Kanaatin Bereketi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 31 Aralık 2018
Çarşamba
Geçenlerde iki kişi, Kasımpaşa’da, yemekleri çok lezzetli bir halk/esnaf lokantasına gittik. Bendeniz, perhizdeyim fazla yiyemiyorum. Yanımdaki normal olarak karnını doyurdu. Hesap 11 lira tuttu. Garsona 1 lira bahşiş bıraktım, yekun 12 lira.
Bundan beş yıl kadar evvel Beyoğlu’nda bir elbisecinin önünden geçiyordum, çok ucuza elbiseler teşhir ediliyordu. Yanımdakine “Bunlar ne kadar ucuz?” dedim. Mağaza sahibi beni tanıyormuş, görünce “İçeriye buyurun bir çayımızı için” dedi. Çay içerken bir de ebise aldım. 50 lira!.. Onunla bir yere gittim, meclistekilerden biri “Bugün şıksınız” dedi.
Balat’ta Orkide pastanesi var, yolum düşerse orada sütlü neskafe içiyorum, yanında da tuzlu, susamlı küçük simitler veya çubuklar. İki kişi 4-5 lira tutuyor.
Daha önce yazmıştım, çok iyi ayakkabıları Balat’taki bir dükkândan satın alıyorum. Büyük firmaların seri sonlarını yarı fiyatına satıyor, hatta daha ucuza…
Geçen gün Fatih’e gittim, Malta çarşısından alışveriş yaptım, diğer yerlere göre daha ucuzdu.
Ucuzluk demek kalitesizlik mânâsına gelmez. İnsan araştırırsa, bulursa, nasibi varsa kaliteli eşyayı, lezzetli yemekleri ucuza da alabilir, yiyebilir.
Kaliteli, tanınmış kimselerin ucuz yemeleri, mütevazı yaşamaları zamanımızda ayıp sayılıyor. Bendeniz kaliteli bir insan değilim, lâkin sık sık azarlama mı diyeyim, tenkit mi, “Oralarda yemek yeme… Oralardan alışveriş etme… Klasına, statüne göre yaşa…” gibi lâflar işitiyorum. Ne kadar saçma?
Gelmiş geçmiş, gelecek insanların en hikmetlisi (en bilgesi) olan Peygamberimiz “Paça çorbası ziyafetine davet edilsen, git…” diyor. İslâm dininin temel özelliklerinden biri de bağlılarına kanaati, tevazuu, alçakgönüllülüğü emretmesi, israftan, saçıp savurmaktan, şatafattan men etmesidir.
Günümüz Türkiye’sinde dar gelirli milyonlarca aile sıkıntı içinde yaşıyor. Bu sıkıntının ana sebeplerinden biri israf ve kanaatsizliktir.
Çocukluğumda orta halli aileler bazen bayat ekmek ve pidelerden tirit yaparlar ve yemek olarak onu yerlerdi. Hiç kimse de bu yüzden şikayetçi olup ağlamazdı. Felsefe şuydu: “Oh! Tiridimizi yedik, karnımızı doyurduk, bundan ötesi can sağlığı…” Gel de bu devirde çoluk çocuğuna tirit yedir. Suratlar asılır, hatta bazıları terbiyesizce lâflar ederler. Tirit yenir miymiş? Tiridi beğenmeyenlere zıkkım yemelerini tavsiye ediyorum.
Bundan 60 sene önce bir akşam sofrası… Yere kocaman bir sofra örtüsü serilmiş, bir ayağın üzerine sini konulmuş, mönüde şunlar var: “Tarhana çorbası, bulgur pilavı ve üzüm hoşafı” yanında turşu yahut bıçakla kesilmeyip yumrukla parçalanmış bir soğan olursa o da ekstra bir lezzet. Herkes kaşığını eline alır, çorba memnuniyet ve mutluluk içinde içilir, arkasından nefis bulgur pilavı, üzüm hoşafı da ne güzel bir tatlı… O kadar iştahla yenilir ki, çok konuşanlara bir şey kalmaz.
Zamanımızda bir sofrada bu üç yiyecek varsa yine suratlar asılır, zehirli sözler edilir.
Kanaatli, tutumlu, iktisatlı yaşayıştan uzaklaşanların iki yakaları bir araya gelmez.
Yemek ne için yenir? Beslenmek için… Günümüzde beslenmeden önce statü meselesi vardır. “Evvelki akşam Altın Kemik lokantasına gittik, ben şamfıstıklı, kaymaklı, kestaneli bıldırcın kebabı yedim, karım Şehla devekuşu döneri…” Öteki cevap verir: “Biz artık Altın Kemik’e gitmiyoruz, Platin Kemik lokantası daha kaliteli, hem fiyatları da daha yüksek… Ben şunu yedim, karım bunu yedi, oğlum kızım… falan filan…”
Dostlarımdan biri anlattı, arkadaşının iki dükkânı varmış, aylık geliri 15 bin liraymış. “İnanır mısın, ay sonuna bir kuruş arttıramıyoruz” demiş. Haftada üç gün “Restorana” gidiyorlarmış… Altın Kemik, Platin Kemik, Elmas Kemik, Pırlanta Kemik… tabii buna para dayanmaz.
Sosyete açılış gününü iple çekiyor. Levent tarafında lüks bir alışveriş merkezinde İstanbul’un en lüks lokantası açılacakmış, adam başına 400 lira olacakmış. Tahmin ediyorum: Günlerce öncesinden yer ayırtmak lazım…
“Dün gece şu restorandaydık…”
Giyim kuşamda da böyle olduk. Adam kaliteye bakmıyor, markaya bakıyor. Aynı şeyin 100 liraya satılanı da var, onu almıyor lüks yerden 300 liraya alıyor.
Eskiden Türkiye’de asırlarca kanaatle, iktisatla yaşandı ve geçim sıkıntısı çekilmedi. Kanaat ve iktisadın (tutumluluk) pabuçlarını dama attık, sürünüyoruz.
Ayda eline 1000 lira geçen bir genç kendisine bir daire tutmuş, kirası kaça diye sordum?: 600 lira dedi. Doğalgaz, su, elektrik ve saire: 750 lira olur. Geriye kalan 250 lirayla nasıl yaşayacak? Onu düşünmüyor.
Biz farkında değiliz. İstanbul’da binlerce Çinli var. Hatta bazıları dükkân tutmuşlar, ticaret yapıyorlar. Hiçbir Çinli beş altı yüz liraya bir daire kiralayıp oturmaz. Battaniyesine sarılır, bir köşeye kıvrılır, öyle barınır. Parasını ziyan etmez. 1 dolara değil, 1 cente düğüm vurur.
Ticaret, hizmet, üretim işleriyle uğraşıyor, eline biraz para geçiyor; bir kısmını peşin ödeyerek, bir kısmına senet vererek 1 milyon dolarlık köşk alıyor. Bütün sermayesini meskene yüklediği için de korkunç sıkıntılara duçar oluyor, birkaç sene sonra da iflâs…
Bir Yahudi’nin böyle bir çılgınlık ve aptallık yaptığını duydunuz mu?
Kanaat ve iktisat cimrilik demek değildir. Bir kişinin 50 liraya yemek yediği yere gitme, yanına 4 misafir al, kişi başına 10 liraya karın doyurulan daha mütevazı bir yere git. Aynı parayı harcarsın ama ikram etmiş olursun, cömertlik etmiş olursun.
Bu yazımı kaç kişi okur bilmiyorum. Ev hanımlarına kanaati ve tasarrufu tavsiye ederim. Et oburluğu bırakalım, bakliyata, sebzelere, balığa, tavuğa yönelelim. Bakliyat: Kuru fasulye, barbunya fasulyesi, nohut, mercimek, kuru bakla, soya fasulyesi, börülce… Daha bizim bilmediğimiz, duymadığımız yöresel hayli bakliyat çeşidi vardır. Bunlarla da çok güzel yemekler yapılabilir.
Müsrifler (saçıp savuranlar) şöyle bir safsata çıkartmışlar:
“Ekmek şişmanlatır, binaenaleyh ekmek yemiyorum.” Kepekli hakiki ekmek kesinlikle şişmanlatmaz. Dengeli beslenmek için komple buğdaydan yapılmış esmer ekmek yemek lazımdır. Hem gıda, hem şifadır.
“Ekmek şişmanlatıyor” lâfı pisboğazların uydurmasıdır. Zayıflamak isteyenler az ekmek, bol katık değil; bol ekmek, az katık yesinler.
Türkiye’de şubeleri açılan bir Amerikan kahve mağazaları zincirinde bir büyük fincan kahvenin fiyatı 5-10 cent arttırılıp 1,5 dolar mı ne yapılmış, halk boykot etmiş. Bizde ise o mağazaların şubesinde aynı fincan 5-6 liraya satılıyor. Amerikalının pahalı bulup içmediğini biz, koşa koşa gidip içiyoruz. Çünkü kanımıza, iliğimize kadar lüks, israf, hava atma işlemiş.
Çocukluğumda 1940’lı yıllarda okullarda tutumluluk öğretilirdi, şimdi israf öğretiliyor. Hiç kimse ayağını yorganına göre uzatmıyor. TV reklâmları halkı çıldırtıyor. Herkes statü, prestij, şatafat peşinde. Zenginler, ünlü kişiler, devlet ve hükümet büyükleri halka örnek olamıyorlar. Yeni duyduğum bir vakayı anlatayım: Ankara’da bir bakanlığa bağlı bir yerde nefis ama çok nefis hamsi kızartılıyormuş. Her gün uçakla Trabzon taraflarından en kaliteli hamsi geliyormuş, bu iş için Türkiye’nin en usta hamsi aşçısı bulunmuş, tutulmuş, o kadar dikkat ediliyormuş ki, balıkların bir yüzü kızardıktan sonra, öbür yüzü yeni yağda kızartılıyormuş… Büyüklerimiz, böyle yaparsa küçükler neler yapmaz?
Geçim sıkıntısı çekmek istemeyen kanaatli yaşasın, ayağını yorganına göre uzatsın, tutumlu olsun, mütevazı olsun… Rahat eder… 28 Şubat 2008