Kahramansız Toplum
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 18 Şubat 2019
Pazar
Kahramanlarini yetiştiremeyen toplumlar batmaya, sürünmeye mahkûmdur. Bir ülkenin büyüklüğü yüzölçümü, yahut nüfusunun çokluğu ile değil, seçkinlerinin beyinleri iledir. Beyin yetiştiremeyen ülke çoraktır.
Finlandiya 20’nci asırda bir Sibelius, bir de Alto yetiştirdiği için “Büyük bir küçük ülkedir.”
Büyük hırsızlar, büyük dolandırıcılar, büyük sahtekârlar yetiştiren bir toplum büyük belâlara, büyük yıkımlara, büyük çöküşlere hazır olsun. Her sahada kahramanlar yetişir. Mandela bir kahramandır, Rahibe Tereza bir kahramandır.
Büyük hırsızlara, büyük dolandırıcılara, büyük üçkağıtçılara Nobel verilseydi, bazı ülkeler her yıl çuvalla Nobel kazanırdı. Bir eğitim sistemi düşününüz ki, okuma yazma öğreterek genç nesilleri okur-yazar cahiller haline getiriyor; ondan ne hayır gelir?
Karanlık çağlarda Katolik kilisesi, inançlarından dolayı insanları ateşte yaktırarak idam ettiriyordu. Bugünün karanlık beyinleri de vatandaşları inançlarından, dindarlıklarından, dinî hükümleri hayatlarına tatbik etmelerinden dolayı cezalandırıyor.
Böcek kadar beyni olmayanlar bir ülkenin idaresinde söz sahibi olursa vay o ülkenin haline.
Eşkıyalığın da kuralları, raconu, etiği varmış eski zamanlarda. Ondokuzuncu asırda ülkemizde bulunan bazı eşkıya, zenginden aldığının bir kısmını fakirlere verirmiş. 1800’lerin son çeyreğinde Gebze ile Şile arasında icra-i şekavet eyleyen Balçıklı Edhem, evli bir kadınla ilişki kurduğu için çetesinde bulunan çok sevdiği yeğenini idam ettirmiştir. Bugünün nice namuslusunda o eşkıyadaki ahlâk anlayışı yoktur.
Medeniyet, çağdaşlık, aydınlık adına ortaya çıkacak ve bu kavramların ardında kısa zamanda muazzam bir kara servet sahibi olacak. Bu adam devlet adamı mıdır, yoksa bir şaki midir?
Bir gram sanat, bir ton politika dedikodusundan ve tantanasından bin kere daha hayırlıdır.
Zulümlerin en iğrenci, en şenii, en alçakçası kanunların gölgesinde yapılandır.
Eşkıyalığın en vahimi ve rezilcesi din ve mukaddesatı âlet ederek yapılan eşkıyalıktır.
Kâfirlerin yalancı cennetleri, yalancı cehennemleri vardır. Sadık bendelerini yalancı cennetlerde zevk ü sefa içinde yaşatırlar, kendilerine kafa tutanları da yalancı cehennemlerde terbiye ederler.
Bozuk düzenin rantlarıyla semirenler, küfrün önlerine attığı kemikleri kemirenler sâlih mü’minler midir, yoksa katmerli münafıklar mıdır? Behey nâbekâr, madem ki, para kazanmak için kuduz bir hırsa sahipsin, bari din ve mukaddesatı âlet ederek yapma bu işi. Kadın satarak servet sahibi olsan, bu derece günah işlemiş olmazsın.
Dâvâ, cihad, İslâm diyerek işe başladığı zaman malı ve serveti pek azdı. Bir iki küçük tapu, az miktarda para, küçük bir ticaret. Peki bu kadar kısa zamanda bu adam Türkiye’nin sayılı zenginleri listesine nasıl girdi?
Dünyanın on beş en zengin adamından onu Müslümanmış. Bu servet sahipleri, paralarıyla akıllıca din hizmetleri yapmış, Ümmet-i Muhammed’in kurtulması ve yücelmesi için çalışmış olsalardı İslâm dünyası bugünkü durumda olur muydu?
Lükse, konfora, gösterişe, aşırı tüketime yönelik Müslüman erkekler ve kadınlar büyük fitnelere yol açıyorlar. Hayber kalesinin kapısını cüceler açamaz. Bir Ali gerek öyle zorlu kapıları açmak için.
Aşkta kazanan kumarda kaybedermiş. Bizim delikanlı hem aşkta, hem kumarda, hem riyasette, hem ünde kazanmak istiyor. Bunca tûl-i emelin hepsi birden gerçekleşir mi?
Kötülüklerin iyilikle dengelenmesi gerekir. Büyük hırsızlar, büyük namussuzlar, büyük eşkıya yetiştiren bir ülke; büyük namuslular, büyük doğrular, büyük hayırlı kimseler yetiştiremezse tepetaklak olur.
Haçlı seferleri başladığında İslâm dünyası, bilhassa Ortadoğu fitne, fesat, tefrika, tezebzüb, nifak, şikak, post kavgaları içindeydi. Nihayet bir Selahaddin Eyyubî çıktı, İslâm ülkelerini birleştirdi, Kudüs-i şerifi Haçlıların elinden aldı. Selahaddin kimdi? Onun bin türlü üstünlüğü, fazileti vardı. Bir tekini zikredeyim: Vefat ettiğinde geriye bıraktığı mirası cenaze masraflarını karşılamadı da yakınları ve dostları para koyarak cenazesini kaldırdılar. İslâm dünyası bu devirde de bin türlü zaaf ve perişanlık içinde çırpınıyor. Bu devrin Selahaddin’i gelmeden kurtuluş olmaz.
Namazı kılmayan ve şehvetine uyan bir İslâm toplumu kendine yazık etmiştir. Zekat vermeyen, yahut zekatı yerine değil de, başka yere veren bir İslâm toplumu belâ ve azaba hazır olsun. Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmayan bir İslâm toplumu kurtulmaktan ümidini kessin. Büyük ve küçük cihadı terk edenler zillete, esarete, hakarete kendileri tâlip olmuşlardır.
Sünnetlerden yüz çeviren sahte sofular Peygamber bereketinden ve feyzinden mahrum kalırlar. Cemaat rahmet, tefrika azaptır. Hadîste “Zamanındaki imam-ı kebire biat etmeden ölen kimse sanki cahiliyet ölümü ile ölmüştür” buyuruluyor. İmam var mı, biat var mı bu devirde?
Hakikî âlim, şeyh, mürşid Peygamberin halifesi ve vekilidir. Böyle mübarek bir zat bulan ona biat, intisap ve itaat etsin. Ancak dikkatli olunuz, şeyh ve mürşid diye bir holding müdürüne biat etmeyiniz. Nice çok merak edilen dünya dedikodusu vardır ki, bir ikindi namazının gayr-i müekked sünneti kadar kıymeti ve hükmü yoktur.
Lüks ve pahalı otomobiliyle, servet ü samanıyla öğünen, gururlanan, kibirlenen, kuduran şu zavallının bir solucan kadar aklı ve iz’anı yok. 06 Ağustos 2001