Kalkınma ve Yücelme
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
SalıBir ülkenin kalkınmasını, gelişmesini, güçlenmesini, yücelmesini sadece iktisadî, ticarî ve parasal kalkınma olarak anlayanlar; bu konudaki hesapları rakamlarla yapanlar büyük bir yanılgı içindedir. Kalkınmanın, ilerlemenin, gelişmenin öncelikle sosyal, kültürel, mânevî, keyfiyete ait değerlerle ölçülmesi gerekir.
Bunların başında yazılı-edebî LİSAN gelir. Yazılı-edebî lisanını yitirmiş bir millet, bir ülke, bir devlet ayakta duramaz, güçlü olamaz, yarınlarına güvenle bakamaz. Bir kimse bir kazada lisan yeteneğini kaybederse ne olur? Bir canlı cenaze haline gelir. Toplumlar ve milletler için de böyledir. Lisan elden gidince çürüme, tefessüh (dejenere olma), dağılma, çözülme ve yıkım başlar. Biz Türkiyeliler medenî olmak için yazımızı, lisanımızı kaybettik ve bugünkü hale düştük. Aydınların, seçkinlerin, aklı erenlerin, kafası çalışanların lisan ve yazı meselesini tartışmaları şarttır. Bu konudaki tabular kaldırılmalı, resmî ideolojiye aykırı konuşanların mahkemelerde süründürülmesine, hapis cezasına çarptırılmasına son verilmelidir. Japonya 19’uncu asrın ikinci yarısında Batı medeniyetiyle tanıştı, 1905’te Rusya’yı yendi; 1945’te Amerika’ya açtığı savaşı kaybetti, kayıtsız şartsız teslim oldu, lakin kısa zamanda yaralarını sardı ve yine çok güçlü, çok kalkınmış, çok büyük, çok üstün, çok gelişmiş bir ülke ve devlet olmayı başardı. Bu başarıda çetrefil, zor, karışık Japon yazısının büyük rolü vardır.
Bir ülke, bir millet, bir devlet kendisine uygun çok kaliteli bir EĞİTİM sistemi ile kalkınır ve gelişir. Bizde o da yoktur. Eğitimimiz bitmiş, iflas etmiştir. Bu eğitimin gayesi vasıflı, güçlü, üstün, bilgili, hikmetli, firasetli, ahlâklı, karakterli yeni nesiller yetiştirmek değil; resmî ideolojinin istediği robotları yetiştirmektir. Medenî, köklü, büyük, tarihi ve geçmişi olan bütün ülkeler içinde eğitimi en yetersiz, en bozuk, en vasıfsız ülke Türkiye’dir. Üniversitelerimiz de genelde böyledir. İlahiyat Fakültelerine başları örtülü kız öğrencileri sokmamakla iş bitmiyor. Şu koskoca Türkiye yüz yıldan beri bir tek Nobel kazanamadı. Niçin?
Bir ülkenin sağlıklı ve gerçek kalkınmasının göstergelerinden biri de mimarlık ve şehirciliktir. Bazı şeyler gözle görülmez, fakat mimarlık ve şehircilik önce göze hitap eder. Ülkemizin bu konudaki hali yürekler acısıdır. On beşten fazla eski medeniyetin mimarî eserleriyle süslü şu ülkenin yeni yapılarına, yeni şehirlerine bakınız Rezalet, kepazelik, beton. İstanbul’u, Boğaziçini ne hale getirdiler. Dini imanı para olan rantçılar çirkinlik ve barbarlık şövalyeleridir.
Kalkınma, gelişme, güçlenme faktörlerinden biri MİLLÎ KİMLİK’tir. Bir toplum millî kimliğini yitirir, kendine yabancı olursa çürümeye ve yıkılmaya mahkumdur. Bu ülkede yıllardan beri açıkça ve sinsi bir şekilde millî kimlik erozyona uğratılıyor. Yeni insanlar, yeni toplumlar, yeni nesiller yetiştirmek istediler, sonunda her şeyi bozdular, çürüttüler, iflâs ettirdiler. Türkiyelilik kimliğinde İslâm’ın büyük yeri ve rolü vardır. İslâm’a zıt giderek, İslâm’la savaşarak bu ülkede hiçbir hayırlı ve başarılı iş yapılamaz. Biz bu topraklarda çok eski değiliz. Bin yıldan beri varız. İstanbul’u alalı ancak beş buçuk asır olmuş. Bu kafada gidilirse varlığımızı bile yitirebiliriz. İslâm’a dayalı medeniyetimizi, kültürümüzü, geleneklerimizi hor görüp de baleyle kalkınacağımızı ve çağdaş uygarlık düzeyine fırlayacağımızı sananlar ne gafil insanlardır. Türkiye’nin bugünkü feci ve perişan duruma düşmesinin ana sebepleri içinde dinin aşağılanması, dinin medeniyetin önünde bir engel olarak görülmesi, din ile savaşılması vardır.
Bir ülke ihracatla, ithalatla, üretimle, dolarla yükselip güçlenmez. Ülkeyi, devleti vasıflı insanlar ve kadrolar yüceltir ve kalkındırır. Biz ülkemize, devletimize, milletimize hizmet verecek böyle elemanlar ve kadrolar yetiştiremiyoruz. Yetiştirememişiz de. Hangi ideoloji, hangi eğitim, hangi üniversiteler, hangi değerlerle vasıflı Türkiyeliler yetiştireceğiz ki?
Değerlerini yitirmiş bir toplum olduk. Şimdi tek değer paradır. Paraya, maddî menfaate, nefse, şehvete tapan toplumlar yıkılmaya mahkûmdur.
Bu ülkede hiç kötülük olmasa, sadece hedonist hayat felsefesi olsa, o bile tek başına ülkeyi, milleti, devleti sarsmaya, bitirmeye, batırmaya yeter.
Bir millet ve ülke, varoluşunun ana faktörlerini teşkil eden değerlerini, ölçülerini, normlarını yitirince her sahada dökülmeye başlar. Bazı ahmaklar futbol maçı kazandık diye sevinçten uçacak hale geliyor. Futbol bir oyundur, bir müsabakadır; değer değildir. Eski Roma’da gladyatör oyunları vardı.
Hırsızlık ne kadar yaygınlaştı. Son yıllarda kapkaççılar zuhur etti. Kadıncağız kaldırım kenarında yürürken, kapkaççılar otomobille yanından geçiyor ve çantasını kapıyorlar. Kadın direnirse yerlerde sürüklenerek ölüyor. Büyük, kodaman, kocaman, anlı şanlı, kerli ferli, ünvanlı hırsızlar ve soyguncular devleti, milleti soyuyor.Her taşın altından pislik çıkıyor. Böyle bir durumda fert başına düşen millî gelir yükselse, sanki Türkiye kurtulmuş mu olacak?
Efendiler! Bir ülkede mal, can, ırz, din, kimlik güvenliği yoksa o ülkede medeniyet yok demektir. Bir ülkede hukuk ve adalet zorlanıyorsa o memlekette sağlam bir nizam yok demektir. Bir memlekette mahkemeler on milyonlarca dava dosyası içinde boğulmuş, hapishaneler tıklım tıklım tutuklu ve mahkumla dolmuş ise o ülkede alarm çanları çalıyor demektir.
Türkiye’nin tepeden tırnağa, A’dan Z’ye büyük ve köklü ve derin bir değişime ihtiyacı vardır. Ülkemiz üzerindeki tekeller, ipotekler kaldırılmalıdır. Lozan’ın gizli protokolları hükümsüz kılınmalıdır. Militan ve fanatik Sabataycılar Türkiye’yi kendilerine göre biçimlendirmek tekelleştirmek istediler. Netice ortadadır. Sabataycı medeniyet reçeteleri hükümsüz ilan edilmelidir.
Biz, insanlık tarihinin kaydettiği iki büyük cihan devletinden birini, Osmanlı imparatorluğunu kurmuş bir milletiz. Bizim kendi medeniyetimiz, ölçülerimiz, kültürümüz, kimliğimiz, kişiliğimiz vardır. Ülkemizi, milletimizi, devletimizi kalkındırmak, yüceltmek, kurtarmak için bunlardan ilham almalıyız. Yabancılaşmışlar taifesi Türkiye’yi Avrupa Birliği’nin kuyruğu yapmak istiyor, bunu bir kurtuluş ve saadet sayıyor. Avrupa’ya kuyruk olmak bir kurtuluş değildir.
İsviçre, Avrupa kültür ve medeniyetinin bir parçası olduğu halde Avrupa Birliği’ne girmedi. O küçük, fakat çok sağlıklı ve çok gelişmiş ülke Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na da üye değildir.
Bin türlü zorluk, tehdit, tehlike, imkansızlık içinde harikalar meydana getiren Taiwan Cumhuriyeti kadar da mı olamıyoruz? 21 Kasım 2001