Kaliteli Tahta
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Şubat 2019
Kaliteli mobilya yapımı için, kaliteli ağaç gerekir. Ceviz, meşe, gürgen, kestane, akaju, abanoz ve saire…Kavak ağacından kibrit çöpü, portakal sandığı, kâğıt hamuru, resim çerçevesi yapılabilir ama mobilya yapılmaz. Kavaktan yapılmış bir sandalyeye biraz şiddetlice oturursanız kendinizi çürük tahta parçaları arasında yerde bulursunuz.
Ülkeler, devletler, milletler kaliteli insanlarla ayakta durur, yücelir, güçlenir. Önemli olan kelle sayısının çokluğu, kemmiyet değil, keyfiyettir, vasıftır.
Eğitimde fırsat eşitliği olması doğrudur, iyidir ama iş sadece bununla bitmez. Bir ülkenin en kaliteli, ağacı en kıymetli çocukları özel bir eğitimle yetiştirilmeli ve ileride mensubu bulundukları millete hizmet etmelerine imkan ve zemin hazırlanmalıdır.
Medeni ülkelerin okullarının her sınıfında en fazla yirmi beş-otuz öğrenci bulunur. Bunların hepsi öğrenmek ve yetişmek hususunda aynı seviyede değildir, belki yarışa aynı anda başlarlar, lakin bir müddet sonra üç beş öğrenci çok önde koşmaya başlar; onları yedi sekiz iyi öğrenci geriden takip eder; beş altı orta dereceli öğrenci onların peşinden düşe kalka koşar; en geride üç beş zayıf ve nafile çocuk bocalayıp durur.
Bir ülkenin, bir devletin, bir milletin hizmet kadrolarını önde koşan üç beş vasıflı, kabiliyetli, zeki, akıllı çocuğu iyi yetiştirerek oluşturmak gerekir.
Eğitim sistemi çok kolay olan, başarısız öğrencileri elemeyen, herkese sınıf geçirten bir eğitim sistemi devleti çökertir, ülkeyi batırır, milleti perişan eder.
Bir devlete, bir ülkeye, bir halka en büyük kötülüğü ve düşmanlığı mı yapmak istiyorsunuz?.. Orada eğitimi kolaylaştırın, basitleştirin, dünya standartlarının altına indirin, sınıfta kalmak olmasın, bitirme ve bakalorya imtihanlarını kaldırın… Başka kötülük, başka sabotaj istemez.
Popülist politikacılar elli yıldır Türkiye’deki eğitim sistemini, okulları, bilhassa liseleri bitirmişlerdir.
Eğitimi ve okulları düzeltmeden, vasıflı hale getirmeden Türkiye’yi kurtarmak ve yüceltmek mümkün ve muhtemel bir iş değildir. Bu temel gerçeği ne zaman idrak edeceğiz.
Kötü ve yetersiz bir eğitim, genç nesilleri cahillikte ve kifayetsizlikte eşit kılar.
Kötü bir eğitim sistemi, okur-yazar cahiller yetiştirir.
Kötü bir eğitim sistemi, diplomalı işsizler yetiştiren bir fabrika gibidir.
Türkiye eğitiminin ana referansı, millî kimlik olmalıdır.
Millî kimliğe ters düşen, millî kimlikle bağdaşmayan bir ideolojinin hizmetinde olan eğitimler, uygulandıkları ülkenin çökmesine, zayıflamasına, buhranlar içinde kıvranmasına yol açar.
Bir ülke, öncelikle fen liseleriyle değil; edebiyat, tarih, felsefe, sanat ağırlıklı liseleriyle yükselir. Fen liselerinden teknokrat yetişir. Öteki liselerden aydın, düşünür, entelektüel, vasıflı vatandaş çıkar.
İleri, medenî, dengeli ülkelerde liselerin fen sınıflarında da, yeteri kadar millî edebiyat, millî tarih, felsefe (psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik), sosyoloji, sanat tarihi ve kültürü, beşerî ve ticari coğrafya okutulur. Böylece oralardaki teknokratlar keyfiyete ait kültürden de nasip alırlar.
Bütün gençliği, lise ve üniversitelerde okutmaya kalkışmak çok tehlikeli bir cinnetten başka bir şey değildir.
Liselerde ve üniversitelerde, okumaya gerçekten ehil ve istidatlı olan çocuklar ve gençler okutulmalıdır.
Test usulü imtihanlar son derece yanıltıcıdır. Bir soru yöneltiliyor, üç cevabı var, tereddüt içindeki öğrenci bunlardan birini işaret ediyor. Atsa da, doğruyu tutturmak ihtimali üçte birdir. Böyle imtihanın ne faydası olur?
Bir çocuğun, bir gencin bir dersi bilip bilmediğini anlamak için ona o konuyla ilgili bir kompozisyon yazdırmak gerekir.
İyi bir eğitim sistemine, vasıflı liselere ve üniversitelere sahip bir ülke halkının bir kısmının okuma yazma bilmemesi büyük bir sakınca teşkil etmez. Bir ülke, bir devlet, bir halk için en büyük felaket, eğitiminin ve üniversitelerinin okur-yazar diplomalı cahiller yetiştirmesidir.
Bizim ülkemizin ismi Türkiye’dir. Kimliğimiz Türkiyeliliktir, bir kısmımızın ana dili Türkçe olmasa bile, bu ülkenin, bu kimliğin resmi lisanı, kültür dili Türkçe’dir. Okullarında ve üniversitelerinde yazılı-edebî Türkçe’yi mükemmel şekilde öğretemeyen bir sistem Türkiye için bir yüktür.
Yazılı-edebî Türkçe’nin en büyük şairi ve edibi olan Fuzulî’nin divanı bu ülkede bir yılda acaba kaç adet satılmaktadır. Bilemediniz, birkaç bin adet… Bu rakam yetmiş milyonluk bir nüfus, binlerce lise, yetmiş yedi üniversite, milyonlarca lise mezunu, milyonlarca üniversite diplomalı için ne kadar az, ne kadar gülünç bir rakamdır.
İnsan güzel bir eve, pahalı bir otomobile, iyi bir gelire sahip olmakla medenî ve kültürlü olmaz. Medeniyet ve kültür elektronik cihazlarla, asfalt yollarla, yüksek binalarla, barajlarla, limanlarla, fabrikalarla ve bunlara benzer bayındırlık eserleriyle, teknik donanımla ilgili değildir. Bir ülkedeki medeniyetin temeli, o ülkenin diplomalılarının, okur-yazarlarının edebî-yazılı lisanı iyi bilmelerine endekslidir.
Türkiyeli okur-yazarların yüzde 98’i, 1928’den önce yazılmış, basılmış kitapları okuyamıyor; atalarından kalma binalardaki kitabeleri okuyamıyor; ecdadının mezar taşlarını okuyamıyor; arşivlerdeki belgeleri okuyamıyor, en büyük şair ve ediplerinin kitaplarını okuyamıyor, böyle bir toplum nasıl medenî olabilir.
Yazımın başında vasıflı, kıymetli ağaçlardan bahsetmiştim. Hammadde olarak ağacın iyi ve kaliteli olması yetişmez; bir ustanın ondan harika eserler, mobilyalar yapması gerekir. Ceviz ağacı da olsa, kütük kütüktür. Kütüğün kesilmesi, biçilmesi, yontulması, ona şekil verilmesi, ona sanat ve güzellik üflenmesi gerekir.
Ülkemizde tahta, ağaç bakımından çok kaliteli çocuklar ve gençler var ama onları eğitecek, yetiştirecek bir sistem yok. Muhalif Müslümanlar da, bu işi beceremiyor. 28 Kasım 2003