Kaliteli Cuma Hutbeleri
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 29 Ocak 2019
Pazartesi
Diyanet İşleri Başkanı Muhterem Profesör Ali Bardakoğlu “Trafik Hutbesi” başlıklı yazım üzerine telefon etmek lütfunda bulundular; daha kaliteli, daha esaslı, daha duygulu, daha heyecanlı Cuma hutbeleri okutmak üzere hazırlık yapıldığını müjdelediler. Cenab-ı Hak hayırlı başarılar ihsan buyursun.
Bu memlekette dinî hizmetlerin, faaliyetlerin yozlaşması için sinsice çalışan menfî güçler bulunmaktadır. Bunlar camileri, ezanları, namazları, hutbeleri sevmezler. İnananların da vasıflı Müslüman olmasını istemezler.
Bundan elli yıl kadar önce, Ankara’da bir vaiz efendi çok güzel vaazlar veriyormuş. Cemaatinden biri, o yıllarda Demokrat Parti’nin basın organı olarak yayınlanan günlük Zafer gazetesinin küçük ilanlar sayfasına bir ilan vermiş. Vaizin, Diyanetin bundan haberi yok: “Filan vaiz hoca efendi, pazar günleri filan camide vaaz etmektedir. Arzu eden Müslümanların gelip dinlemeleri… “ Vay sen misin bu ilanı veren? Sanki dinsizlerin arı kovanına bir çomak sokulmuş. Zavallı vaiz bir yığın zılgıt yemiş, aradan çok zaman geçti, hafızam beni aldatmıyorsa vazife yeri de değiştirilmiş; belirttiğim gibi ne Diyanetin, ne de vaiz efendinin bu ilandan haberleri var. Peki böyle mâsumane, zararsız, çok normal bir küçük ilana öfkelenen, köpüren hangi makam? Efendim o tarihlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’na, Başbakanlık müsteşarı bakıyordu. O hazret de Türkiye Masonlar Üstad-ı Azam’ı Ahmet Salih Korur’du. Aynı zamanda şu malûm çift kimlikli zümreden…
Agresif dinsizler istemeseler de, biz Müslümanlar din hizmetlerinin, cami hizmetlerinin vasıflı, tesirli, yaygın, güçlü olması için var gücümüzle çalışmalıyız. Bu bizim hem hakkımız, hem de vazifemizdir.
Cami bir kurumdur, cami denilince kubbeli veya kubbesiz, bir veya daha çok minareli, minareleri bir veya daha fazla şerefeli yapılar hatıra gelmemelidir. Cami bir kurumdur.
İmamlar namaz kıldırma memurları değildir. İmam, Arapça önder mânâsına gelir. Hem farz namazlarında ardındaki cemaate önderlik yapacak, hem de sosyal, kültürel, insanî hizmetlerde öncü olacak. Bir imamın vazife ve hizmetleri, dar mânâda dinî hizmetlerle sınırlı olmamalıdır. Köyde, mahallede, şehirde işsizler varsa imam efendi, onlardan bir kaçına iş temin etmek için çalışmakla mükelleftir. İş temin etmek şu veya bu fabrikada, belediyede, devlet dairesinde işçilik ve memurluk bulmak değildir. Çinlilerin tabiriyle “Aç kimseye balık tutmasını öğretmek” demektir.
Senenin her ayında, bilhassa yaz tatilinde gençlere, ev kadınlarına, halktan isteyenlere, caminin himayesinde sanat veya zenaat öğretilebilir. Müftülerin, Diyanet görevlilerinin böyle bir hizmeti yapmalarına kimsenin bir şey dememesi gerekir. Öyle ya, laiklikle falan ilgisi de yok. İsteyen vatandaşlar gelecekler, birkaç ay kurs görecekler, bir sanat veya zenaat öğrenecekler, sonra bir şeyler üretecekler, bunları satacaklar, para kazanacaklar. Ne güzel şeyler değil mi?
Amerikalılar, dünyanın öbür ucundan yurdumuza gelerek bazı sosyal, kültürel, insanî hizmetler veriyor. Tabii asıl gayeleri kendi dinlerini yaymaktır. Bir ara Barış Gönüllüleri ismi altında çalışıyorlardı, ülkemizin mahrumiyet bölgelerine gidiyorlar, çeşitli sıkıntılar çekiyorlardı. Biz kendi vatanımızda niçin onlar kadar, hattâ onlardan daha fazla çalışmayalım?
Köy imamlarımız, bulundukları yerde ziraat, arıcılık, el dokumacılığı, şifalı ve tıbbî bitkiler toplama, fidancılık gibi konularda, güçlerinin yettiği kadar öncülük yapmalıdır:
İstanbul civarında, kenarlarındaki yollar büyük bir trafiğe sahne olan, Cumartesi pazar günleri piknikçilerin geçtiği, yaz aylarında yazlıkçıların cirit attığı bölgeler vardır. İstanbul Şile arasındaki Üvezli köyü civarında bir takım vatandaşlarımız, salaş gözleme yerleri açmış bulunuyor. Gelip geçene bu yerlerde gözleme, ayran, çay, kaynamış mısır satarak hem hizmet veriyorlar, hem para kazanıyorlar.
Böyle yerlerde, imam efendilerin önderliğinde birtakım kırsal kesim ürünleri üretilip satılabilir. Hatırıma gelenleri sayayım:
1. Marketlerde bulunmayan, fazla üretilmeyen, herkesin alıp tatmak isteyeceği birtakım nadide reçeller: Yeşil ceviz reçeli, patlıcan reçeli, havuç reçeli, karpuz reçeli gibi… Vişne, erik reçeli yapılmasını pek tavsiye etmem, çünkü onları satmak zordur, marketlerde bol miktarda ve gayet ucuza bulabilirsiniz. Lakin yeşil cevizden yapılan reçel rağbet görür. Bendeniz yeşil ceviz reçelimi Azerbaycan’dan getirtiyorum. Bizde niçin yapılmıyor?
2. Kuşburnu marmelatı gibi birtakım kıymetli marmelatlar.
3. Köy nişastaları, köy erişteleri.
4. Yüzde yüz katışıksız, şekersiz, glikozsuz, zirai ilaçsız şifalı ballar. Bu hususta satıcılar ne gibi garantiler verirler bilemiyorum. Ben bazen soruyorum
Satıcı kem küm ediyor, yemin edemiyor, ben de almıyorum.
5. Elenmemiş undan yapılmış, sağlığa çok yararlı, şifalı, hakiki köy ekmekleri.
Satılabilecek şeyler sadece bunlar değil, bir takım kalıcı eşyalar da satılabilir. El dokuması kumaşlar, ateşte pişmiş çanak, çömlek, tahtadan yapılmış el işleri.
Bu anlattıklarım hemen kolayca, kuvveden fiile çıkarılabilecek şeyler değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı niyet eder ve himmet buyurursa başlangıçta birkaç kurs açar, az sayıda din görevlisini yetiştirir ve inşaallah sonra gerisi gelir.
İmamların ve diğer din görevlilerinin paralel ve alternatif bir halk eğitimi seferberliğinde hizmet görmeleri, yurdumuzun kalkınmasında, halkımızın sâlâhında büyük hizmetler edebilir.
Ezan okundu, halk camiye geldi, sünnet kılındı, kamet getirildi, imam efendi mihraba geçti, namazı kıldırdı, son sünnet, tesbihat, dua, bir aşr-ı şerif ve vazife bitti… Bitmez, bitmez, bitmez! İmamın asıl vazifesi namazdan sonra başlar. Salih amel işlemek, iyilik yapmak, hizmet etmek için vesile mi yok?
Eskiden çevresi tarafından büyük saygı gören, kendisinden çekinilen, öğüdü dinlenen, tesirli, güçlü müftüler, imamlar, hocalar vardı.
1958-59 yıllarında, Erzurum’da Kars kapısında yedek subaylık yaptığım sırada, o tarihi şehrimizin yaşlı bir müftü efendisi vardı. Müftülük dairesi, il özel idaresi binasında geniş bir salondu. İkindi namazından sonra talebe-i ulûm buraya gelir, ayakkabılarını kapıda çıkartırlar, müftü hazretlerinin rahle-i tedrisi önünde çökerek
okurlardı. Efendi hazretlerinin o kadar büyük bir prestiji vardı ki, hiç kimse kendisine gık diyemezdi.
Yıl 1949, iktidarda CHP var, İsmet Paşa Cumhurbaşkanı… O tarihte İstanbul müftüsü ulemâ-i benamdan, dersiâm Erzurumlu Ömer Nasuhî Bilmen hazretleriydi. İstanbul Üniversitesi Rektörü de Ord. Prof. Sıddık Sami Onar’dı. İşte o tarihte İstanbul Üniversitesi müftü efendinin “Hukuk-î İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kâmusu”nu yayınlamaya başladı. Başında üç ünlü profesörümüzün ön sözleri ve takrizleri bulunuyordu. Rektör profesör Sıddık Sami’nin, profesör Hıfzı Veldet’in, profesör Nail Kubalı’nın… Sıddık Sami, Şeriat hukukunun anlatıldığı bu kitaba yazdığı önsözde ne demiştir biliyor musunuz?:
O zamanlar din hocaları da çok kaliteliymiş, din dışı şahsiyetler içinde de vasıflı olanlar varmış. Bugün böyle şeyleri hayal etmek bile mümkün değildir.
Diyanet teşkilatından daha fazla hizmet bekliyoruz. Peygamberimiz (salat ve selam olsun ona)
diyor. Her gün bir önceki günden daha fazla hizmet. Yapılan hizmetler bizi avutmasın,
yapmaya azmedelim. 25 Mayıs 2004