Çarşamba

 

Bir devleti, bir ülkeyi, bir milleti yücelten, güçlendiren üstün kılan mektepleri, eğitimidir. Osmanlı devleti, 19’uncu asırda Paris’te “Mekteb-i Osmanî” adıyla bir okul açarak, yepyeni bir eğitim tecrübesine girişmişti. Böyle bir şeyin Paris’te yürütülemeyeceği anlaşılınca, Paris’teki okul yerine İstanbul’da 1868’de Galatasaray Sultanîsi kurulmuştu. Osmanlı devletini ve İslâm Hilafetini, başta Amerikalıların açtıkları Robert Kolej olmak üzere misyoner okulları yıkmıştır.

Cumhuriyet kurulduktan sonra tek parti rejimi liselerin kalitesini düşürmemişti. Ülkede çok az lise vardı ama bunlar hakikî liseydi. Bitirme imtihanları ve bakalorya (olgunluk) sınavları ile kalite seviyesi yüksek tutuluyordu. 1950’de Demokrat Parti iktidar olduktan sonra maalesef millî eğitimin kalitesi düştü; sayı çokluğu, demagoji, popülizm ön plana çıktı. Günümüzde Türkiye’de uluslararası çağdaş standartlarda tek lise veya kolej yoktur. Resmî ideoloji, demagoji, popülizm, halka şirin görünmek yüzünden millî eğitim bitirilmiştir. Bazı özel kolejlerin cebir, geometri, fizik, kimya gibi fen branşlarında uluslararası ödüller kazanmaları kimseyi aldatmamalıdır. Millî eğitim, liseler öncelikle yazılı-edebî lisan eğitimi seviyesi ile ölçülür. Türk liselerinde ve Kolejlerinde zengin ve edebî Türkçe öğretilebiliyor mu? Bu suale evet cevabını vermek mümkün değildir. Bizdeki liseler fen dershaneleri seviyesindedir, hattâ onlardan da aşağıdadır.

Millî eğitimin iflas etmesi, yeni nesillerin zekalarının dumura uğramasına, entelektüel boyutlarının güdük kalmasına yol açmıştır. Eğitimin iflasından, bitirilmesinden başka medya da toplumu aptallaştırmakta, eblehleştirmekte, zekâ özürlü hale getirmektedir.

Ülkemizde sayılarının birkaç bin civarında bulunduğunu tahmin ettiğim gerçekten kültürlü, çağ seviyesinde tahsil yapmış, kimisi dış ülkelerde okumuş, kimisi otodidakt denilen cinsten aydınlar, düşünürler, gerçek okur yazarlar vardır. Ancak, nüfusu yetmiş milyona dayanan bir ülkede bu kadar az sayıda gerçek aydın ve seçkin kenarda kalmakta; dışlanmakta, istisnâ teşkil etmektedir.

Resmî ideoloji halkın ve gençliğin ufuklarını daraltıyor. Statükocuların tek derdi; sistemi, düzeni, rejimi, ideolojiyi korumaktır. Devletin bekası, milletin mutluluğu ve refahı, ülkenin bayındırlığı ve terakkisi onların umurunda değildir. Her şey ideoloji içindir, ideoloji her şeyin üzerindedir onlar için.

Statükocular laik, çağdaş, demokrat zihniyetli ikinci cumhuriyetçilere bile tahammül edemiyorlar. Bundan birkaç ay önce büyük üniversitelerimizden birine asistanlar alınıyordu. İmtihan heyetine, ikinci cumhuriyetçileri almamaları için sıkı tenbihler yapılmış olduğunu inanılır kaynaklardan duymuş bulunuyorum.

Türkiye edebiyat, sanat, buluş, tefekkür bakımından karanlık, donukluk, durgunluk, gelireme içindedir. Nice küçük ülke ve millet Nobel ödülü aldı, fakat biz henüz bir tane bile kazanamadık. Bizde büyük romancılar, büyük tarihçiler, büyük düşünürler, büyük filozoflar yetişmiyor. Bir Osmanlı prensesi olan Kenize Murat’ın Fransızca yazdığı ve Paris’te basılan, Osmanlı hanedanıyla ilgili eseri orada bir milyon satıldı, bizde ise Türkçe tercümesi üç bin adet bile satılmadı.

Alfabesi değiştirilen, milletinin bin yıl kullandığı yazıyla yazılmış ve basılmış eserleri okuyamayan; edebî-yazılı lisanı kuşa çevrilen; Yakup Kadri, Reşat Nuri, Halide Edib gibi yirminci asır romancılarının bile kitaplarının on yılda bir sadeleştirilmiş yeni baskılarının yapıldığı, liselerin Dingonun ahırına çevrildiği bir ülkede elbette kültür, sanat, tefekkür, edebiyat, medeniyet çökecektir.

Peki Müslüman kesim bu konuda ne yapıyor? Düzene alternatif olduklarını iddia eden İslâmcıların edebiyat, sanat, kültür, düşünce, felsefe sahasında ciddî ipe sapa gelir çareleri, çözümleri, planları ve programları, teklifleri var mıdır? Yazık ki, onlar da bu konularda şaşkın vaziyettedir. Son otuz yılda iki sloganı geveleyerek, âdeta geviş getirerek vakit kaybettiler. “Ayasofya açılsın… Başörtüsü serbest bırakılsın…”

Turgut Özal’ın sağladığı, 1985 ile 1995 yılları arasındaki on yıllık hürriyet, imkan, fırsat devresinde islâmî kesim birtakım özel kolejler açtı. Lakin bunlar yetersiz kaldı. Müslüman kesim, bunca çırpınmasına rağmen birinci sınıf medyacılar, birinci sınıf siyaset elemanları, birinci sınıf hukukçular, birinci sınıf mimarlar yetiştiremiyor. Medya, sanat, kültür, mimarlık gibi sahalarda konularda ikinci ve üçüncü ligten yukarı çıkamıyor. Çünkü Müslümanların çağ seviyesinde islâmî bir eğitim sistemleri ve üniversiteleri yoktur. Bunun sebebinin yüzde ellisi rejimin tekelciliğinden ve baskılarından ise, yüzde ellisi de Müslümanların beceriksizliğinden, ufuksuzluğundan, iktidarsızlığından ileri gelmektedir.

Toplumları sıradan adamlar değil, küçük bir azınlık da olsalar üstün adamlar yüceltir, ayakta tutar, pâyidar kılar. İnsanlar, hukuk bakımından, insan olmak haysiyeti yönünden elbette eşittir. Lakin mutlak eşitlik yoktur. Fertler, kavimler, milletler, zeka, kabiliyet, istidat bakımından asla eşit değildir. Türkiye’yi kurtarmak ve yüceltmek istiyorsak en zeki, en kabiliyetli, en istidatlı, en kaliteli gençleri arayıp bulmamız, onları çok ciddî bir eğitimle yetiştirmemiz gerekir. Doktorun, mühendisin, teknik elemanın edebiyata, sanata, keyfiyet kültürüne ihtiyacı yoktur gibi iddialar eşekçe hezeyanlardan ibarettir. İster bürokrat, ister teknokrat olsun her aydının, her seçkinin güçlü bir edebiyat, sanat, felsefe kültürüne ve birikimine sahip olması gerekir. Türkiye aydınları, Müslüman olsunlar veya olmasınlar bu ülkenin-bu milletin kimliğinin temeli olan İslâm’ı bilmekle mükelleftir.

Bize daha fazla zeka, daha fazla kültür, daha fazla edebiyat, daha fazla sanat, daha fazla ilmî araştırma lazımdır. Aydınlarımız, idarecilerimiz bunlarla daha kaliteli olacaktır. Yüksek ve seçkin sınıflar kaliteli olunca bugünkü aptallıklar, çekişmeler, kutuplaşmalar, kokuşma, hırsızlık, rezalet, bayağılık, geri zekalılık ortadan kalkacak; ufuklarımız genişleyecek, geleceğimiz teminat altına alınmış olacaktır. 30 Aralık 1999