Adamın biri satranç hastasıymış, aklı fikri bu oyundaymış, ömrü boyunca satranç oynamış, satrançtan bahsetmiş, velhasıl

fenâ fi’l-satranç

imiş. Bir hayat böyle geçmiş, nihayet yaşlanmış, hastalanmış ve bir gün ölüm döşeğine düşmüş. Yakınları, son demlerinde ona

Kelime-i Şehâdeti telkin

ediyorlarmış. O, son bir çırpınışla doğrulmak istemiş, boğazından

“Şah mat!”

cümlesi çıkmış ve vefat etmiş.

Son kurban bayramında

bazı ilerici, çağdaş, laik, İslâm-sevmez, Müslümanlardan hoşlanmaz medyacılarımız

da bu adam gibidir. Memleket büyük bir kriz içinde; siyaset bitmiş, iktisat ve maliye çökmüş; temellerine kadar sarsılmadık müessese kalmamış;

yirmi milyon işsiz peydahlanmış

; fabrikalar, atölyeler, dükkanlar, iş yerleri kapanıyor ve bizimkiler

“Yol kenarında kurban kesilir mi? Avrupa bizi bu şekilde kurban kestiğimiz halde bünyesine alır mı?”

diye yaygara kopartıyorlar.

Bu adamlar gerçekten gazetelerde yazdıklarına, televizyonlarda söylediklerine inanıyorlar mı? Kurbanların yol, cadde, otoyol kenarlarında kesilmesi, işkembe ve bağırsaklarının sağa sola atılması elbette güzel bir manzara değildir. Lakin bundan dindar halk mı sorumludur, yoksa devlet ve belediyeler mi? Önceden yer hazırlansa, halk eğitilse böyle mi olur?

Avrupa’ya alınmamak için kala kala şu kurban işi kalsa… Bu halledilmeyecek bir problem midir?

Selanik Dönmesi

büyük bir gazete patronu, başka bir tâbirle medya babası bir bankanın dibini deliyor, içini boşaltıyor, bir buçuk milyar dolar zarar oluyor, bunu devlet ödüyor. Kendi gözlerindeki merteği görmüyorlar da, Müslümanların gözlerindeki çöpleri görüyorlar.

Ülke, halk, devlet çok kötü durumda; korkunç bir kokuşma tufanı içindeyiz. Paramız bitmiş, dış ve iç borçlar gırtlağa kadar; birkaç bin rantçı, repocu, tefeci ülkeyi soyup soğana çeviriyor ve bizim hayvansever çağdaşlar ve laikler ter ter tepinerek “Böyle de kurban kesilmez ki…” diye feryad ü figan kopartıyorlar.

Böyle kurban kesilmez de ülke, devlet, millet böyle soyulur mu?

Kurban kesiminde aksaklıklar oluyorsa, bunu manşetlerden vermeye lüzum var mı? Helikopter kiralayıp gökten resim çekmeye lüzum var mı? İç sayfalarda yazarsın, tenkit edersin, düzelmesi için çare ve çözüm üretirsin…

MİT’çi Mehmet Eymür

Amerika’dan internet yayını yapıyor.

MİT raporlarını yayınlıyor.

Korkunç iddialar, ithamlar, ifşalar var bu yayınlarda. Bilgisayarımın başında bunları okurken aklım başımdan gitti.

Koca koca politikacılar, bürokratlar, devlet ve hükümet adamları, ünlü iş adamları, yüksek rütbeli polisler, valiler ve daha neler neler.

Kurban kanlı oluyor diye bağıranlar bu yayınları görmüyorlar mı?

Kurban kesimindeki aksaklıklar her şeyden önce İslâm tarafından hoş görülmez. Bundan elli altmış sene önce biz âilece, kurban etinin kemiklerini çöpe atmaz, toprağa gömerdik. Vatandaş eğitilse, imkân sahibi olsa bağırsakları, işkembeleri sokağa atar mı?

Yaygaracılar gecekondu, varoş kültürü ne demektir bilmiyorlar mı? Bu memleketi bugünkü hale halk mı getirdi yoksa aydınlar, seçkinler, idareciler, çobanlar mı?

Politik sebeplerle hapishaneleri boşalttılar da ne oldu? Dışarıya çıkanların dörtte biri iki ayda geri döndü. Sirkeci ile Topkapı arasında işleyen tramvay’da sık sık

“Sayın yolcular cüzdanlarınıza, paranıza sahip olunuz”

diye anons yapılıyor. Bunun aybı halka mı aittir, idarecilere mi?

Balık baştan kokarmış. Bu memleketi, bu devleti, bu milleti bugünkü perişan hale hep kötü idareciler, kötü aydınlar getirmiştir. Halkı onlar bozdu.

Liseli kızlara mini etek giydirenler onlar.

Büluğ çağında,

kuvve-i şeheviyesi galeyan halinde olan zavallı çocukları bu kıyafete niçin sokuyorlar?

Türkiye yetmiş beş yıldan beri bir tek Nobel alamadı.

Bunun suçu, vebáli, sorumluluğu halka mı aittir, aydınlara ve idarecilere mi?

Kurban kesmek vahşetmiş… Öyle mi?

Peki her gün mezbahalarda kesilen yüz binlerce hayvan için niçin bağırıp çağırmıyorsunuz?

Şu bizim büyük basının haline bakınız. Basın değil, hasım sanki. Boyalı bulvar gazeteleri. Sansasyon, çocuğun köpek ısırması haberleri, yalan, dolan, balon. En büyük tehlike ve tehdit irticaymış.

Beş bin gazeteciyi, televizyoncuyu sokağa attılar, daha da çıkartıyorlar. Neden? Çünkü birtakım şâibeli gelirlerin muslukları kapandı.

Bir aydın; solcu, ateist, materyalist, agnostik, inançsız da olsa, eğer kendisinde zerre kadar vicdan ve adalet duygusu varsa başörtülü oldukları için üniversitelere alınmayan kızları müdafaa etmesi gerekir. Bizim çağdaş, laik, ateist aydınlardan kaç tanesi bu mertliği, bu mürüvveti, bu insanlığı sergileyebildi?

Niçin

“Sizin inanç, düşünce ve görüşlerinizi paylaşmıyoruz ama hürriyetlerinizi korumak için çalışacağız”

diyemiyorlar?

Bundan beş altı yıl önce

Fransa’da türban meselesi patlak verdiği zaman Le Monde gazetesi iç sayfalarından birini bu konuya ayırmıştı.

O sayfada her gün imzalı iki yazı yayınlanıyordu.

Biri türban lehinde, biri aleyhinde.

Bizim basınımız, televizyonlarımız niçin böyle yapamıyor?

Ben Müslüman bir yazar olarak, kendi câmiamdaki bozukluklar ve aksaklıklar konusunda özeleştiri yapıyorum; sık sık din baronlarını, din sömürücülerini tenkit ediyorum. Çağdaşlar, laikler, ilericiler, resmî ideoloji bağlıları niçin böyle yapamıyor? Onların hiç kabahati yok, bütün suç ve sorumluluk karşı tarafta. Ne kadar ilkel ve ahmakça bir zihniyettir bu.

Voltaire dinsiz bir filozoftu.

İsviçre hududuna yakın

(icabında kaçabilmek için)

Ferney

‘deki arazisinde bir kilise vardı. Kendisi inanmıyordu ama yanında çalışanların, adamlarının ihtiyacını düşünmüştü.

Bizim Voltaire’cilerde bu kadar basiret yok.

Musevi fabrikatör

Vitali Hakko

, Merter’de yaptıracağı

fabrika binasının projesinde bir mescide yer verdirmiş, fakat o zamanın solcu, ilerici, çağdaş, laik, kemalist belediyesi bunu istememiş,

mescidi projeden çıkartın

demiş…

Bu kafa, bu zihniyet bizi daha çok batırır. 12 Mart 2001