Cumartesi

 

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, 1950’lerde dünyada müsbet veya menfi büyük adamlar vardı. Büyük adam olmak için ille de iyi olmak gerekmez; kötünün de büyüğü vardır.

Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, İspanya’da Franco, İngiltere’de Churchill, Fransa’da Mareşal Petain ve General De Gaulle, Rusya’da Stalin, Çin’de Çan Kay Şek ve Mao, Türkiye’de İsmet Paşa, Amerika Birleşik Devletleri’nde Roosevelt… Bunlar, iyi işler yapmış, kötü işler yapmış olsunlar sıradışı kişilerdi, tarihe damgalarını vurmuşlardı.

Sonra böyle adamların nesilleri kurudu, yerlerini sıradan insanlar almaya başladı. Batı dünyasının sağlıklı ve dengeli ülkeleri, gerçek demokrasiler, ileri ve medenî toplumlar devlet, hükümet, idare işlerini yürütebilecek başarılı, becerikli, bilgili, vasıflı, tecrübeli kadrolar kurabildiler; dünya ve tarih çapında büyük adamlara sahip olmasalar bile kaliteli siyasetçiler ve idarecilerle işlerini yürüttüler.

Türkiye, sıradan da olsa güçlü, vasıflı, üstün insanlar yetiştiremedi, bunlardan müteşekkil kadrolar kuramadı. Bizde siyasetçi, idareci, devlet adamı, büyük bürokrat seviyesi düştükçe düştü. Sonunda memleket idaresi iyice bozuldu. Politika, iktisat, kültür, eğitim, üniversite, finans son derece kirlendi, yetersizleşti. Nihayet ülkemiz, bin yıllık varlık ve tarihinin en vahim, en korkunç krizine sürüklendi.

Devlet ve iktidar adamlarının, siyasetçilerin, ülkeyi temsil eden milletvekillerinin en fazla dikkat etmeleri gereken konulardan biri millî paranın haysiyetini ve değerini korumaktır. Türkiye bu sahada çok kötü bir imtihan verdi. Türk parası, Cumhuriyet’in başında bir Amerikan dolarından daha değerli iken, aradan yetmiş küsur yıl geçtikten sonra onun bir milyon yediyüz bin kere altına düştü. Paramız o hale geldi ki, Londra’da her yıl yeni bir baskısı yayınlanan rekorlar kitabına geçti.

Çöken sadece para olmadı. Ülke, taşınması mümkün olmayan bir borç yükü altına sokuldu; bugünkü tarihle tam ikiyüz onbeş milyar dolar borca battı. Tarım ve hayvancılık çöktü, daha doğrusu çökertildi. Bir ara gelişmeye ve ihracat yapmaya başlamış olan sanayiimiz darbelendi.

Bir ülkeyi, bir halkı, bir devleti yücelten müesseselerin başında eğitim sistemi gelir. Bizde mektepler ve üniversiteler çökertildi.

İnsanı insan yapan lisandır. Lisan da ikiye ayrılır: Biri birkaç yüz kelimelik günlük konuşma ve iletişim dili; ötekisi konuşulmayan, sadece yazılan ve okunan edebî lisan.Türkiyelileri zillete düşürmek, esaret zincirleri ile bağlamak, ülkemizi sömürge haline getirmek isteyen güçler bizim güzel ve zengin Türkçemizi bitirdiler. Sade, arı, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden temizlenmiş fakir Türkçe ile ne medeniyet, ne kültür, ne edebiyat, ne de sanat olurdu. Anadilini yitiren bir toplum çökmeye, dejenere olmaya mahkûmdur. Biz böyle bir suikasta uğradık.

Lisan ve edebiyat gibi mimarlık ve şehircilik de toplumların medeniyet seviyesinin aynasıdır. Bizde mimarlık ve şehircilik de büyük darbelere mâruz kaldı. Bu topraklarda bizden önce yaşamış olan Selçuklu, Beylikler, Osmanlı atalarımızın büyük bir mimarlık ve şehircilik geleneği vardı. Onlar bize binlerce cami, medrese, kervansaray, imaret, saray, köprü, su kemeri ve başka anıt binalar bırakmıştır.Onlar bize Selimiye’yi, Süleymaniye’yi, Bursa’daki Ulucami’yi, Divriği’deki şaheser camiyi, İznik’teki harika binaları ve daha nice nice mimarlık ve sanat âbidelerini miras bırakmışlardır. Biz ise bu mirası, bu birikimi inkâr etmiş, kendimize başka yollar aramış ve bugünkü anti-mimarî uçurumuna yuvarlanmışızdır.

Bizim büyük bir hukuk geleneğimiz vardı. Onu da inkâr etmiş, başka ülke ve devletlerin kanunlarını tercüme suretiyle iktibas etmiş ve hukuk-adalet sahasında da yozlaşma ve erozyona mâruz kalmışızdır.

Türkiye bugünkü hale niçin ve nasıl düşmüştür?Bu sorunun cevabı bir iki daktilo sayfası hacme sahip makale ve fıkralarla verilemez. Kitap çapında araştırmalar, tahliller yapılması, raporlar hazırlanması gerekir. Ne yazık ki, Türkiye içine düştüğü vahim buhranı anlayacak, araştıracak, tahlil edecek; çare ve çözüm teklifleri getirecek aydınlar, fikir adamları da (nâdir istisnaların dışında) yetiştirememiş bulunuyor.

Bu sütunlarda tafsilata girmem mümkün değildir.Ancak şunu söylemek isterim ki, bizdeki en büyük eksiklik kaliteli insan, kaliteli beyin eksikliğidir. Ülkemizde, bin yıllık tarihimiz boyunca benzeri görülmemiş bir kaht-ı rical vardır, yâni adam yokluğu vardır.

Ben Tanzimatçı Koca Reşid Paşa’yı sevmem, ancak onun güçlü bir devlet adamı olduğunu inkâr etmem. Reşid Paşa’yı, halefi Âli Paşa’yı, Fuad Paşa’yı Mahmud Nedim Paşa ile bir tutmam. Türkiye ne yazık ki, artık Reşid, Âli, Fuad Paşa’lar gibi muktedir devlet adamları yetiştiremiyor.

Millet iradesini temsil eden Büyük Millet Meclisi vazifesini, misyonunu yapamıyor. Kurumun bir kabahati yoktur.Zaaf kurumda değil, oradaki insan unsurundadır.

İktisadın bir kuralı vardır: Kötü para iyi parayı kovar… Bizde de kötü elemanlar iyi elemanları kovuyor, yaşatmıyor.

Recep Yazıcıoğlu iyi bir bürokrat, idareci, vali idi. Sonunda ne oldu? Merkeze alındı, kızağa çekildi.

Hangi partiden olursa olsun, İlhan Kesici iyi bir politikacı, iyi bir milletvekili idi. Planlamacıydı, ülkemiz hakkındaki dış yayınları dikkat ve titizlikle takip ediyordu. Vazife şuuru ve idrakine sahipti. Sonunda ne oldu? Listeye konulmadı ve milletvekili seçilmedi.

Hasan Celal Güzel gibi bir zatın Meclis’te bulunmaması bir eksiklik değil midir?

Şu anda birtakım sinsi ve hain güçler Türkiye’yi bayağılığın, kaosun, ehliyetsizliğin çukuruna yuvarlamak için seferber olmuş vaziyettedir.

Kulağı delik, stratejiden anlayan, perdenin arkasındaki oyunları ve dolapları bilen çok az sayıda kaliteli insanımız var ki, onlar bugünkü durumumuzun bundan seksen yıl önceki Sevr şartlarından daha kötü olduğunu biliyor ve anlıyorlar. Lakin büyük medya bunu halka ve aydınlara duyurmuyor.

Irak savaşı bizim için büyük felâketler, büyük dertler getirecek. Biz buna katılsak da katılmasak da, dış düşmanlarımız hakkımızda ağır hükümlerini ve kararlarını vermişlerdir. Hava karanlık, deniz fırtınalı, düşmanlar pusuda, gemi bin türlü hayatî tehlike ile karşı karşıya. Onu selamet sahiline ulaştıracak kadrolara sahip miyiz? 11 Ağustos 2002