleri» adlı önemli eserinde çağımızın bir madde ve sayısal değerler asrı olduğuna dikkat çekiyor. Halbuki sağlıklı bir düzende öncelikle keyfiyete, kaliteye değer verilmesi gerekir. Bugünkü Batı medeniyeti materyalist, makyavelist, hedonist bir dünya görüşüne sahiptir. Yazık ki İslâm Dünyası da Batılı Hıristiyanların, Yahudilerin, ateistlerin bu çıkmaz sokağına girmişler, ilâhî mesaja ve fıtrata ters düşen ilkelerini benimsemişlerdir.

Kemmiyetin saltanatına rağmen Batı keyfiyet meselesine de eğilmekte, bir miktar kaliteli seçkin unsurlar yetiştirebilmektedir. İslâm Dünyasındaysa böyle bir elit tabaka yoktur. İstısnâî seçkin kişiler vardır. Sayıları yeterli değildir.

Dâvâmıza hizmet edecek insanları rastgele topluyoruz. Bizde henüz «kelle avcılığı» kavramı yer etmemiştir. Şu kadar balık tuttuk diyoruz ama bunlar hamsi mi istavrit mi yoksa palamut yahut kılıç balığı mı cinsini söylemiyoruz. Genelde hep küçük balıklardır tuttuklarımız.

Amerikalı bir düşünürün geleceğe ait bir endişesini okumuştum. «Üniversitelerimizde (orada 2500 üniversite vardır) gittikçe daha fazla sayıda zenci ve hispanik kökenli kadrolar ve aydınlar yetişiyor. Bunlar kuzey ırkları kadar kaliteli değildirler, ileride Amerikan üstünlüğüne ve etkinliğine zarar verebilirler», diyordu.

Nesli bozuk bir ineğe ne kadar iyi baksanız günde ancak bir-iki litre süt alabilirsiniz. Cins ve üstün vasıflı bir Danimarka veya Hollanda ineğinden ise yirmi litre süt üretebilirsiniz. Eğer gaye fazla süt istihsal etmekse, yatırımınızı cins ineklere, cins buzağılara yapmak zorundasınız. Aksi takdirde ticâretiniz, işleriniz yürümez ve iflâs edersiniz.

Bir takım adamlar yetiştirip onlarla kadrolar kurup hizmet üretmek için üstün kabiliyetli, kaliteli, cins gençler aramalı, bulmalı ve onlara yatırım yapmalıyız.

Her şey sadece terbiye ve eğitimle halledilemez. Irkla, irsle, jenetik biyoloji faktöriyle alakalı ön şartlar da vardır. Sütçü beygirinin tayına ne kadar emek verirseni veriniz ondana bir yarış atı çıkaramazsınız.

Atletler, kurmaylar, büyük sanatkarlar, büyük dâhiler, şampiyon sanatçılar ratsgele yetişmezler. Bir ön seçim eleme yapmak gerekir. Bir koşu müsabakasında yarışanlar starttan aynı anda fırlar, sonra içerinden birisi birinci olur. Diğerleri çeşitli dereceler alırlar hatta bazıları da müsabakayı bitiremez diskalifiye olurlar. Fırsat eşitliği fazla bir şey ifade etmez.

Sözü uzatmak istemiyorum. Ne demek istediğim herhalde anlaşılmıştır. Şayet başarılı olmak istiyorsak yetiştireceğimiz kadroları kaliteli kimseler arasından seçmeliyiz. «Yurtlarımızda şu kadar genç barındırıyoruz. Şu kadar yüz yahut şu kadar bin gence burs veriyoruz. Yurt sathında şu kadar miktarda taraftarımız vardır.” gibi sayısal övünmelerin, istatistikî rakamların o kadar değeri yoktur. Hattâ bunlar aldanmamıza sebebiyet verebilir Keşke daha az sayıda fakat daha kaliteli elemanlar yetiştırebilsek.

Kaliteli adamlar yetiştirmek, onlardan müteşekkil kaliteli ve üstün kadrolar kurmak için plânlı programlı çalışmlarıımız var mıdır? Üniversiteye giden inançlı gençlere ayda yüz-yüz elli bin liralık sefil burslar vermekle adam yetiştirebileceğimizi sanıyorsak ancak kendimizi aldatmış oluruz. Düzenin maarifi ve üniversitesi iflâs etmiştir. Oralarda talebe okutmakla iş bitmez. Gençlerimize «paralel bir eğitim» verebılmeliyiz. Hem de çağ seviyesinde, güçlü ülkeler seviyesinde. Harvard mezunu bir dinsize karşı sadece imanla savaşamaz bizim gençlerimiz.

Adana da birkaç yüz milyar liraya mâl olacak bir câmi ve külliye yapıyor Müslümanlar. Peki mihrabına, minberine, kürsüsüne kimi geçirip çıkartacaklar acaba? Ben olsam, her biri için bir milyar lira harcayarak çok üstün, çok güçlü birkaç İslâm görevlisi yetiştirmeğe şimdiden başlardım.

*

RAHATÎ BEYE AÇIK MEKTUP

Mirim efendim.

Duyduğuma göre siyasetinizin esasını birtakım fecereyi üzmemek, ürkütmemek teşkil ediyormuş. Sık sık şöyle diyormuşsunuz:

  • Aman Toplumbaş hazretlerini gücendirmeyelim…
  • Aman Başkadınefendi hazretleri rencide olmasınlar…
  • Aman falan bakan kırılmasın…
  • Aman Mahdum-ı Şehriyârî sinirlenmesin…

Aman Uşeka-yı Zaman rahatsız olmasın…

Aman Haramıyan-ı Kiram öfkelenmesinler…

  • Aman Eşkıya-yı Devran darılmasınlar…
  • Aman… aman… aman…

Hassasiyetinizi anladık ama sizin bu ihtiyatkârlığınız Hak celle ve azze hazretlerinin rızâ-yı şeriflerine muvafık mı değil mi diye düşünüyor musunuz hiç? Ruhaniyet-i Peygamberi (s.a.) acaba şu siyasetinizden hoşnut mudur”? Ervah-ı evliyaullah şu halinizden memnun mudurlar?

Azizim, siyâsetinizi gözden geçirseniz hiç de fena olmayacak. Baki saygılar…

BİLGİSAYAR SEVDASI

Yüksek tirajlı gazetede ilân şöyleydi: «Telefonsuz yaşayamıyorsanız arabanıza f ilan marka telsiz telefonu taktırınız. » Şu telefon hastalığı da toplumumuzu iyice sardı. Sadece telefon mu? Bilgisayar, faks ve daha bir sürü cihaz . Geçen gün biri ile telefonda konuşurken, «Ağabey, faksınız varsa numarasını verin istettiğiniz evrakı hemen fakslayayım.» demişti. Faksım olmadığını söylediğimde öyle derinden bir «yaaaa!” çekmişti ki. . Acıma, istihfaf, hayret dolu bir yaaa idi bu.

Koca koca iktidar adamlar, bir iki yıl önce bütün okullara bilgisayar koyma kampanyası açtılar. Bilgisayar sihirli değnek. Koy okula bilgisayarı, eğitim yürüsün, yavrular bilgilensin. Ne ham hayal… Sen maarifin içine tükür, sonra bilgisayarla düzelteceğini zannet. Zekâ özürlüler…

Bilgisayarı olmayan câhil ve ahmak bir adama bilgisayar verirseniz netice itibarı ile bilgisayarlı bir ahmak ve câhil adam elde etmiş olursunuz.

Bilgisayar işe yaramaz demek istemiyorum. Ama…

Okuma yazma bilmeyen câhil ve saf bir kişi okuma bilen bir kimseden gözlüğünü istemiş kendi gözüne takmış. Eline bir kitap almış. Bir müddet evirip çevirip bakmış ve sonra hayretle bağırmış:

Allah Allah!. . Gözlük taktım yine okuyamıyorum.

Esas olan insan unsurudur. Bilgisayarlar, bilgili ve yararlı insanların elinde iş görür, faydalı olurlar. Gerisi hevestir, maymun iştahlılıktır, modadır. Japonya ve diğer akıllı ülkeler bilgisayar satarak köşeyi döndüler. Biz ise bilgisayar, faks, telsiz-telefon çağına züccaciye dükkânına giren bir fil gibi dühûl ettik. Sonradan görmüşlerimiz yakında mutfaklarına, helâlarına da bu sihirli cihazlardan yerleştirirlerse hiç şaşmam.

Önce insanımızı bilgili yetiştirelim, sonra bilgili cihazlardan medet umalım.

ÖZTÜRKÇECİLERE

Ben devlet eliyle, ideolojik maksatlarla lisana müdahale edilmesine karşıyım. Son elli-altmış yıl zarfında dilde sadeleşme derken o güzelim Türkçemiz sade suya tiride döndü. Arı dil diyorsunuz. Affedersiniz, bu arı balarısı mıdır, yoksa eşek ansı mı? Sayenizde halkımız günlük konuşmalarını yüz kelimelik bir telgraf diliyle yapar hale düştü. Düşünceler, duygular artık kelimelerden çok böğürtüler, homurtularla ifade ediyor. Sığır dili gibi bir şey… Neyse sözü fazla uzatmayayım ve sadede geleyim. Bugün arı yahut yozdilcilere bazı yeni sözcükler teklif ediyorum. Bakalım beğenecek misiniz?

(Cumhurbaşkanı: Toplumbaş), (First Lady: Başavrat),

(Mahdum-i şehriyârî: Başbızdık), (Silâh: Geberteç).

(Lokanta Tıkıngaç), (Çorba: Zırtlaç), (Meclis: Toplangaç). (Ekmek: Yoksulpastası), (İmambayıldı: İçigeçmişdinselkişi) ve (Bardak: Lıkırgaç).

21.10.1991